İşte geçmişinde diziye laf sokuşturmuş bir
huysuzun gözünden, içinde müthiş bir samimiyet barındıran Karagül
dizisinin 3. sezonunun açılışı...
Karagül cuma gecesi yeni sezonuna başladı. Açık söylemek
gerekirse dizinin ilk iki bölümünü izlemiş sonra da “Bu ne ya?” diyerek
geçip gitmiş biriyim. Anlayacağınız size bu yazıyı ‘karanlık taraf’tan
yazıyorum. Aradan zaman geçti ve Twitter’da dolaşırken Sümüklü Papatya
(@sumuklupapatya) adında bir hesaba rastladım. Deli gibi Karagül
izliyor, tweetliyor. Bir bloğu vardı, onu buldum. Serde bloggerlık var
tabii. Sümüklü’yü okudukça ve onun dizi karakterleriyle kalem bağını
gördükçe Karagül’ü merak etmeye başladım. İzlemeye başladım. Garip...
Tuhaf... Kusursuz değil... Reji çok temiz. “Aa, Kendal da ne yahu, böyle
kötü mü olur, bütün çocuklar bayılıyor adama!”, “Vay arkadaş nasıl
çekmiş, görüntü yönetimine bak…” derken derken, Karagül izlemeye
başladım. İşte geçmişinde diziye laf sokuşturmuş bir huysuzun gözünden
Karagül sezon açılışı…
Avşar Film’in ilk bölümü çekip sonra da çöpe atıp, bizzat Şükrü Avşar’ın
sahaya inerek yeniden kurguladığı ‘yöre’ dizisi Karagül, geçen sezon
bıraktığı yerden topu göğsüne aldı ve cuma gecesi ‘totali yine
kucakladı’. Geçen sezon dizi setine ziyarete gittim. 4 gün kaldım.
Anlayacağınız sizin cuma akşamı izlediğiniz bölümün çekimleri esnasında
setteydim. O zaman da söylediğim gibi bu dizi, hikayesi, oyuncuları ve
dahi Murat Saraçoğlu’nun önderlik ettiği bütün ekip, kusursuz olmasa da
benim dahi elleyemeyeceğim bir samimiyet çizgisinde duruyor. İşin bize
sunulan yüzü de, sahası da, oyuncuları da kibirli değil. İşlerini
yaptıklarının farkındalar. Ne fazla, ne eksik; işlerini tam yapıyorlar.
Böbürlenmeden hikaye anlatıyorlar. Zor şartlarda işlerini yapıyorlar.
Bir elleri yağda, diğeri balda bile olsa, senenin tamamını
Gaziantep-Urfa hattında geçiriyorlar. Otel odasını ev belleyip
gurbetçilik oynuyorlar. Her yeri altından olsa ne yazar? Gurbet
neticede...
Senaryo ekibinin, yani Erkan Birgören ile arkadaşları Beril Köse ve
Betül Yağhasan’ın, zaman zaman beni dehşete düşüren hayal dünyalarını,
kurguya çevirdikleri sınıfa dair hakimiyetlerini ilgi ile izliyorum.
Geçen sezon Kadriye Ana, Kendal’ın canını almaya niyet etmişti. Çok
etkileyici bir sahne izledik. Bir ananın doğurduğu, besleyip büyüttüğü
‘can’ ile hesaplaşmasını, daha doğrusu hesaplaşamamasını izledik. Ne
kadar öfkelense, canı acısa da Kadriye Ana o tetiği çekebilir miydi
sizce? Bence çekemezdi. Kendine zarar verirdi ama Kendal’a bile
kıyamazdı. Neticede Kendal’ın canını Kadriye almayacaktı elbette, çünkü
bu ölüm bir nev-i ödül sayılırdı ve senaristlerimiz hiçbir suçu
ödüllendirmezdi. İşte tam bu noktada kaldık.
MEMLEKET GELİYOR
Ekip çok kısa bir tatilden sonra, yeni sezonun ilk bölümünün büyük
bir kısmını çekmiş olmanın verdiği zaman fırsatından yararlanarak, Murat
Saraçoğlu’nun ‘Memleket’ adındaki sinema filmine odaklandılar.
