Ben, mutlu sonlar vaadeden Yeşilçam filmleriyle büyümüş biriyim. Çocukken, her cumartesi akşamı bayılarak izlediğim Türk filmini, ertesi gün sokakta, arkadaşlarımla oynar ve bu oyunda mutlaka başrol kapardım. Yaşım ilerledikçe hayatıma bu sefer Parliament Sinema Kulübü’nün o unutulmayan jeneriği ile pazar gecesi filmleri girmeye başladı. Sonra da internetle beraber yabancı dizler boy gösterir oldu herkes gibi benim dünyamda da.
Yıllardır her sezon kendime, hem internetten hem de televizyondan yerli ve yabancı birkaç dizi belirler onları heyecanla takip ederim. “The Night Of” da bunlardan biri. Senaryo ve görüntü kalitesi açısından son dönemde izlediğim ve çok beğendiğim bu suç ve gerilim dizisi. Öyle alıştığımız gibi sezonlar boyu süren dizilerden değil. Sekiz bölümlük mini bir dizi. Dizide olay bir suçla başlıyor ve sıradan bir günde sıradan insanların karıştığı bir cinayet yaşanıyor. Ama dizi: “Katil kim?” üzerinde yoğunlaşarak, sonuca odaklamak yerine size süreçte bir sürü mesajlar veriyor. Dizinin matematiğinde öncelik olarak katili bulmak değil, o sürece kimler dahil olmuşsa, onların duruşlarını, karakter değişimlerini göz önüne sermek.
Çok basit bir hikaye ile başlayıp son bölümlere doğru epey karmaşık hale gelen dizi, her yeni bölümde insanın fikirlerini, ön yargılarını değiştirtiyor. Yedinci bölümde dizi öyle bir hal alıyor ki sizi, “suçlu kim?” sorusundan çıkıp “kim suçlu değil ki” sorusunu sordurtarak, sizi bambaşka bir psikolojiye sokuyor. İnsana kendini sorgulatan bu dizide, aslında hayatın içindeki grilik vurgulanıyor. İyi ve kötü kavramlarının üzerinde, sizi tekrar tekrar düşünmeye sevk ediyor.
Dizi, yargı sistemine getirdiği eleştirel bakış açısıyla, davanın işleyişindeki yanlışlara ve göz yumulan şeylere tanık ediyor bizi. İyi avukatlara ulaşmanın ne kadar pahalı olduğunu, tanınmış avukatların davayı reklam amaçlı nasıl kullanabileceklerinin ve istemedikleri bir şeyle karşılaştıklarında gözlerini kırpmadan müvekkillerini nasıl ortada bırakabileceklerinin altını çiziyor. Ayağındaki egzama hastalığı yüzünden yaşadığı özgüven eksikliğiyle senelerce karakollarda iş kovalamış bir avukatın, sistem tarafından nasıl küçük görüldüğünü ve ciddiye alınmamasını göz önüne seriyor.
Müslüman kimliğine Amerika'daki bakışı ise satır aralarında iletiyor. Terörle müslümanlık arasında kurulmuş olan bağın, sokaktaki vatandaştan, üst kademeye kadar herkeste nasıl bir algı oluşturduğunu görüyoruz. Yine mavi gömlek giyen zanlıyı, avukat "neden beyaz gömlek giymedin?" diye azarladığında tıpkı "12 Angry Men" filmindeki gibi bilinç altının gücü geliyor aklımıza. Ne kadar delil olursa olsun davayı yonetenlerdeki bilinç altının, kararı nasıl etkilediğini anlıyoruz bir kere daha.
Hapishane hayatının acımasız yüzünü, içerde dönen dolapları, hükümlü ile görevli arasındaki suç ortaklığını gösterirken, insanın iyi mi kötü mü olduğunun değerlendirilmesinde birçok parametreye ihtiyaç duyulduğunun mesajını veriyor. Öteki, kavramının insan yaşamındaki etkisinin hiç azımsanmayacak bir düzeyde oluşunu ve cezaevinin aslında masumları birer suçlu, suçluları ise daha fazla suçlu hale getiren bir mekanizma olduğunu da akıcı bir üslupla aktarıyor.
Dizi aslında çok fazla metafor da içeriyor. Bir sürü tedavi uygulanmasına rağmen bir türlü sonuç alınamayan, hatta her defasında daha kötü hale gelen iyileşmeyen egzamalı ayaklar, Amerikan yargı sistemine gönderme yapıyor. Yine dizinin içinde sürekli konunun akışına hizmet eden kedi ise sevgiyi sembolize ediyor. Egzamaya uyguladığı tedaviyle başarı sağlayan Çinli ise, alternatif tıbbın yadsınamayacağını vurguluyor, bence.
Kısaca, Pakistanlı bir gencin başına gelenler üzerinden içimizdeki kötülüğün uygun ortam bulduğunda nasıl ortaya çıktığını anlatan bir dizi The Night Of…Ben keyifle izledim, size de tavsiye ederim…