Reaksiyon'un ilk bölümünü Radikal'e yazmak için izledim. Siyasi aksiyonla yakından alakadar biri değilim. Etrafında ilginç bir aşk ya da içinde zaaflı olduğum oyuncular yoksa pek izlemeyi tercih etmem. Homeland'i Brody ve Carrie aşkı; House of Cards'ı da Kevin Spacey için izledim. Star Tv'nin sezon bombası Reaksiyon hakkında Twitter üzerinden çok fazla mention almaya başlayınca gidip yazar ekibiyle sohbet etmek, tanışmak istedim ama, zinhar bu bir röportaj değildir. Ona göre okuyun derim ;-)
Sohbet talebimi hızla kabul ettiler. Nişantaşı'da mukim ferah feza ofislerine yağmurlu bir günde vardım. Başar Başaran ile asansör ağzı tanışmamız ilk andan tatlı bir elektrik almamı sağladı. Emeklisi var mı acaba? Şaka bir yana kasvetli, ciddi, asık suratlı, takım elbiseli "Abiler" bekliyordum. Değiller. Beni hemen toplantı odasına aldılar. Emre Özdür ve Başar Başaran ile havadan sudan konuşmay abaşladık. Eh, ilk bölümleri itibariyle oldukça eleştirmişim adamları, hafif içe konuşuyorum elbette.. Nadiren eleştirileri aklı selimle karşılamayan, atarlanan, ne dediğinizi anlamadan ölümüne savunmaya geçen sektör insanlarıyla karşılaşıyorum. Bunlar onlardan değil. Emre, tanışmamızdan 10 dakika sonra Kanal toplantısına gitmek üzere aramızdan ayrılıyor. Başar Başaran ile kalıyoruz.
Hemen soru yağmuruna başlıyorum ben de.. Önce bir üst başlık olarak 'siyasi aksiyon'u konuşuyoruz. Neden diyorum, neden siyasi aksiyon, bıkmadınız mı yazmaktan? "Aslında şöyle bir şey: House of Cards'ta anlatılan olay; Amerikan parlementosunda geçiyor. Amerikan siyaseti, sistemi bize çok yabancı şeyler olmasına rağmen izliyoruz çünkü orada çok temel insani duygular var; onun hırsı, bunun kıskançlığı, ötekinin arzusu gibi. Dramanın temel unsurlarını dramanın matematiğine uygun biçimde yükseltiyor ve çelişkileri o kadar güzel o kadar insani kuruyorlar ki hikayenin arkasındaki fon ne olursa olsun etkileniyoruz. Reaksiyon'da da yapmak istediğimiz buydu. Bizim için siyaset bir form, bir atmosfer. Türkiye siyaseti çok renkli bir atmosfer. Burada zaman, Batı'da olduğundan çok daha hızlı akıyor. Bizim bir günümüz, Batı'nın bir ayı gibi. Her gün bir şey oluyor. Her gün olan olayların dramatik durumları, çatışmaları var. Adam muktedir olmak istiyor, öteki koalisyon yapıyor, birileri gelip bombalar patlatıyor, patlatanlar pazarlığa geliyor vs vs.. Ülkemiz kaynayan bir kazan yani. Biz bundan ilhamla siyaseti bir atmosfer olarak alalım, siyasetin çekiciliğini kullanalım istedik. Oradaki siyasi meseleleri dramaya transfer edelim ve bütün o makro ölçekteki siyasi kavgayı bireyin iç çatışmalarında görelim istedik. Siyasetin toplumsallığı bireyin dramı olsun diye hareket ettik. Tabii burada kolektif olarak vermek istediğimiz bir mesaj yok. Bu işi yaratan ekibin içinde sağcısı, solcusu bir sürü insan var. Ortak olan fikrimiz: Türkiye bağımsız olsun, güçlü olsun, iyiler kazansın diyebiliriz en naif tabiriyle. Kurgusal bir 'iyi antagonizması' var yani. Bizde de böyle bir duyguyla siyaset var ama gündelik siyasete laf söyleyelim gibi bir amacımız yok."