Memleket’in hikayesi de Saraçoğlu’na ait. Filmde Şerif Sezer, Osman
Sonant, Hikmet Karagöz, Mesut Akusta ve Zeynep Atış rol alıyor. Memleket
filminin konusu yönetmenin anlatımına göre şöyle: Memleket zaman,
hayat, geçmiş ve ölüm duygusunun ruhlarını giderek daha çok kavradığı
iki yaşlı insanın nehir kıyısındaki, insanlardan uzak küçük evlerine
“yabancı” bir çocuğun izinsiz girmesiyle iç dünyalarının
derinliklerindeki iyilikle, kötülükle ve vicdanlarıyla karşılaşmasını
büyük sözler sarf etmeden anlatıyor. Bu küçük ailenin hayatına temas
eden başka insanlarla da hikayesini genişletiyor.”
Evet, sinema ile bir küçük nefes arası verdikten sonra diziye geri
dönelim… Geçen sezon ha geldi, ha gelecek diye beklediğimiz, sezon
sonuna doğru da hikayeye gelen, lakin ayağının tozuyla da başka projeye
giden Özcan Deniz’in oynadığı ciğersiz Murat’ın anasını arayışlarıyla
başladık. Mert Yazıcıoğlu’ndan bahsedeyim birazcık size. Yazıyı toplamak
için bölümü yeniden izlerken, Kendal ile karşılıklı silahları
çektikleri rüya sahnesine bir kere daha baktım. Mert Yazıcıoğlu çok
şanslı bir oyuncu adayı. Evet, okul gibi deneyimler kazanabileceği bir
ekibin içinde çalışıyor, ama oyunculuk kumaşı ve ekran enerjisi var.
İleride çok sağlam bir oyuncu olacak fikrimce, hatta at fav’a bekle.
“MURAT MURADINDI, BENSE DÜŞÜP ÖLMEKTEN KORKTUĞUN BİR UÇURUM OLDUM”Yazarlar 50. bölümde bütün Şamverdi Konağı’nı mutfak robotuna atıp
iyice bir çalkalamış. Herkesin fazlası eksiği, derdi niyeti öyle
dökülmüş ki ortaya suskun Emine (Hülya Duyar) bile içini kustu, herkese
güzel bir ayar çekti. Bölüm detaylarına çok girmek istemiyorum ama
kişisel olarak aklımdaki soruların bir kısmına cevap aldığım, kalan
kısmı yerine ise yeni sorularla dolduğum bir bölüm oldu. Sezon finalini
izlerken gözyaşları içinde kalıp unuttuğumuz sorular vardı, cevap
beklediğim. Mesela mı? Şamverdi Konağı’nın ana kraliçesi Kadriye’nin,
evladı Kendal sebebiyle yaşadığı kırılma noktasının farklı etkilerini
hemen en başta görmek isterdim. Bir ana, evladının katil olduğunu,
üstelik de kendi doğurduğu diğer evladını öldürdüğünü öğrendi. “Adalete
teslim edeyim, parmağımı devlet kessin, kendimi de Allah’ın affına
adayayım, anayım neticede” demenin dışında bir karşılığı olmalıydı bu
ruh ihanetinin. Normal düzen giden hikayelerde böyle bir beklentim olmaz
da yazan arkadaşlar alıştırdı beni bu hikayede hep ters köşe bir ders
çıkarma işine. Eğer dramanın adaleti varsa Kadriye, başlığa koyduğum
cümlenin hesabını vermeli Kendal’a, önünde ya da sonunda…
Hikayeyi yürüten sır -yani bizim bildiğimiz ama karakterlerin bilmediği
sır- Baran’ın aslında Ebru’nun çocuğu olduğu ve Narin’e verildiği
gerçeği idi. Hikaye 49 bölüm boyunca sırtında bu sırla birlikte
seyirciyi de taşıdı. Listelerde lider oldu. Reyting rekorları kırdı.
Yeni bölümden anladığım kadarıyla hikaye yeni sezonda da bir süre daha
aynı sır üzerinden yürüyecek. Bana uyar. Hatta Ebru elinden evladının
alındığını öğrense ve bir anne olarak Baran’ın ruh halini göz önüne
aldığı için yine sırrın ortağı olarak yaşasa da bana uyar. Dediğim gibi
bu hikayeyi her şeyden bağımsız olarak sadece içinde barındırdığı müthiş
samimiyet sebebiyle izliyorum. Bütün ekibin yolu açık olsun.
Böyle işte,
R.