Hilal ise vatanı için yapabileceği ne varsa gözünü kırpmadan ve de korkmadan yapıyor. Bir yandan Amasya Tamimi’ni gözyaşları ile okurken diğer yandan Yunan cephanesinin şehirden çıkmaması için insanları örgütlüyor. Babasının taviz vermeyen duruşu ve askerlerin muamelesi yüzünden bir kere daha hayal kırıklığına uğrarken, yaptığı şeyle neyi zorlaştırdığını bilmeden yükseliyor içindeki öfke. Oysa babasına ne kadar benzediğini ve babasının onunla nasıl gurur duyduğunu bir bilebilse. İnsan bilmedikleri ve de yanlış bildikleri yüzünden ne kadar acı çekiyor değil mi? Ama işte hayatın binbir yüzü var bizi sınadığı. Elekten geçirir gibi geçiriyor içinden her birimizi. Ailenin her bireyi bu durumu içlerinde kendilerince ve durdukları yer kadar yaşıyorlar ayrı ayrı. Cevdet’in aklında şimdi o cephaneyi yok etmek var sadece. Yoksa bir sürü şeyin önü kesilecek. Bir sürü yapılmış şey anlamını yitirecek. Duygusal hareket edilecek bir zaman değil şu içinde bulunduğu an. Ve de zaten o da öyle davrandı. Cevdet’in eşi ve kızının da içinde bulunduğu grubun üzerine askerleri salmasına rağmen hiç arkasına bakmadan yürüyüşü müthiş bir detaydı. Vatanı için her şeyi arkasında bırakabileceğinin göstergesiydi o hareket. İçinde kopan fırtınalara yenilmeden dimdik vazifesine doğru ilerleyişiydi.
Amasya Tamimi ile ilgili görüntüler çok güzeldi. Tüm etnik kökenlerin bu vatan için nasıl emekler verdiğinin altını çizdi bu sahneler. Tek bir vatanımız olduğunu, tek bir bayrağın altında toplanmak için verilen mücadelenin çok büyük olduğunu ve vatanın her bir karışının aynı değerde olduğunu tekrar hatırlattı bize. Sahip çıkmamız gerekenlerin öyle sıradan şeyler olmadığını ve onu korumanın bize bir borç olduğunu unutmadan sımsıkı sarılmamız gerektiğini bir kere daha soktu akıllarımıza.
Komutan Vasilli Cevdet’e çok güveniyor. O kadar ki onun her önerisini sorgulamadan uygulamaya geçiyor. Ama burada Cevdet’in hiç duraksamadan cevap vermesi ve kendinden emin duruşu büyük rol oynuyor tabi. Her olayı kendi doğrultusunda manipüle edebilmesi gerçekten takdire şayan. Mustafa Kemal ile ilgili önemsiz gösterme çabası da buna iyi bir örnek. Hiçbir detayı anlatmadan ve hata yapmadan ve de dikkat çekmeden yapıyor tüm hamlelerini.
Leon’un Hilal’e söyledikleri bu bölümün en vurucu cümleleriydi. İnsanları bir arada tutan şeyin sevgi olduğunu o kadar güzel anlattı ki. “Düşmansız bir arada duramaz bir millet olmuşsunuz siz. Birbirinizi sevmiyorsunuz aslında. Hiçbir hayaliniz ülkünüz kalmamış. Hiçbir şey üretmiyorsunuz. Anca bir düşmanın varlığı hatırlatıyor size kim olduğunuzu. İnsanı sevmeyi bilmeyen memleket sevmeyi nereden bilecek?” diyerek bizi bize anlattı. Doğru değil mi? Ne geliyorsa başımıza sevmeyi bir şeye bağladığımızdan gelmiyor mu? Biz duygusal bir milletiz ama bu sevgiyi hakkıyla bildiğimiz anlamına gelmiyor. Sevmeyi çok iyi anladığımızı ortaya çıkarmıyor. Oysa insan koşulsuz sevebildiğinde anca insan olduğunu tam hissedebilir ve yüreği gerçekten çarpabilir. İşte o zaman bir şeyi bir şeye bağlamadan yapabilir ve de o zaman kendinden gerçek anlamıyla verebilir. Oysa o kadar koşulluyuz ki bize uymayan şeyleri yanlış, ancak bize uyduğu kadar doğru kabul ediyoruz. Eğer yaşadığımız bu karanlık günlerin aydınlanmasını istiyorsak, her birimiz sevginin iyileştirici gücüne sığınıp onun etrafında toplanmalıyız. Onu tam manasıyla anlayıp kucaklamalıyız. Onun, ilahi gücün bize bahşettiği muhteşem bir kaynak olduğunun bilincine varmalıyız. Sadece onu tam idrak edebildiğimizde burayı cennete dönüştürebileceğimizi anlamalıyız… El ele gönül gönüle vererek.