Gelelim
Topal Ailesi size. Artık barışın bence. Hem siz hem
de Defne acı çekiyor
gereksizce. Aslında burada Nihan ve Serdar’a çok iş düşüyor. Anneannesini
ikna edip, bugüne kadar her konuda onların yanında olmuş olan Defne’ye adım
atma da öncülük yapmaları lazım. Nihan özlediğini söyleyip Defne’ye geliyor ama
bu yeterli değil. Aile demek bütün her şeyin bir kişinin omuzlarında yürümesi
demek değildir ki. Olayların akışı içinde herkes kendine düşeni yaptığı zaman
bir anlam bulur kan bağı. Birbirimizi kullanarak değil, karşılıklı faydalar
sağlayarak gerçek aile oluruz. Yoksa biz hepimiz zaten normal şartlarda bir
aileye doğarız. Bu hayatın bir kuralıdır. Ama bu bağı yüklenmeden ve de
yüklemeden yaşayabildiğimizde gerçek yerini bulur aile. Nasıl ki Ömer İso’ya
adım attığında onu tersleyen İso, Defne’yi anladıktan sonra Ömer’e gittiyse,
aynı şekilde Nihan ve Serdar’ın da bunu Defne’ye yapması gerekiyor. Gerçi
düğünle bu küslük son bulacak, ama onların bu konudaki duruşu onların
kendilerine fayda sağlayacak. Zira pek ellerini taşın altına koyan bir ikili
değiller de. Belki hayata olan borçlarını bu şekilde davranarak, en azından bir
kısmını ödemiş olurlardı.
Şükrü’nün dediği çok
doğruydu. İnsanın içine doğduğu aile ile sonradan kendine kurduğu aile arasında
o dengeyi kurması, hiç o kadar kolay değildir. İnsan birini yaparken diğerini
kırıp dökebilir. Birine verirken diğerinden almak zorunda kalabilir. Ya da
herkese verirken kendine kalmayabilir. Buradaki terazi o kadar hassastır ki,
insan bunu ayarlarken çok bocalayabilir. Defne zamanında bunu çok
ayarlayamamış. Kendinden fazlaca vermiş. Hatta bu yüzden Serdar etkisiz eleman
olmuş ve abi olarak yapması gerekenlere hem ihtiyaç duymamış hem de gerek
kalmamış. Defne o kocaman yüreği ile her yere yetmiş ve iyiliği ile her yere el
uzatmış, bu da etrafındakileri daha bir bencilleştirmiş. Bu yüzden Defne’nin
kendi mutluluğunun peşinden gitmesini, sanki onlara karşı yapılmış bir tercih
gibi algılıyorlar. Onu ve yaptığını tek başına değerlendiremiyorlar. Onu çok
seviyorlar ama onu yeterince anlamaya çalışmıyorlar. Çünkü insan merkeze ya
kendini koyuyor ya da sevdiği kişiyi. Oysa olayların gidişatı ile orantılı bunu
yapmak gerekiyor. Hep aynı kişiyi koymak ve güncellemeden bunu tekrar etmek
bizi döngünün içinde aynı algıyla yaşamaya mahkum ediyor.. Yaşadıklarımıza
çıkıp şöyle bir uzaktan bakıp değerlendiremediğimizde de haklılığımız ve
kırgınlığımız devam ediyor.
“Burası her şeyin başladığı yer…Bi’ kız tanıdım ben burada…Hayatımda tanıdığım en serseri, en hırçın kızdı…İtiraf edeyim...Başımdaki belayı biraz bahane ederek öpmüştüm o kızı…Sonra çok acayip bir tokat attı bana…Ama değdi…Yediğim tokata da, peşinden koşmama da…Dünyanın en güzel kızı çünkü o…Benim yanımda olduğu için çok şanslıyım…Artık hiç ayrılma istiyorum yanımdan…Hayatın hayatıma karışsın…Bundan böyle tek bir hayat yaşayalım…Senle ben.” İşte bizi kalbimizden
vuran o sözler. Masalımızın başladığı o yerde, yeni bir başlangıç için atılan
yeni bir adım. Bizim aklımızı başımızdan alan tüm bu sürecin, taraflarından
birinin ona hissettirdiklerinin kelimeye dökülmüş hali. En yalın, en masum, en
hırçın, en sert haline tanık olduğumuz, bizi Allahuekber dağlarından kör
kuyulara atan, pembe bulutlarda gezdirip sonra kafa üstü çakan, ayaklarımızı
yerden kesip sonra duvara çarpan, yüzümüzde güller açarken bizi ortada bırakan
ama ne olursa olsun bizi kendine hayran bırakan o büyülü aşkın özeti. Ne gidebildiğimiz,
ne olabildiğimiz ama ne olursa olsun terk edemediğimiz, yine de sevmeye devam
ettiğimiz ve de edeceğimiz bu masalın geldiği nokta. Onlar birbiriyle yaşarken
bizim de onlarla tek bir hayat yaşadığımız, onlar birbirine aşıkken bizim de
onların aşkına olan aşkımızla çıktığımız zirve. Her bir anında aynı heyecanı
taşıdığımız, korkusuzca beraber tırmandığımız ve aslında onlarla birlikte tamam
olduğumuz Nirvana. Şimdi onlara murada ermek düşüyor bizeyse kerevetine çıkmak.
Ve kötülüğün kol gezdiği bu dünyada, iyiliğe sığınıp onlarla olabildiğimiz
kadar mutlu olmak…