Aydınlanamayan sabahlara uyanıyoruz art arda. İçimizi parçalayan koca koca acılara gark oluyoruz bitmek bilmeyen olaylarla. Ülkenin her bir köşesinde teröre verdiğimiz kurbanlar yüzünden hayata küsüyoruz her dakika. Bir yandan bu toprakların işgalden kurtuluşu için yapılan fedakarlıkları izleyip hayat bulurken, bir yandan vatan üzerinde kurulmuş pusularda yitirilen canlarla ölüyoruz. Oysa atalarımız ölmeyelim, yaşayalım diye ödemişlerdi bütün o bedelleri. Özgürce dolaşabilmemiz için feda etmişlerdi kendilerini. Çünkü hayat sadece yüreğimizle bakabildiğimizde katlanılabilir, sadece yüreğimizi ortaya koyabildiğimizde aşılabilir bir yerdi. İşte adını bildiğimiz ve bilmediğimiz sayısız insanın yüreğini ortaya koyarak var ettiği bu vatanın öyküsünü Cevdet’in yaptığı kahramanlıklar üzerinden seyrediyoruz her hafta.
Paşanın verdiği müjde sadece Cevdet’i değil hepimizi çok sevindirdi. Zira o tehlikeli görevinin içinde sanki her defasında ipten dönüyormuş gibi hissettiriyor bize. Bir yandan vatanı için bıçak sırtında yürürken diğer yandan ailesinin her bir ferdi için ayrı ayrı uğraşıyor. Azize ise onun yapmaya mecbur kaldıkları karşısında her gün bir kere daha ölüyor. Bir yanda kararlı ve sert duruşuyla Cevdet, diğer yanda aynı kararlılık ve dik duruşuyla Azize. İkisi de aynı tarafta olmasına rağmen, söylenemeyenler ve mecburen söylenenler yüzünden her olayla karşı karşıya. Ne gidebiliyor Azize ne de tam anlamıyla kalabiliyor yanında. Hiç ummadığı bir anda karşısına çıkan silahların, sadece vatanın kurtuluşuna değil kendi yaşadıklarına da bir çıkış olduğunu bir bilse keşke. Cevdet’in durduğu yerin o silahlarla değişeceğinden haberdar olabilse. Ama oyunbaz Tevfik yine rolünü o kadar güzel oynadı ki. Hele Cevdet’in damarına damarına basarak söyledikleri yok mu? Onu suçlu hissettirmek için elinden geleni yaptı. Bir yanda Eftalya’yı kandırırken bir yandan da Azize’yi kandırıyor. Silahlar için nasıl hikaye yazdı ayak üstünde Azize’ye. Tevfik kötülükten beslenen bir karakter. Bir yandan vatanına ihanet ederken bir yandan kuzu postu içinde puslu havayı kolluyor. Kimin dost kimin düşman olduğunun hiç kimse tarafından bilinmediği zamanlarda, en azından Cevdet onun dostu olmadığını iyi biliyor.
Ali Kemal ve Yıldız ikisi de hayatın içinde savrulmuş ne kendilerinden ne de içinde oldukları ortamdan bi’ haber yaşıyorlar. İkisi de amaçsız. Yıldız her hafta kendine yeni kurbanlar bularak götürüyor yaşamını. Ali Kemal’in de dediği gibi kendi canına kıyamayacak kadar çok seviyor kendini. Evlilik kararını onaylamaması için Ali Kemal’i safına çekerken kendi kazdığı kuyuya düşünce, bu hafta da Leon’a oynadı aynı oyunu. Bakalım onunla nereye kadar götürecek. Çünkü Leon ona herhangi bir duygu beslemiyor bence. Sadece zor durumda olduğunu düşündüğü için insan olarak yardım etmeye çalışıyor. Mustafa Sami ile gerçekten evlense mi acaba? Çünkü hayattan ne kadar kaçsak da o bizi bir yerinden mutlaka yakalar. Bizim evrilmemiz için çeşitli olanaklar sunar. Yıldız da kendi yörüngesinden çıkamayan biri olarak belki o zaman akıllanır, zira doktor oldukça tutucu biri. Ama ilginç olan şey de adamın Yıldız’ı hiç gözlemlememiş olması. Çünkü biraz dikkat etse birbirlerine hiç uygun olmadıklarını görecek. Gerçi bazı şeylerin farkında ama onları Yıldız’a dayatarak değiştirebileceğini zannediyor garibim.
Ali Kemal ise kaba kuvvetle ispat ediyor kendini. Ne işin derdinde ne de vatanın içinde bulunduğu durumun idrakinde. Gün ona neyi getirirse onu yaşayıp gidenlere iyi bir örnek kendisi. Hem Cevdet hem de Azize içlerinde bulundukları şartlardan dolayı çocuklarıyla tam bir bütünlük oluşturamıyorlar zaten. İşgal yıllarının zorluğu ve ayrılığın etkisiyle çocuklar biraz kendi başlarına büyümüşler. Cevdet’in görevi bitince bununla daha iyi ilgileneceğini düşünüyorum. Çünkü şimdi ne yapsa yerini bulmuyor, bulmayacak da besbelli.
Yazı devam ediyor..