Bu arada ofiste nefis çay demliyorlar. Çay servisi hiç bitmeden devam ediyor. Bayılırım üstelik ilk bardaktan sonra gelen ikinci bardağın tercihlerinize saygı duyanına. İlk bardakta şekeri ve kaşığı kenara alıyorum. sonrakiler hep kaşıksız ve şekersiz geliyor. Devam ediyoruz sohbete, "Başar bana ilkokul çocuğuna anlatır gibi anlatır mısın Reaksiyon'un temel hikayesini" diyorum. "Aslında dizinin karışık görünmesinin nedeni, çok fazla üst üste binmiş akslardan dolayı. en basit şekliyle anlatayımç. Devleti ele geçirmek isteyen üç tane klik anlatıyoruz. Bir tanesi; mevcut İstihbarat Başkanı, diğeri; mevcut istihabrat başkanının koltuğu aldığı eski İstihbarat Başkanı, bir de; her ikisinin karşısında ikisini birden bertaraf edip başa gelmek isteyen, yurtdışı odaklarda destek alan üçüncü kliğimiz var. Bu üç adamın kendi çevresinde ikişer tane adamları var ve birbirlerinin ayaklarına basıyorlar. Tam bu kavganın merkezinde de Oğuz ve Tekin, iki ana kahramanımız. Biri polis, diğeri asker. Buradaki sembol şu; Türkiye'nin yakın tarihine baktığınızda didişen iki unsur. Polis halk, asker devlet. Polis muhafazakar, asker seküler gibi. Büyük ve daha iyi bir Türkiye için asker ve polis uzlaşmışlar. Bağımsız olmaya çalışan ve bütün bu kliklerin ortasında kalmış İstihbarat Başkanı’nın kurduğu birimin adamı olmuşlar ve bunlar diğer iki unsurla savaşacaklar. Şimdi bu iki unsur içerisinde; Eski İstihbarat başkanı dediğimiz Erdal Beşikçioğlu, devlete kendi inandığı ölçüde nizam vermek istiyor. Bu üç karakter de aynı zamanda çok kötü insanlar olamıyorlar bir şekilde. Çünkü öyle inanıyorlar yani inandıklarını yapmaya çalışıyorlar. Hem iyi tarafları hem kötü tarafları var. Nasıl ki CHP, AKP'ye göre kötü; AKP de CHP'ye göre çok kötüyse -ki ikisi de kendi içlerinde kötü değil, farklı bir Türkiye düşlüyorlar hepsi bu- bu ikisi arasında da öyle bir şey var. Reaksiyon seyircileri arasında İstihbarat başkanının söylediklerine kızan da var, ''Adam tamamen haklı!'' diyen de.
Deli bir oyuncu, deli bir mask değil mi yahu Kevork Malikyan?Hastasıyız!
İyi ve kötü arasındaki keskin çizgiyi izlerken görmeye alışkın bir seyirciye iş yapıyorsunuz aslında..
Evet, dramayı kurgularken iyi-kötü netleştirmediğimiz için özellikle Türk seyircisi açısından kafa karıştırıcı bir şey oluyor; kim iyi kim kötü bilemiyoruz. Erdal Beşikçioğlu, Cihangir'de yemek yiyormuş. Garson gelmiş ''Abi iyi misin kötü müsün, gözünü seveyim söyle!'' demiş. Bu öyle bir şey ki; CHP’li birine gidip ''CHP iyi mi kötü mü?'' diye sormak gibi. Kim iyiyi kötüyü belirleyecek, subjektif bir konu yani. Dayı’da da böyle bir durum var. Dayı gibi düşünenler için iyi, diğerleri için kötü. Ergenekon davasındakiler suçlu muydu, suçsuz muydu diye sorgulamak gibi. Politikada siyah beyazın olmadığı aslında taraftarlar ve dünya görüşü arasında şekillenen bir iyi-kötü durumu var. Dolayısıyla sinemasal gerçeklikte iyi ve kötünün net çizilmediği hikayeler anlatmak zor. Biz buna soyunduk. Akıl karıştıran kısım bu. Seyirci bizi zorlamıyor mu? İyiyi, daha iyi; kötüyü, daha kötü yapmak için ittiriyor, aldığımız feedbackler onu gösteriyor. Yapmamaya çalışıyoruz, net kötüdür dememeye çalışıyoruz. Yaşadığımız dünya da gerçekten böyle, bir bağ kurulsa keşke bununla.
