Biz Defne ile Ömer’in aşkını, işte bu kadar sahici bulduğumuz için çok sevdik. Aralarındaki tüm engellere rağmen, birbirlerine olan aşkına tereddütsüz inandığımız için sahiplendik. Deliler gibi empati yaptık. Kızgınlığımızın tavan yaptığı durumlarda, onları affetmek için bin türlü bahane ürettik. Joker hakkımızı, hiç düşünmeden onlar için kullandık. Onlar mutluysa yüzümüzde güller açtı, onlar mutsuzsa yüreğimiz parçalandı. Çıkmaza girdiklerinde, elimizde krokiler onlara yeni yollar gösterdik. Yanlışa düştüklerinde, yine yeniden ve de hiç yüksünmeden bağrımıza bastık. Kah onlarla uçtuk, kah onlarla kanadı kırık mahzunlaştık. Onlarınki aşktı, bizdeki ise onların aşkına olan aşktı.
Ama geldiğimiz nokta benim için artık yorgunluk. Ben galiba bu aşktan yoruldum. Tekrar eden şeylerden, hiçbir şey yokmuş gibi davranılmasından, bu kadar büyük bir ayrılığın dönüşündeki gelişi güzellikten, tutarsızlıktan ve de sürekli aynı yerde dönüp durmaktan.
Evet, anlıyorum birbirlerini hiç unutmadılar ama tekrar karşılaşacaklarını da tahmin etmediler. Hiç olmadık zamanda ve de akıllarına gelmeyecek bir yerde tekrar yoları kesişti. Şaşkınlıkları ve ilk andaki saçmalamaları bu yüzdendi. Ama şu anda, sanki yeni tanışıyorlarmış gibi ve de hiçbir şey yaşanmamış gibi tekrar birbirlerinin hayatlarına süzülmeleri bana sahici gelmiyor. Hesaplar kapanmadan, yaralar sarılmadan, duygu ve düşünceler kelimelere dökülmeden alınan yol ne kadar gerçek olabilir ki? Satır aralarında verilen ipuçlarıyla birbirlerini ne kadar anlayabilirler ki? Kaçarak, yok sayarak başlayan şey, ne kadar yeni bir başlangıç olabilir ki?
Ama ben bu noktada en çok Ömer’e kızıyorum. Defne’ye kızdıklarıma daha sonra değineceğim. Hayatı akıl ve duygu penceresinden bakarak yorumlarız. Bu iki pencerenin oranları hepimizde farklı farklıdır. Ömer aklın penceresini daha çok kullananlardan, zira sınırları koyan akıldır. Kızdığında ördüğü duvarlarla uzaklaşıyor yaşamında ki her şeyden, kendini de o duvarların içine hapsederek. Düşünüp tartıyor, mantığıyla olayları anlayarak yerlerine koyuyor ve sonra adım atıyor. Bu yüzden de, yaşananların boyutu ne olursa olsun aklının ikna olması gerekiyor. Hatırlarsanız, tasarımı Tranba’ya satan Defne’ye “Beni ikna et.” demişti. Eğer orada Defne tutarlı bir açıklama getirseydi, onu affedecekti. Defne ise, duygularının penceresinden bakıyor daha çok hayata. Duygular sürükleyicidir ve daha kontrolsüzdür. Onlara hakim olmak daha zordur. İşte tüm bu olanları, Ömer İtalya’da yüzleşerek yerli yerine koyarken Defne yüzleşmeden içine atmış. Bu yüzden geldiğimiz nokta da Ömer’e çok iş düşüyor. İkna olmuş Ömer’in Defne’ye -ikna etmesi değil- ikna olma yolunu göstermesi gerekiyor. Zira bu ilişkiler için çok önemlidir. Defne’nin yüzleşebilmesi için, işte böyle bir ortama ihtiyacı var. Duygularını ve yaşadıklarını anlatmaya ve de Ömer’in yaşadıklarını ondan duyup anlamaya ihtiyacı var. Yoksa içten içe kendini suçlarken, dışarıda da her fırsatta Ömer’i suçlayacak. Ömer’in yanında kendi olamadığını dile getirmesi de hep bu yüzden.

Bir kahveye tav olmam ben Ömer...
İkisi de ait oldukları yerleri iyi biliyorlar ama birbirleriyle iletişim kurma yollarını bilmiyorlar. Bu yüzden de birbirleri hakkında yanlış kanılara varıyorlar. Ömer Defne’ye onunla ilgili isteklerini söylerken, çok tepeden inme dile getiriyor. Çok rahat bir şekilde işten ayrılmasını söylüyor. Tamam Pamir’in niyetinden dolayı rahatsız oluyorsun da Ömercim Defne kaç kez gitti geldi, ilişkinizin inişli çıkışlı yollarında ne kadar çok iş değiştirdi. Bence aşkla iş sende çok karışıyor. Defne’nin, Pamir’le seni kıskandırmak için oyun oynadığını düşünüyorsun da bundan Defne’nin haberi yok canım. Gerçi kim olsa öyle düşünür, sana hak vermiyor değilim. İşte burada da Defne’ye kızıyorum.
Herkese gereksiz gereksiz atarlanıp dururken, Pamir’e karşı bu kadar itaatkar olmana katlanamıyorum Defne. Hayır Sinan’a karşıda böyleydin, Pamir’i de Sinan gibi zannediyorsun ve de art niyetini bu yüzden fark edemiyorsun da, artık bir gözünü aç ya. Safozlukta bir dünya markası olacaksın bu gidişle. Biz herkese durmadan bağıran Defne istemiyoruz. İnsanların niyetini fark eden, naif ama akıllı ve de güçlü bir Defne istiyoruz. Sevdiği adamın yemeği ile ilgilenen anaç Defne kadar, onun duygularını da anlamaya çalışan bir Defne istiyoruz. Onun kahvesi le ilgilenen Defne kadar, ayrı kaldıkları zamanı kaçmadan konuşan Defne istiyoruz. Sadece ona ihtiyacı olduğunda yanında olan değil, onunla başka şeyleri de paylaşan Defne istiyoruz. Sadece senden mi istiyoruz? Ömer’den de dolu isteklerimiz var. Mesela Ömer, neden Pamir’le o saate kadar dışarılarda dolaşıyor bu kız hiç düşündün mü? Siz bence, asistan patron ilişkisinden kurtulamadınız. İşin dışında hiçbir şey paylaşmıyorsunuz çünkü. Ortak yaptığınız hiçbir şey yok. Zaten ev ile şirket dışında, bir tane anınız yok. Ne bir sinemaya gittiniz, ne baş başa adam akıllı yemek yediniz, ne alışveriş yaptınız. Belki biz görmeden yapmışsınızdır kim bilir? Zira sipariş verdiğiniz nohut pilavı yediğinizi biz görmedik. Olabilir yani. Bizim tanık olduklarımız da var. Ne mi? Sen “İhtiyacım var yanımda kal.” diyorsun Defne’ye, o da ihtiyacın olduğu anlarda senin yanında oluyor. Maşallah senin şirketin de batmalara doyamadı yani. Hayır, her iş yerinde krizler, aksilikler olur. Ama ikide bir batma eşiğine gelinmez ki. Bir danışmanlık falan mı alsanız acaba? Böylece işi işte bırakır, aşkı da işin gölgesinde yaşamazsınız. Biz de daha fazla sinir olmayız böylece.
Yazı devam ediyor..