Evet, Ömer'in Defne'yi terk etmesini beklemiyordum. Ben bile beklemiyordum. Ama sonra düşününce anladım ki bu Defne'yi bir senedir izliyordum, her anını... Savaştığı anları, acılarını... Ama bunları bilmeyen birisi için "Her şey bir oyunla başladı." demek yetersizdir. Bir düşünün Ömer olsaydınız o kısacık zaman diliminde düşünebilir miydiniz, her şey yerli yerine oturur muydu hemen kafanızda? Aksine, Ömer'in kafasındaki taşların hepsinin yeri yanlıştı. O gün Defne sırrı söylediğinde hepsi öyle bir gürültüyle oynadı ki yerinden, öyle bir fırtına koptu ki Ömer'in içini savuran... Kendisini bile duymasını engelleyen. Hiçbir şey duyamıyordu, o kadar kalabalıktı ki kafasının içi... O taşlar yerine oturana kadar sakinlik lazımdı, kendini duyması lazımdı. Çünkü düşünemiyordu, gerçi Defnesi'ni yine düşünmüş orada bile ama neyse...
Ve gitti... Bir zamanlar Defne'nin dediği gibi "Kendisi için" gitti. İlk defa Ömer kendisi için bir şey yaptı. İyi kötü tartışılır, ama sırf bu bile gitmesine kızmamak için bir neden bence... Farkına vardıysanız eğer 53. Bölüm direk bir yıl sonradan başlamadı. 23 Eylül'den başladı. Orada bile Ömer çoktan Defne'yi affetmiş kendiyle savaşır haldeydi. Ve ben diyorum ki, Ömer daha gittiğinin dördüncü gecesi en fazla Defne'yi özlemeye başlamadıysa, beşinci gece terk ettiğine pişman olup, iki haftada tamamıyla masum çıkarıp, üçüncü haftada da tüm suçu kendine atmadıysa ben bir şey bilmiyorum. Şimdi oradan bir uğultu yükselecek "Ee, niye dönmedi o zaman?". İyi de burası daha kolay kısmıydı. Şimdiye kadar sadece Defne'yi düşündü ve hala yerinden taşlar oynuyordu. Sadece Defne değildi ki konu... Asıl çıkmaza o zaman geldi. Hayatının son bir senesini elinden almalarına karşılık, o bilinmez seneyi tüm hatlarıyla çözebilmesi hayli zamanını almıştı.
"Sinan gelmese dönmek aklında yoktu." gibi cümleler de gördüm ne yazık ki çok sevdiklerimden hatta. Bunu anlamayışlarına kızıyorum. Ya adam kendini suçlu çıkarmış bizim onu hakem olarak gördüğümüz mahkemede kendini idamla yargılıyor, siz bu kadar suçlu hissederken dönebilir miydiniz? 51'de Manisa'ya gitti çünkü haklıydı ve haklılığının farkındaydı, biraz yarasına pansuman yapıp devam etmişti bu mücadeleye... Ama bu sefer korkmuştu çok kırmış olmaktan, suçundan, hala "Defne di Ömer" olup olmadığını bilmediğinden, öfkelerinden...
Ve hatta dediği gibi Defne'nin hayatında birisi olsaydı eğer onu mutlu eden, hiç peşine düşmeyecekti. Çünkü "Kim ki canın için cananın sever, canın sever. Kim ki cananın için canın sever, cananın sever." Olayın özeti bu... Gerçek aşk budur. Kendini değil onu düşünmektir her zaman. Benim için Defne'yle Ömer'in en büyük farkı budur zaten. Ömer, Defne acı çekmesin istiyor, Defne ise çekmesini... Bir şey bekliyordu ama yine de bir fırsat kolluyordu durmadan. Ve bir gün o fırsat Sinan olarak çıktı karşısına.
Ha, sunu da söylemeden edemeyeceğim, Sinan seninle ilişkilerimi hala maslahatgüzarlık seviyesinde tutuyorum. Ömer'e yaptığın açıklama beni tatmin etmedi, yalandı kandırmayalım birbirimizi. Öyle bir derdin yoktu senin. Ama tabii Ömer'in bunu bilmesi imkansız. İyi kıvırdın. Bundan sonra doğru düzgün adam gibi arkadaş olursan ne ala. Yoksa diziye girerim zaten kontenjanında gözüm var.
Sonrası malum. Ömer dönüyor ve kalpleri güm güm attıran o sahne... Bakıyor Defne'nin gözlerinin içinde kendine. Hâlâ heyecan görüyor, aşk görüyor... Ve o an düşündüğü şey aynen şudur "Eğer hala varsa en ufak bir umut, onu alevlendirmek benim görevim, ne kadar sürerse sürsün, değer."
Şimdiyse çektiği acılar yetmezmiş gibi, deli gibi özür dilediği halde hala günah keçisi... Soruyorum, ya siz bu Ömer'den ne istiyorsunuz? Ne yapsın daha? Ayaklar altına aldığı benliğini, kırıklar içinde içi boşalmış, paramparça olmuş kalbini, daha ne kadar kendini yok sayabilir? Okuduğum yorumlar o kadar acımasız ki hatta hiç beklemediğim insanlardan...
Yazı devam ediyor..