Hayatını bölümlere
ayırdığımızda acılarına göre kronolojik olarak inceleyebileceğimiz bir karakter
Ayşegül. Yaşadıkça acılarla sınanan, sınandıkça nefes almak için sebepler
arayan bir kadının direniş hikayesi bu. Tutunmaya çalıştığı dalların
dikenlerinden yaralanmış, yaralarının bazısı pansumanlı bazısı iltihaplıymış.
Aslında insanı zehirleyen başkaları tarafından görülebilen sızılar değil,
atmosferdeki tüm yalnızlığı soluduğunu hissettiği an “İhtiyaç
anında sarılınız.” yardım
kitini bulamamasıymış. Hayatı, sürekli nakavt olduğu bir ringin dört köşesine
bir kısır döngü içerisinde savrulmakla geçen dünyanın en güzel Ayşegül’ünün
neler yaşadığını dönemleriyle hatırlayalım.
Ayşegül Çilingir
Mutlu bir
çocukluk geçirmiş, sevildiğini fazlasıyla hissetmiş bir Ayşegül.
Babasının göz bebeği, evin biricik prensesiymiş ta ki annesini ve kardeşini
kaybedene kadar. Sonra ne mi olmuş? Gözlerini kaybetmeden dünyası simsiyah olan
bir kadın..
Derdini
anlatabileceği kimsesi kalmamış çünkü sevdiklerini kaybetmek ona
insanlarla yakın temas kurmak konusunda zorluk olarak geri dönmüş. O da ne
yapsın kaybedecek bir şeyi olmadan yaşamanın formülünü böyle bulmuş. Suçlayacak
biri olduğunda dayanması daha kolay olduğundan olsa gerek hüznünü babasına
karşı dev bir kızgınlığa dönüştürmüştü. “Sen bütün İstanbul'a baba oldun, bir
tek evlatlarına baba olamadın.” diyerek koskoca Bahri Umman’ın kalbine silah
kullanmaksızın kocaman delikler açması bile içini bir nebze olsun
rahatlatmıyordu. Ruhu hastaydı ve ilacı aşktaydı çünkü. İyileşme süreci
günlerden bir gün Ayşegül’ün bir taksiye binmesiyle başladı ve kemoterapinin
kanserli hücrelerle birlikte sağlıklı hücreleri de öldürmesine benzer bir
şekilde devam etti. Teoman’ın dediği gibi Poyraz Ayşegül’e “Hem yara
bandım hem yaram.” lafını her
durumda hissettirdi. Yine de her kavganın sonu barışla, her ayrı kalışın sonu
buluşmayla bitiyordu. Bu ruhları acıyla yoğurulmuş iki aşığın başına gelen o
kürtaj felaketi ise ömür boyu sürecek ortak bir yasta buluşmanın en acı haliydi
artık.
Ayşegül Umman
Yıllarca
babasının soyadını kullanmayı reddetmiş bir kadın olarak Ayşegül’ün,
babasına “Ayşegül Umman” olarak gitmesi çok güzel bir sürprizdi. Sadece bir
sürpriz de değildi bir affedişti aslında. Bu soyad artık kaçınılması gereken
bir şey olmaktan çıkıp sahip olduğu bir değer olmuştu. Bununla birlikte
Poyraz’ın bu ikiliyi barıştırma ve aralarındaki ilişkiyi baba-kız
sıcaklığına büründürebilme çabaları da bir sonuca ulaşmıştı. Ayrıca ailesini ve
Poyraz’ı hapse
girmekten kurtarmak için savcıyla yaptığı anlaşma da “Umman” soyadına çok
yakışmıştı. Şimdi her şey çok uzakta kaldı ne yazık ki. İki yıl geçtikten sonra
diyebileceğim tek bir şey var. Ah be Ayşegül! Keşke soyadın hep böyle
kalsaymış.
Ayşegül Sayguner
Seni terk
edip gitmesinden korktuğun için bir kedi bile almamıştın evine
hatırlar mısın? Ondan sonra hayatının aşkını, sevdiğin adamı kefenle gördün
sen. Hem onu hem kendini kaybettin. Maalesef ki bulduğunda gelinlikler
içindeydin ve sevinmek için de sanki biraz geçti. Bundan bir ders çıkarman
gerekmiyor mu dünyanın en borçlu Ayşegül’ü? Kaybolmamak için tuttuğun kollar
yanlış omuzlara götürür seni. O omuzların başlarından da belalar geçer. Üstelik
Poyraz’a iki yıl
önce bindiğin o dolmuştan ömürlük bir aşk borçlusun, hatırlatırım. İçim çok
rahat çünkü bir “Umman” verdiği sözü mutlaka tutar. Mutlaka.