Yüksek Sosyete: Dönme dolap

Kerem de cesaret hapı yuttu, Cansu’nun gözlerine bakıp ne istediğini anlamaya çalışması ve aksiyon almasına 10 numara 5 yıldız…

Romantik Levent’e ise 5 yıldız yetmez, on, yüz hatta bin… Ne güzel laflar ediyorsun sen; “Sen ‘bir’ de, ben sana ‘beş’ koşayım”


 
Dizilerde dikkatimi çekmeyen parçaların kullanılmasını seviyorum: Gökcan Sanlıman “kaybedecek neyim kaldı?”  Güzel parça… Eski Bando – “Sensizliğin acısı dudaklarımda” da öyle. (Levent’in sokak şarkıcılarına maddi/manevi desteğine alkış)

Lunapark mı o? Kimler en son lunaparka gitmesinin üzerinden yıllar geçtiğini fark ederek en kısa zamanda gitmek istedi? (gönül rahatlığı ile parmak kaldırabilirim)



Madem her iki itiraf için ‘lunapark’ seçildi, hem Ece’nin hem de Kerem’in yaşayacakları yıkımı Sunay Akın’ın cümleleri ile dile getirebiliriz: Kırgınlığım lunaparkta unutulmuş bir çocuğun nefreti kadar. Sorun atlıkarıncalar değil, arkamdan dönüp duran dönme dolaplar.”
 
Yazıları düzenli takip ediyorsanız, diyaloglara çok önem verdiğimi fark etmişsinizdir. Bu bölümün en özel cümlesini seçtim: “Seninle olmak atlıkarıncada olmak gibi; hem içinden bir şeyler taşıyor çocuk gibi mutlusun hem de sanki her an başın dönebilir yere çakılabilirmişsin gibi…” AŞK’ın tanımı da bire bir bu değil mi? <3 <3 <3

Cansu’nun lunaparkta kazayı televizyondan son dakika haberlerinden öğrenmesinin telefonla haber almasından daha etkileyici olacağı düşünülmüş ama mantık kurallarına ters sahneleri kabul etmekte zorlanıyorum. Kerem’in ne yapayım ben burada delireyim mi çıkışı ne kadar yerinde ise Cansu’nun sözünü dinleyip bindiği taksiyi takip etmemesi elbette ki yersiz oldu. Ya adam neden sevdiğinin peşinden gitmezsin… Deliriiciiiiim…

Zuhal Olcay kriz sahnelerindeki performansı beni benden alıyor: sesindeki doğal titreme, kazayı ilk haber aldığında ‘ne yapmalıyım’ kafa karışıklığı, oğlu ile olmak yerine Levent ile olma konusundaki pişmanlığın gözlerine yansıması, panikle cümleleri tekrarlaması, Metin’i görünce hedefe kitlenircesine üstüne yürümesi, haykırışları… Onun performansını izleyince alkış tuttuğumuz genç oyuncuların daha bin fırın ekmek yemesi gerektiğini anlıyoruz.

Ve Can Koran… Can’ın teknesi. Adı ‘özgürlük’ ve özgürlüğe doğru da yola çıktı. Can’ın bu yolculuğuna motor yat yerine teknenin adı ile özleşebilecek bir yelkenlinin eşlik etmesini tercih ederdim ama teknenin sonu bir patlama olacağı için yelkenli tercih edilmemesi mantıklı. Acaba gerçekten patlamada hayatını kaybetti mi yoksa hayatına sil baştan ‘Can Koran’  olmadan başlayabilmek için bu bir oyun mu? Can’ın bu kadar komplike planlar yapabilecek bir kişi olduğunu zannetmiyorum. Yangından önce denize atlaması olasılığı olsa da içimden geçen: safları sıklaştırın, er kişi niyetine… (yazıyı fragmandan önce yazdığım kayıtlara geçsin lütfen)



Bu haftaki yazı biraz uzun oldu, sonuna kadar okuma sabrını gösteren herkese Ece’nin lunaparkı görünce yaşadığı mutluluktan ve yüzüne yerleşen kocaman gülümsemeden diliyorum…
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER