Ben her şeyin bir ruhu, bir karakteri olduğuna inanırım.
Mesela birisi tarafından bir düşünce ortaya atılır ama zamanla bu düşünce
olmaktan öteye gider ve onu destekleyenler tarafından bir harekete, bir oluşuma
dönüşür. Ya da bir eser ortaya koyar birisi ve bir sürü kişi tarafından öyle
bir benimsenir ki çok daha fazlası olur. Bu bir kitap, bir film veya bir kulüp
olabilir hiç fark etmez. Ortaya çıkaranın ruhundan yansımalar taşıyan bu şey,
aynı ruha sahip olanları etrafında toplayarak karakter olur. Biz işte Meriç
Acemi’nin kalemiyle hayat bulan bir serüvenin içinde aynı ruha sahip, biraz
deli biraz veli kıvamındaki insanlar olarak yolculuk yaptık bir buçuk yıl
boyunca. Hem de ne yolculuk… Uçtuk uçtuk çakıldık, yüzdük yüzdük boğulduk,
koştuk koştuk durulduk, aşkın içinde kaybolduk, mutluluktan delirdik, üzüntüden
dağıldık. Her duyguyu alabildiğine uç alabildiğine derin yaşadık. Bazen sert
rüzgarlar yaktı kavurdu ciğerlerimizi bazen ılık bir meltem eritti içimizi.
Bazen aşktan başımız döndü bazen başa gelen ayrılıklar bizi öldürdü. Ama hepsi
her anıyla özeldi ve de birbirinden güzeldi.
Birbirine aşık bir anne babanın tek çocuğu olan Ömer’in
ailesini kaybettikten sonraki yalnızlığıyla baş ederken ördüğü kocaman
duvarlarını, anne babası tarafından terk edilen ve yalnızlığıyla baş ederken
daha da bir büyüttüğü o kocaman kalbiyle Defne yıkıp geçmişti. Hayatta bir tek
kendine güvenen Ömer, hayatta bir tek kendine güvenmeyen Defne tarafından
pazarlıksız sevilmişti. Çok sevdiği annesinin erken kaybıyla duygularını içine
gömerek hayata sadece işiyle bağlanan Ömer’i, sevdiklerine delice bağlı Defne
sevgisiyle hayatın içinde yeniden var etmişti. Sert soğuk Ömer’in iklimi
sıcacık ve yumuşacık Defne tarafından güneşli bir bahara dönüştürülmüştü. Yani
bir mucize gerçekleşmiş ve buzlar Kral’ı Ömer’le Külkedisi Defne’nin masalı
gerçek olmuştu. Nasıl mı?

Bu duvar böyledir Ömer… Bize kendimizden haberler verir…
Masal Manu’daki ilk karşılaşmadan sonra Defne’nin mecbur
kalmasıyla Neriman’ın teklifine “Evet” dediğinde start almıştı. Kırmızı kapılı
evden içeri adımın atan Defne Ömer’le karşılaşınca neye uğradığını şaşırmıştı.
Böylece buz şelalesi Ömer’le şaşkın Defne hiç bilmedikleri bir maceraya yelken
açmıştı.
Yaşamların benzerliği değil, ruhların benzerliği çeker iki
insanı. Neye, neden çekildiğini bilmeyen insan da, duygularının karmaşasında
söyledikleriyle yaptıklarını bir türlü tutturamaz. Tıpkı katalog çekiminde
deliler gibi koştururken mankeni suya düşüren Defne’ye, ilk yardım için iş
ciddiyetinden zerre ödün vermeyen Ömer’in koşması gibi. Ve yine tutulmanın yarattığı o belirsizlikte
kendine olan kızgınlığını Defne’ye yönelterek
“E ne oldu iş? Almak için ayağına mı gelmem gerekiyor, yoksa zaten
ortada bir iş yok mu?” diye dalgavari bir şekilde hesap soran patron Ömer’e “
Eğer bana spor olarak bağıracaksanız ben size hiç boşuna cevap vermeyeyim,
çünkü belli ki tersinizden kalkmışsınız.” diyen asistan Defne gibi.
İşte onlar birbirlerinin hayatlarına fark etmeden böyle
böyle sızıyorlardı. Ömer’in gizli dünyasına adım atan Defne romantik, duygulara
önem veren Ömer’i keşfederken, aynı anda aşklarında bir milat olan “Gurur ve
Önyargı” kitabını da keşfediyordu. Network başarısı için asistanını yanında
görmek isteyen Ömer ise, lacivert tuvaletiyle kuğu gibi bahçeye süzülen
Defne’yi görünce işadamlığından kavalyeliğe terfi ediyordu. Gittikleri iş
gezisinde yıldızları izlerken Defne ilk defa hayatı hakkında konuşarak iç
dünyasının kapılarını aralıyordu Ömer’e. O gün onu şaşkınlıkla dinleyen, daha
sonraki bir günde ise “Ne görüyorsun acaba orada benim görmediğim?” diyen Ömer
zamanla “Gerçekten eşsizmişiz. Bu koca evren aslında hepimizi eşit derece de
seviyormuş. Hiçbirimizin hayatı diğerinden daha önemli değilmiş. Ve hepimiz
ışığımızı yansıtacak birini bulduğumuz zaman, aşık olduğumuz zaman, tam orda
parıl parıl parlayan bir yıldız oluyormuşuz.” diyen Ömer’e dönüşüyordu. Çünkü aşk değiştirirdi ve onlar da birbirine
vurgun, delice aşık iki kişiydi.
Yazı devam ediyor..