Yüksek Sosyete: Dönme dolap

Yüksek Sosyete: Dönme dolap
Cansu’nun "Yüksek Sosyete’ de yolunu kaybetmiş, ait olduğu yeri arayan birileri var mıdır?” sorusunun cevabı dizideki ne çok karakteri kapsıyor bir düşünsenize: Süreyya, Begüm, Can, Cansu, Levent, Mert…

Bölüme Kerem tam Cansu hakkındaki gerçekleri öğrenecekken ortaya çıkan çöpçatan organizasyonu ile başladık. Beklediğimiz itiraf bu bölümde de gerçekleşemedi ama kahvaltı krizi güzel çözüldü, detaylarına biraz göz gezdirelim mi?

Cansu ilk defa annesine ‘HAYIR’ dedi. Cesur ve kendine güvenen kadınları severim, sonunda sesini isteklerini dile getirme konusunda yükseltebildi. Gönülden tebrik ediyorum. Ama Süreyya’nın Mert’le tanışma konusundaki ısrarını da anlıyorum, Bedia Hanım görünen tek arkadaşı, sırdaşı ve yaşlı cadının (hak etti) ‘hayır’ı kabul etmeyen bir yapısı olduğu da aşikâr.

Her ne kadar annesine karşı gelebilse de dikkatimi çeken önemli bir detayda Süreyya – Cansu aralarındaki ‘uğursuz’ gizemi ortadan kalktığı andan beri daha yakın, ana-kızın yakınlaşmasını seviyorum ama bu durum Cansu’nun “seni asla affetmeyeceğim” cümlesi ile çelişmiyor mu?

Cansu annesini çok iyi çözmüş, Işıl’a anlattıkları nasıl doğru ise havuz başındaki dertleşmelerindeki tasvir de o kadar doğru. Metin gerçekten de Süreyya’yı sevgisizliği ile ezmiş, eksiltmiş… O da ‘buzlar kraliçesi’ zırhına sığınmış. Her bölümde onu daha iyi tanıyoruz, ince ince işleniyor.  Bir önceki yazımda da değinmiştim. Güçlü Süreyya’yı çok sevdim…

Ayşegül Aldinç + Gökhan Türkmen’den ‘Durum Leyla’ eşliğinde izlediğimiz AŞK kokan flashbackler ilaç gibi geldi. (Gerçi konunun şarkıya bağlanması biraz enteresan oldu ama Kerem: “benim için bir şey yap”, Cansu: “durum leyla”) : “… Mucizesini bekler bu yürek / Senden vazgeçmez asla…”

Cansu’nun “ismimi her söylediğinde sanki başka bir sürü şey daha söylüyormuşsun gibi” cümlesinden sonra TAM sevgi sözcükleri gelecekti kiiiii… Yine Mert, gerçi bu sefer isteyeceği yardım Cansu’nun da işine geleceği için, aman olsun ‘seni seviyorum’ demek için çok fırsat çıkar karşılarına…


 
Bedia Sultan, Mert’i yine maddi varlığınla istediğin çizgiye sokmaya çalıştın ya… “Baban gibi, Kerem gibi olmak istiyor musun, istemiyor musun?” … Babayı geçtim, yine Kerem yine Kerem… İnsan evliya sabrına sahip olsa dayanamaz.

Büyük buluşma, Cansu Koran- Mert Çalhan tanışma kahvaltısı… Yolculuk sırasında hem Cansu hem de Mert mezbahaya doğru yola çıkan kurbanlıklar gibi değil miydi?  (Mert’in babaannesinin sözüne ilk karşı gelişi kıyafetini değiştirmemekle başladı, tam alkış) Mert’in temiz havaya ihtiyaç duyması detayını sevdim, gerek beynine temiz hava gitmesi (İstanbul şartlarında ne kadar mümkünse) gerekse Ece’nin sesinin kulaklarında çınlaması “akşama kadar seni göremiycam diye üzüldüm” ile sonuç İSYAN… (Durdur arabayı diye carrlamasındansa kırmızı ışıkta yavaşladığında arabadan direk inmesini tercih ederdim) Bu isyan Mert ile empati yazısındaki (okumadıysanız geç kalmadınız geçen hafta yayınlananlardan) analizin karakterin kendi ağzından dile gelmesi ile sonuçlandı. Bedia Sultan’a diyeceklerim var: “Merhum Hikmet Çalhan’ın oğlu, Bedia Çalhan’ın tek varisi” baskısı ile torununu delirtmeyi başardın, tebrikler… Artık sana ne desem boş, kafanda yarattığın torun hayali ile boğul inşallah ne diyeyim…  

Cansu yemekteki o kargaşa ve asıl annesinden korkusu nedeni ile bir sevdiği olduğunu dile getiremedi ama Mert’in isyanı ‘benim bir kız arkadaşım var’ cümlesi ile bitti. Ve Bedia-Süreyya çöpçatanlık projesi de suya düştü… Cansu’nun Mert’le karşılaşma korkusu da yersiz çıkınca körle yatan şaşı kalkar misali içine Ece kaçtı kahvaltı lafı geçince ellerini çocuk gibi çırparak “kız kıza güzel bir kahvaltı edelim, miss”

Bu kriz zararsızca çözüldüğüne göre Oliva’ya dönelim; Mert… Ece’ye sürpriz hazırlama konusundaki emeklerinin onda birini Oliva yönetimi için yapsa var ya, satışlar uçar gider de… Geçen hafta gelen çalışma ilhamı bu hafta yine gitmiş gibi… Kendisini görev başında pek göremedik. Ama sürprizi gerçekten çok minnoştu, adam tutup Ece’nin üstüne içecek döktürmesi, kalpli kupada çay ve minnak tartoletler, masa ve sandalye bile düşünülmüş… Yeri gelmişken hem sakar hem sapık Ercan’a çok gülüyorum ben J…  (Ek olarak bu bölümdeki ürün yerleştirme ne güzel olmuş, hiç sırıtmadı)

Bir sürpriz de anne ve baba Özkan’dan: Al birini ver ötekine… Akşamlar torbaya girdi sanki aldılar ev yapımı bir kutu kurabiye, koydular banka hesap defterini ceplerine ver elini Kerem’in iş yeri. Neyse bir tanecik oğulları var ziyaret edecekler tabii, birikimlerini de verecekler... Bu sahnede hem Yılmaz Amca’nın huzuru vurgulamasını sevdim- huzur, mutluluk budur; hem de Kerem’in ailesini el üstünde tutmasını: “benim sizin gibi ailem varken zaten dünyanın en zengin adamıyım”

Yalnız şu Garipçe ’deki arsanın alınması ile ilgili anlamadığım bir konu var: Yahu Kerem Bedia Hanım’ın gözüne girecek kadar holdingde yöneticilik yapmış, ailesi ile yaşıyor, har vurup harman savuracak bir yaşam da sürmüyor, nereye gitti kaç yıllık kazancı? Hep bir ‘fakirlik’ vurgusu, yetti gayri, dayanamiyciiiiiim… Kerem’i omuzlarından tutup sarsarak (boyu da epey uzun, parmak ucuna kalkarım artık sorun değil) “Madem hayallerin var sevgili Kerem ’cim, az biraz daha sabredip ‘beyaz yakalı işçi’ olmaya devam edecektin” demek istiyorum.

Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER