İnsanın kendi bildiği yoldan yürümesiyle, yürüyeceği yolu bilmesi arasındaki farktır kendini bilmek. Mutluluğunun nereden geçtiğini bilmesiyle, mutlu etmenin peşine düşmesi arasındaki ayrımı yapabilmesidir kendini yaşamak. Mutluluğunun peşine düşmek değil, mutluluğundan kaçmamasıdır cesur olmak. Başkalarına yapabildiği fedakarlıkları, kendi için de yapabilmesidir hayatın içinde var olmak. Biz tüm bu ayrımları yapamadığımız zaman kendimizi değil, bize verileni ve belki de dayatılanı yaşamış oluruz. Oysa hayat herkesin kendini atlamadan yaşaması gereken bir yer değil mi? Hayatın bütünü içinde figüran olsa da herkesin kendi hayatında başrol olması gerekmez mi? Ama işte bu hayatta alabildiğimiz riskle mümkün. O riski göğüsleyebilme cesaretiyle mümkün. İşte Defne hiçbir sonuca odaklanmadan, hiçbir duruma anlam yüklemeden, hiçbir şeye yaslanmadan boşlukta kalarak kucaklıyor Ömer’le olan geleceği. Bu o kadar kolay yapılabilecek ve de dışarıdan öyle çok anlaşılabilecek bir şey değil. Bu yüzden ailesi onun yaptığını bir yere koyamıyor. Defne o kadar bağsız duruyor ki ailesi onun bu durumundan korkarak, uçurumdan atlamak olarak algılıyor. Defne o kadar kalbiyle konuşuyor ki, onun aklının yerinde olmadığı düşünülüyor. Ailesi onun geldiği yere hiçbir anlam veremiyor. Potansiyelini açığa çıkararak hak ettiği yere gelmesinde Ömer’in rolünü anlayamıyor. Ömer’le geçtiği tüm aşamaları burayla bağdaştıramıyor, onun kazandığı başarıları buradan bakıp değerlendiremiyor. Ömer’in düzgün bir adam olduğunu kabul etseler de, Defne için endişelenerek yeniden beraber olmasını onaylamıyorlar. Göze alarak değil daha çok görmezden gelerek yaşamışlar çünkü. Şimdi çok aşina olmadıkları bu yeni duruma Defne’yi kurban vermekten ürküyorlar.
Defne durduğu yerden emin, Ömer’den emin ama bir o kadar beklentisiz sadece aşkına yelken açıyor. Bilmediği karanlık bir durum var önünde. Bu yüzden ailesine hiçbir vaatte bulunmuyor. Her türlü durumu onunla yaşamaya evet diyor. Ömer olmadan yaşamanın ölmek olduğunu bildiği için, onunla olmak ölüm bile olsa yaşamak istiyor. Yaşamaktan değil yaşayamamaktan korkuyor. Bedeli neyse vermeye razı, boyun eğmeden tevekkül ediyor. Kendi sınırlarından kurtularak başka sınırlarda değil Ömer’in sonsuzluğunda kaybolmaya adım atıyor. Duvar yazılarında gördüğü kendi duvarlarını yıka yıka geldiği bu yerde, şimdi Ömer’in duvarlarını yıkmaya hazırlanıyor. Ömer duvarlarının cevabını kendi bilse de, Defne direksiyon başında solladığı arabalarla gösterdiği gözü karalığıyla Ömer’e göz dağı veriyor. Artık kendini kapatarak yaşamaya elveda diyor.
Ömer sen ne saklıyorsun kuzum? Ve de neden saklıyorsun? Ne olmuş olabilir sana bu kadar kabus dolu geceler yaşatacak? Pamir’le konuşmandan çıkardığım kadarıyla işin içinde bir kaza ve yetiştirilemeyen, belki de ölümüne neden olduğun bir yaralı var. İyi de sen bu durumun hangi tarafındasın? Kazayı yapan mı? Yoksa bir kavgaya mı karıştın? Ay bin tane düğüm, merak içinde merak aklımızda bin bir türlü soru var tuzak. Sosyal medya da kullanmıyorsun ki sana ulaşıp bu sorunun cevabını bulalım. Roma’da çözülecek bu muamma belli ki. Ama lütfen ne sana ne de Defne’ye bir şey olsun valla yeter. Çok bunaldık hepimiz. Artık engelsiz, yalansız, dolansız, entrikasız yaşayın istiyoruz. Önünüze kimse çıkmadan sadece siz olun istiyoruz. Hatta o kadar yorulduk ki sizi bir fanusa koyalım orada yaşayın diyoruz. Ha bir de duvara cevap olarak yazdığın “Var.” kelimesinin mealini merak ediyoruz. Zira son zamanlarda şifre hükmünde de kendisi. Oluru olan şeyler bizim lehimizeyse eğer, biz Kiralıkçılar olarak tüm mesajlara senin o güzel selamından çakıyoruz.