Ben
zaten sevdim mi tam sever, sonuna kadar o olur, bazen daha ileri gider o şeye
adanırım. Aileme, sevdiklerime, işime, bazen bir kitaba, bazen bir kitabın
kahramanına, bazen bir filmin karakterine, bazen de bir şarkıya. Okuduklarımı,
izlediklerimi deli gibi içselleştiririm. Bir kitabı tekrar tekrar okur, bir
filmi defalarca izlerim. Okuduğum romanın karakteri öldüğünde üç gün ağladığımı
bilirim. Hastalık mıdır, tutku mudur, yoksa delilik mi? Kim bilir belki de
hepsi. Ama ben bu modelim işte iyisiyle kötüsüyle, artısıyla eksisiyle. Ve
şimdi yine bu döngünün içerisindeyim. Hem de bugüne kadar hissettiklerimin çok
daha üstünde bir üzüntüyle. Belki yarım kalmış olmaktan, belki hep ertelenmiş
olmaktan, belki de çok daha fazlasını hak ettiğimi düşünmüş olmaktan…
Eğer
bütün
bu yaşadıklarım sadece bana mahsus olsa, tipik “Ben.”
diye geçiştirebilirim. “Yine tuttu bağımlılık sendromun.”
diye kendimi eleştirebilirim. “Alışırsın, üzülme!” diye kendimi teskin
edebilirim. Ama benimle aynı ruh hali içerisinde olan binlerce KA gönüllüsü
olduğunu biliyorum. Belki benim gibi olmayan, daha önce bu kadarını hissetmemiş
olan, belki de bu ilk olan, hatta yaşadıklarına şaşıran, anlam veremeyen bir
sürü insan.
Peki
neydi bizi bu hale getiren? Onca fırtınaya, onca sarsıntıya rağmen yine de
gemiyi terk etmeden Titanik orkestrası gibi çalmaya devam ettiren. Onca olumsuzluğa rağmen
yine de sevmekten vazgeçirtmeyen. Evladına deliler gibi sahip çıkan ebeveyn
misali bu kadar sahiplendiren, kusurlarıyla kabul ettiren, yanlışlarıyla
eyvallah dedirten. Her şeye rağmen sevmekten vazgeçemediğimiz, gitmek istesek
de gidemediğimiz, kalmak için ise bin türlü bahane uydurduğumuz, kendimizi
gönüllü kaptırdığımız, hem derdimiz hem de dermanımız… Sevgili Kiralık Aşk’ımız.
Ömer’in
içi olan Defne gibi içimizdi bu dizi bizim. Bizdi, bizdendi, sıcacıktı,
sevgiydi, hayattı, aşktı, emekti. Ömer gibi sertti Defne gibi yumuşak. Ömer gibi duruştu
Defne gibi geçiş. Ömer gibi adaletti Defne gibi samimiyet. Ömer gibi
dürüstlüktü Defne gibi anaç. Ömer gibi doğruluktu Defne gibi içtenlik. Ömer
gibi güvendi Defne gibi sevgi. Hem içti hem de dış. Ne sığdı ne de karmaşık.
Tek bir şey değildi ama çok şey de değildi. Tekliğin içindeki
çokluktu, bizi içine alarak çoğalan ve bizi, yani bini bir yapan. Aynı şeyleri
hissetmemizin nedeni tam da buydu. Farklılıkları ayrıştırarak değil, aynı
potada eriterek çeşidi bir bütün yapan ve bize bunu eşsiz bir derinlikle sunan.
Farklı yaş ve meslek gruplarını, farklı coğrafyalardan ve farklı kültürden
binlerce insanı aynı çatı altında toplayarak yeni bir kültür oluşturan. Hem
masal hem de alabildiğine gerçek olan. Hayatın her rengini içinde barındıran ve
bunu bize her bir duyguyla ayrı ayrı tattıran. Bu yüzden güzeldi, bu yüzden
özeldi, bu yüzden değerliydi, bu yüzden her şeye değerdi. Bu yüzden bu kadar
ansızın bitmemeliydi. Bu yüzden pat diye bizden gitmemeliydi.
Şimdi
erken gelen ölüm
haberi gibi ayrılığı kabullenmeye çalışıyoruz. Bunda kimin parmağı varsa
içimizden kalaylıyoruz. Hızımızı alamıyor biraz da saydırıyoruz. Elimizden bir
şey gelmediğini anladığımız için sorumluları Allah’a havale ediyoruz. Çeşitli
senaryolar üretip yükseliyoruz ama sonra hazmetmeyi ve yaşadıklarımızla mutlu
olup yetinmeyi öğreniyoruz. Verdiklerine teşekkür edip vermedikleri için buruk
bir şekilde vedaya hazırlanıyoruz. Ayrılığın
hüznü çökse de, nasibimiz bu kadarmış demeye çalışıyoruz. Bu sona nasıl
gelindiğini bir türlü anlamasak da yine de çok sevdiğimizden, sevdiklerimizin
yolu açık olsun istiyoruz. Onların yüzü hep gülsün ve mutluluk onlarla olsun diyoruz.
Ama bir şey daha var ki onun altını kalın çizgilerle çiziyoruz. Ne
mi? Barış Arduç ve Elçin Sangu’yu başka projelerde tekrar birlikte görmek
istiyoruz. İtiraz edenlere La La Land filminin baş rolleri, Ryan Gosling
ve Emma Stone’un bu filmde dahil dördüncü kez
birlikte rol aldıklarını hatırlatıyoruz. Yakalanan uyumun ve enerjinin heba
edilmemesini diliyoruz. Böylece de bugüne kadar üvey evlat muamelesi görmüş biz
Kiralıkçılar’ın yüzü belki bir nebze olsun güler diyoruz.
Zira çok ortada kaldık. Ne diyelim? Bizi böyle ortada bırakan kader utansın…