Aslında bir üst beyin, bir üst bilinçten bahsediyorsunuz o yüzden zor..
Tam olarak zolandığımız yer bu. İnsanların bize bakışı da öyle; AKP'li mi değil mi? İlk bölümde, ''bunlar AKP'li'' dediler, üçüncü bölümde ''Aa AKP karşıtı'' dediler. Şaşırıyorlar.
Ne olacak bu Dayı'nın hali? Adam resmen fenomen olma yolunda..
Erdal kendi yerini kendi çizdi. Erdal'ın sahne sonundaki esprileri mesela: ''O yüzbaşıyı öldür Abbas!'' diyor, arkada büyük bir gerilim müziği. Müzik kesiliyor, ''Abbas basma, Abbas çiçeğe basma.'' diyor. İnsan dağılıyor orada. Bunu Erdal yaptı. Herkes ''Abbas çiçeğe basma!'' diye geziyor şimdi. Karşısındaki Sinan Demirer(Abbas) de inanılmaz bir oyuncu, hemen oyuna alıyor tabii.
Taammüden mi kötü? Olmaz Amirim!
O sahneler doğaçlama mı?
Evet. Birkaç bölüm bunun gibi sahneler emprovize gitti, biz de montajda dokunmadık. ve Dayı'nın müthiş bir mizahı oluştu yani. Biz de öyle yazmaya başladık artık. Diziyi anlaşılmaz bulan seyircilerin de takip etmesi için bir sebep oluştu, espriyi duyup hemen twitter'a yazıyorlar falan. Biz de yaptırıyoruz bu esprileri artık, oradan yürüyoruz. Anlaşılma meselesinde, halka rağmen bir şeyi diretmemek lazım. İzleyenlerin 'anlamıyorum' demesi bizim için önemli ama biraz da sabır istiyoruz. Çünkü bu hikaye anlaşılacak, genişledikçe anlaşılır hale gelecek. Evet, alıştığımız gibi çok basit değil bizim hikaye. Bir cümlede her şeyi anlamak istiyor seyirci.
Siz de bir şey denediniz, birileri bir şeyler denemeli. Bu da önemli bir detay..
Bunu denedik evet, bunu deneyecek bir kanal yöneticisi bulduk. İlk günden beri arkamızdalar, her türlü desteği veriyorlar.
Birinci bölümde bu anlattıklarınızın hiçbirini anlamadığımızı idrak ettiniz mi peki ?
Tabii. Biz, en az çekimlere harcadığımız vakit kadar montajla da uğraştık. 45 karakteri, dört ayrı aksta anlattık. Ankara, Güney Kıbrıs, Diyarbakır, İstanbul çok farklı mekanlar, çok bağımsız olaylar; resmen ortalık karıştı. Birinci bölümün zor anlaşılır olacağını biliyorduk ama kurgudaki en anlaşılır hali buydu. Belki künye sahnelerine ağırlık verilirdi, belki ilk bölümdeki aksiyonları iki bölüme dağıtabilirdik ama yapmadık. İkinci bölüme merak taşımak istedik ve ilk bölümde düşük gelen reytingler ikinci bölümde fırladı. Bayram arası vermemiz biraz oran kaybettirse de son bölümlerde eski oranımızı yakalamış gibiyiz. Biz daha çok AB izleyicisini yakaladık; yedinci bölüm ise biraz totale dönük, bambaşka bir dizi gibi olacak.
Sonra kaydı kapatıyoruz. O son bardak çayın eşliğinde yedinci bölümü ve Reaksiyon'un geleceğini konuşuyoruz. Uzun uzun.. Başar da kanal toplantısına katılmak üzere ofisten ayrılıyor. Birlikte çıkıyoruz. O sağa, ben sola doğru yürüyoruz. Yağmur hâlâ yağıyor. Dün gece yayınlanan bölümü izleyemedim. Malum Hatırla Sevgili Tribute için boğazıma kadar yazıya batmış haldeyim. En kısa zamanda izleyip bölümü de yorumlayacağım da hele bi 7 Kasım olsun...
Böyle işte..
R.