“Bana bir masal anlat baba.” dedik çocukluğumuzda. Masalların büyülü dünyasında koşturduk coşkuyla. Sonra “Bana masal anlatma.” noktasına taşındık yaşaya yaşaya. Hayatın binbir yüzüyle karşılaştıkça her rengine tanık olduk, bazen mutlulukla bazen canımız acıya acıya. Hepsi bizi ayrı ayrı yerlere savurdu bazıları meltemdi, bazıları kasırga. Masalla gerçek arasında gidip geldik çoğu zaman. Ne tam anlamıyla masalın dünyasında kalabildik ne de gerçeğin içinde kök salmak istedik. Büyüdükçe anladık ki hayatın tanımı zaten buymuş. Monitörde izlediğimiz o yaşam çizgisi gibi hayat da iniş çıkıştan ibaretmiş. Ne masalmış ne de tam anlamıyla değilmiş. Hem hepsiymiş hep hiçbiriymiş. Ne kalabildiğimiz ne de gidebildiğimizmiş. Bazen başlangıçmış bazen bitişmiş. Bazen bulmakmış bazen kaybetmekmiş. Bazen tutmakmış bazen bırakmakmış.
Ben işte bu duyguların etkisindeyim günlerdir. Bildiğim bir şeyi şimdi bir kere daha yaşamanın burukluğu içindeyim. Masalımızın içinde her şey yerli yerine oturduğu için mutlu, sona yaklaştığı için ise hüzünlüyüm. Her şey tamamlandığı için sevinçli, bende yarım kaldığı için ise üzüntülüyüm. Tarif ederken bile tarifsizim aslında. Çünkü azlık ve çokluğu kelimelere ne kadar döksek de, duyguların o coşkun dünyasında yetersiz kalıyor bu kavramlar. Hem anlatıyoruz hem de eksik kalıyoruz anlattıkça. Yine de bu güzel masalın bir parçası olmuş olmanın verdiği tatla ve de yaşattıklarıyla kendimi özel hissediyorum. Çünkü karşılaşmamak da mümkün bu hayatta. Gözünün önünde cereyan eden bir şeyi görmemekte, yaşadığın bir şeyi hissetmemekte, duyduğun bir şeyi anlamamakta. Bu yüzden çok şanslıyız ya, hem duyduk, hem gördük, hem de anladık. İliklerimize kadar yaşadıklarımızı ve bize yaşatılanları hissettik. Bu kadar kötülüğün içinde güzel bir şeyle kesişti yolumuz ve onunla güzel güzel vakit geçirip birbirimizle bu tatlı anları paylaştık. Değer mi? Benim cevabım milyon kere evet.
Bakmadan yemem Defne. Daha önce çiğ patates yedirmiştin unutmadım…
Ömer’in Defnesi... Defne’nin kralı. Bizim masalımızın güzeller güzeli iki kahramanı. Bir sürü engelleri aşarak geldiler bu noktaya. Hem içlerinde kendilerine koydukları engelleri hem de dışarıda onlara koyulan bir sürü engeli. Büyüdükçe büyüttüler aralarındaki aşkı. Güçlükleri aştıkça güçlendirdiler aralarındaki bağı. Hem kendi aşklarına güvenmeyi öğrendiler hem de aralarındaki aşka güvenmeyi. Kendilerinden emin oldukça da birbirlerinden emin oldular. Nereye gidip geldiğini söylemeyen Ömer’e merak etmesine rağmen onu sorularıyla bıktırmadı bu yüzden Defne. Ne olursa olsun bu bilinmezliğin peşine düşmedi. Sevgi emek kadar güvendi çünkü. Hata yapmaz diye düşünmek değildi aşk, hata yapsa da bir bildiği vardır diye sevdiğinden emin olmaktı. Onun davranışlarının verdiği güvene göre sevmek değil, sevdiği için davranışlarına güvenmekti. Anlamlar yükleyerek sevmek değil, anlamını bilmese de sevmeye devam etmekti. Bu yüzden birbirlerini sevmekten hiç vazgeçmediler. Bu yüzden onca olaya rağmen birbirlerinden hiç gitmediler. Geçen hafta Defne’nin ailesine “Biz hep sevgiliydik.” dediği gibi Ömer’de “Ben senden hiç vazgeçmedim ki Defne.” diyordu. Çünkü bunu korumak çok zordu. İnsan sevmeye devam ederken sevdiğinden vazgeçebiliyor ya da sevdiğinden vazgeçemese de sevmekten yorulabiliyor. Yalnız Defnecim arabanın önüne oturmaktaki ısrarını ayakta alkışlıyorum. Birbirinizle yan yana konuşmak varken senin önde oturup arkaya kafanı uzatarak konuşmanı gerçekten kafam almıyor. Hazır Şükrü abi de yanında. Lütfen bunu ona sorar mısın? Çünkü biz Kiralıkçılar’ın bilinmeyen soruları sorduğumuz hattır da kendisi.
Yılbaşı kutlamaları için şirkette yapılan şamata yerine bir organizasyon yapsaydınız keşke. Biz zaten Defne ile Ömer’in baş başa herhangi bir şey yapmayacağını biliyorduk. Bünyemiz alışkın değil, onların tek başlarına yaptıkları bir şeye. Bu yüzden kızmazdık. Her yerin, her şeyin bir karakteri var. Bizim dizimizin karakteri de bu sonuçta alışkınız. Özel hayatın iş hayatı içindeki sıkışmış halini izliyoruz. Öyle ki Ömer evde birlikte kahvaltı yaptıkları Defne’yi, aynı kıyafetlerle şirkette gördüğünde farklı algılayabiliyor. Şirketin büyüsü müdür nedir? Te Allahım. Bir de Ömerim İplikçim takım elbise ile kahvaltı hazırlamana da on puan. Ay üstün kokacak, yağ sıçrayacak, hiç mi korkmuyorsun Sinyor İplikçi? Ama ne olursa olsun ev hallerinizi izlemek çok keyifli, senin Defne’nin çayını koyman onunsa senin kahveni, çok tatlısınız çok. Yalnız Ömercim senin şu sorununu Defne sormuyor ama artık bizim canımıza yetti. Hayır anlatacağım dedin o da olmadı, malum makus kaderimiz devredeydi. Yine kapı zilleri, telefonlar iş başındaydı. Bu hafta bir on puanda Şükrü abiye verdim. Adam seni o kadar iyi tanıyor ki, senin üzerinden Koray’a altı ay ücretsiz şoförlük sözü verdi. Valla bravo.
Yazı devam ediyor..