İlk dakikalardaki o sert çıkışın etkisi ile -gerçi barış beklediğimden hızlı
geldi- Mert Çalhan’ın ipini çekmeden bir de beni dinleyin;
Soruyorum size sevgili ‘Yüksek Sosyete’
izleyicisi; bölümler ilerledikçe, Kerem ve Mert’in
kardeşliğinin içine daha fazla girince Kerem’in ilk bölümdeki “Tecrübelerimden
öğrendiğim bir şey var bu hayatta; zengin olunmaz zengin doğulur.” cümlesinin
gerisinde ‘Büyük bir hasetlik.’ olduğunu gören ve bundan rahatsız olan bir
ben miyim?
Takip edenler bilir, Mert’in yeri gönlümde
ayrı, dolayısı ile torpilli. Dile kolay evrenden ‘Mert’ diledim, henüz
beklemedeyim… Bu nedenle Mert Çalhan’ı üzenlere ister kendi kanından babaannesi
olsun, ister can dostu Kerem hatta Ece bile olsa bildiğim bütün masum(!)
küfürleri ederim.
Bu bölümdeki çözülmeden sonra ikilinin
ilişkisinin temelinin atıldığı birinci bölüme hızlıca göz attım (İlk
bölümlerdeki Mehmet Ozan Dolunay oyunculuğu ile son bölümlerdeki arasında
dağlar kadar fark var, yine de gönül dolusu tebrikler, rolünü hem hızlı hem de
başarılı giymiş.) Lütfen vakit ayırın ve ilk bölümün ilk dakikalarını Kerem’in hırsını
topraktan alırken ‘Kendi arabası ile karşılanacakmış.’ diye serzenişini dikkatle
gözlemleyin…
“Seninle
bahçe işlerini yaptım, evde annemle ev işlerini yaptım, çocuklarına bakıcılık
yaptım, gel şirkette çalış dediler, onu da yaptım; ama onlar beni nereye
koyacaklarını bir türlü bilemediler. Bir gün eşittim onlarla bir gün
emirlerinde çalışan.”
Şimdi Kerem’i bu düşünceleri ile baş başa
bırakıp Mert Çalhan’la empati kuralım:
Anne-babanızı küçük yaşta kaybetmişsiniz,
babaannenizin güvenli kollarında bütün istediklerinizin önüne serildiği bir
ortamda yaşıyorsunuz. En yakın arkadaşınız Kerem, çok akıllı, çok çalışkan.
Sizi ASLA yalnız bırakmayacağına
dair söz vermiş. Birlikte yiyor, içiyor, oynuyor hatta aynı okula gidiyor
olabilirsiniz ama günün sonunda o anne babasının kollarına koşarken siz boş
odanızda hayallerinize sarılıyorsunuz. Özkan ailesinin sevgi çemberine özenerek
bakıyor ve Kerem’den en büyük farkınız olan yaratıcılığınıza sığınıyorsunuz…
Karakteri biraz daha içselleştirebildik mi? Günümüzden
devam ediyoruz öyleyse…
Mert ile Bedia Hanım arasında izlediğimiz
hemen hemen her diyaloğunun temeli ‘Tam babanın holdingin başına geçtiği
yaştasın.’ ne büyük baskıdır bu. Ahh
Bedia Hanım, ahh belki de farkına varmadan kurduğun bu baskının ardından
sürekli ‘Kerem rahmetli babana benziyor,
onun gibi prensipli, ayakları yere basan, çalışkan.’ cümlesi kur, üstüne üstlük
her fırsatta torununun sorumsuzluğundan, haylazlığından dem vur… Sonra da ‘Canım torunum Mert.’ Olmuyor Bedia
Hanım, ol-mu-yor. Nasıl Süreyya Cansu’ya çocukluğundan beri psikolojik baskı
yapıyor ise sen de farkına varmadan aynısını yapıyorsun. Üstelik o açıkça beyan
ederken, sen aynısını Mert’i kucaklarken yapıyorsun…
“Senin gölgende yaşamak ne demek biliyor musun?
İşte izlediğimiz o büyük patlamanın nedeni
bu kadar basit: Kerem’in gölgesinde
yaşamak.
Yıllar önce 5-6 yaşlarındaki yeğenimin
resminde -pembe- olarak renklendirdiği bulutlara müdahale etmiştim. Yanıtı
“Bulutların ‘mavi’ olduğunu biliyorum ama yaratıcılık dersinde öğretmenimiz
hayallerimizi çizebileceğimizi söyledi.” olmuştu. Sus, otur, cehaletine yan Aslı.
Ama bir dakika, Bedia Hanım yaşına hürmeten benden önce sen otur, eline de “Aile
şirketleri için yeni jenerasyona ‘hoş geldin’ kılavuzu.” verelim. Oku, anla ve
uygula… Okuldan mezun olur olmaz her ne kadar holding geneli düşünüldüğünde küçük
bir organizasyon da olsa ‘yönetici’ pozisyonu ile kendini göstermesini istemek
nasıl bir mantık? (Kerem nasıl başardı
demeyin, Mert yurt dışındayken iki yıl boyunca iş hayatı deneyimi var.) İlk
adım başarılı bulduğun bir yöneticinin yanına eti senin kemiği benim teslim etmekten geçer. Geçmiş zaman ben
nasıl küçük bir çocuğun yaratıcılığına laf ettiysem bugün sen koskoca bir
adamın karakterine baskı kuruyor, onu hem rol model babasının hem de Kerem’in
gölgesinde yaşamaya mecbur etmiyor musun?
Gelelim ‘patron’
Mert’e: Mert’e bugüne kadar balık tutmayı öğreten mi olmuş. Tamam, kabul;
Mert de bugüne kadar öğrenmek için pek istekli olmamış olabilir ama ‘balık’
mevzu bahis olduğunda Kerem onun için yakalayıp, temizleyip, pişirip, yanında
bol domatesli roka salatası ile önüne sunarsa kim sabahın ilk ışıklarında balık
tutmak için denize açılmak ister ki? Ben kesinlikle değil, ya siz?
İçinizden ‘Ama Mert de pek sorumsuz.’
dediğinizi duyar gibiyim. Haklı olabilirsiniz bir de farklı açıdan bakalım: Çocuklara
bir oyun oynatılır bilir misiniz? Çocuğun elini avucunuza alırsınız, tam
ortasına dokunur anlatmaya başlarsınız: ‘Burada bir kuş varmış.’ Sonra
sıra ile parmakları avuç içine doğru katlarsınız. Başparmak tutmuş, işaret
parmağı kesmiş, orta parmak pişirmiş, yüzük parmak yemiş, serçe parmak akşam
eve gelmiş: “Hani bana, hani bana.” demiş. Bilin bakalım bu oyunda kuş ‘mutluluk’
olsa serçe parmak kim olur? Elbette Mert Çalhan. Bakmayın babaannesinin
şehzadesi olduğuna, refah içinde gününü gün ettiğine… Bir tutam mutluluk için nasıl
Süreyya’nın uğursuzluk kozasına sığındığından bahsediyorsak Mert’inde kozası da ‘sorumsuzluk’… Net.
Bu bölümün sonlarına doğru gördük ki
aynı Süreyya gibi Mert de kozasından kurtuluyor. Ne mutlu bize…
Son söz; Mert’in kendi cümleleri ile “Bir
Mert Çalhan kolay yetişmiyor.” ama ‘
başarılı’ bir Mert Çalhan için de
yorulmak gerek. Şimdi Mert için ‘
yorulma
zamanı’ başlıyor. Haydi hayırlısı….