Okurken anlattığım
gözlerinizin önünde canlandı mı? Ben yazarken tek tek hayal ettim. Gallo gibi
sıkıcı, Küçük Emrah tipli bir kadınla Ömer gibi soğuk biriyle ilişki
yaşadığını.... Valla nereye koysam olmadı. Bir evlilikten çok onları iyi bir
ortak olarak hayal ettim. İş ortaklığını hayatlarında kimse olmadığı için resmi
bir ilişkiyle tamamlayan iki insan. Aynı evde yaşayıp, birlikte çalışmalarına
rağmen birbirlerinin hayatını pek de etkilemeyen...
Sizce Ömer’in aradığı bu
muydu? Ne demişti ta ilk gün: “Ben kapıdan içeri girdiğimde de gerçek olan bir
şey arıyorum.” İşte onun kaderinde Gallo yoktu. Eğer Gallo olsaydı, hayat
dediğimiz bu karmaşık şey ilk önce zaten onun karşısına Gallo’yu çıkarırdı.
Tesadüflerle Defne ile Ömer’i bir araya getirmezdi. Üstelik bir kere de
değil... İkisinin de hayatında dönüm noktası olan günlerde birbirlerine denk
gelmişlerdi. Defne’nin tasarım yarışmasını kazanması, Ömer’in İtalya’ya gittiği
gün... Ve sonra Defne’nin hayatının en büyük sınavı olan ağabeyinin borcuyla
yüzleşmesi gün. İleride bu geçmiş rastlantılar yeniden önümüze koyulur mu
bilmiyorum ama onların rastlaştığını bilmek bile benim yüzümde bir gülümsemeye
neden oluyor. Çünkü Defne anlamasa bile şu anda onun kaderinde Ömer olduğunu
ben biliyorum. Ya da tam tersi...
Onun korkarak sürekli
dile getirdiği o “eğer” li paralel evren benim içimi sıkmaktan başka bir işe
yaramadı. Aynen Defne’nin gördüğü kâbustaki gibi mükemmelliği bir kenara
bırakın fanların sosyal medyada yaptıkları Photoshop’lu kareler gibi
uyumsuzluğun gibiydi. Aşkta mükemmel bir uyumdan daha ötesi vardır. Bazen aynı
olmaktan çok farklı olmak gerekir. Kendinde eksik olanı, karşındakiyle
tamamlamak. Uyum aynı özelliklere sahip olmak değildir, uyum bir puzzle’ın
eksik parçasını tamamlayabilmektir. Bu konuda Sinan bize bu hafta çok güzel bir
ders vermedi mi?
“Ben Sude’yi hiçbir zaman seni sevdiğim gibi
sevmedim. Beraber büyüdük, aramızda bir şeyler geçti ama olmadı. Temel
farklılıklar vardı aramızda. Bazı farklar vardır, uzaklaştırır. Bazı farklar
ise yakınlaştırır.”
Ömer ile Defne’nin
farklılıkları ise onları yakınlaştıran şeydi. Ne demişti Defne, sabah
kendisinin gönlünü almak için eve gelen Ömer’e; “Sen şimdi ben yokum, yapayalnızsın, yalnızsın, ama çok yalnızsın,
ölüyorsun yalnızlıktan, Fikret geldi.” İşte her şeyin cevabı kendi
söylediğin cümlede yatıyordu. Ömer o hayatına girmeden önce yapayalnızdı.
Ölüyordu yalnızlıktan. Ama şimdi değil. Defne de bunu farkında herhalde ki “benim senin ilk hayatına girdiğim zaman
gibi yalnızdın” diyor. Şimdi yalnız olmadığı belirtiyor aslında bir nevi...
Çünkü kader Defne’yi onun
hayatına soktu, Defne’nin hayatına soktuğu Ömer gibi... Onlar belki aynı
değillerdi temelde, ancak hayatta ihtiyaç duydukları şeyleri birbirlerine
vererek şahane olmayı başarmışlardı! Bölüm başında kalbimizi fethettikleri o
anlarda buna hepimiz şahit olduk. İki kişi bile olmayı bilmeyen Ömer, artık
Defne ile ‘biz’ olmaktan öte tek beden olmuşlardı. Aşklarına rağmen
aralarındaki mesafe artık tuzla buz olmuştu. Neriman’ın evinde aileler tanıştığında
Ömer, “Mutlu sonu hayal ediyorum, karım olduğun günü” demişti. Aslında Ömer’in
dediği mutlu son belki de bu bölüm başı izlediğimizdi. Evlilik işin sadece
formalite kısmıydı.
Artık Defne ile Ömer her zamankinden daha da yakınlardı. Ömer’in
gerçeği buydu. Gallo’nun ona sunacağı paralel evren değil. Yoğun iş temposuna
bir toplantı daha sığdırmak için “zaman yarat diyen” Ömer, artık sevdiği
kadınla olabilmek adına boş zaman peşine düşüyor. Ya da sabahın ilk ışıklarında
kalkarken Defne’den daha geç uyanıyor. İşe gitmek yerine sevdiği kadınla baş
başa bir gün geçirmeyi tercih ediyor. Hatta tüm yaz işten uzaklaşarak Defne ile
Yunan adalarını gezmek istiyor. Defne’nin ışığıyla aydınlanıyor, onun naif
ruhuyla Koray ile bile baş edecek sabra sahip oluyor. Canımın için...
Canımsın... Sevgilim... Bizim
gerçeğimizdeki Ömer İplikçi bu sözleri ağzından sevdiği kadın için çıkaran
Ömer’dir. O soğuk buzlar kralının içinden çıkan romantik prenstir.
Kaderin Ömer ile Defne’ye
layık gördüğü hayat böylesine aşk ve mutluluk doluydu. Ancak tek beden olmaları
bile Defne’nin korkularını yok etmeye yetmiyordu. Geçen hafta da yazmıştım
Defne aşkın gücüne inanmıyor. Kendisine kızmıyorum, haklı buluyorum. Bazen
içinde bulunduğumuz cenderede korkudan önümüzdeki ışığı göremeyiz. Defne de ta en
derinden hissetse bile Ömer’in ondan vazgeçeceğini sanıyor. O kadar fazla etken
var ki burada: Kendi geçmişinden gelen aile sorunları, Neriman’ın hiç durmadan
tekrarladığı sözler, Ömer’in hayatına giren kadınları kendisinden üstün
görmesi, Ömer’i kendi gözünde ilahlaştırması ve tabi ki oyunbazlardan nefret
eden Ömer’e bir oyun oynamış olması. Hepsi bir araya geldiği zaman Defne’nin
kaybetme korkusu en zirve noktaya geliyor. Ömer de çok net bir insan olduğunda,
onun kafasındaki karmaşık düşünceleri anlamakta zorlanıyor. Bizim gözümüzde çok
büyüttüğümüz bir olayı bile aslında bizler kadar abartmıyor. Gallo’nun mavi
saçlı kız olduğunu öğrendiğimizden beri Defne dâhil herkesin aklında aynı soru
vardı: “Acaba Ömer de bunun bir işaret olduğunu sanır da, kafası karışır mı?”
Yazı devam ediyor..