Çok
küçük yaşlardan beri neden, niçin diyerek dizi izlerdim ancak artık dizileri
mesleki hassasiyetle izler oldum, kafamın içinden mekânsal analizler yapıyorum.
İşte bu yüzden Medcezir’in Altınkoyu’nu analiz etmeden duramadım. Aslında Altınkoy
ve Tozludere, Medcezir’de zengin fakir çatışmasını, hep izlediğimiz gibi,
mahalleler üzerinden sistematize etmek için varlar. Tozludere aşağı yukarı
izlemeye alışık olduğumuz varoş mahallelerden pek farklı değil. Ancak Altınkoy;
sterilize zenginliği, parti salonlarından taşırıp nerdeyse koskoca bir semtle
anlatmaya çalışıyor. Aşk-ı Memnu’da izlediğimiz salon zenginlerinin kapılarının
önü gerçek hayata, İstanbul sokaklarına çıkarken Altınkoy, yaşadığımız,
yürüdüğümüz dünyadan ayrı, başka bir dünya, bir nevi ütopya.
İlk
bölümde Selim’in, Yaman’ı ilk defa Altınkoy’a getirdiği sahneden de anlıyoruz ki
Altınkoy şehir merkezinden uzak, ormanlık alanlarla iyice şehirden kopmuş,
tanımlı sınırları, giriş kapıları ve kapılarında güvenlikleri var. Mira’nın ve
Mert’in de dediği gibi bir nevi akvaryum. Peki denilebilir ki günbegün böyle
strelize lüks siteler artıyor bunun neresi ütopya? Aslında gerçekler de bir
zamanlar ütopyaydı ve ilerde gerçek Altınkoy’larımız olacak maalesef. Ama
şimdilik Altınkoy gibi, bir ömrün içinden hiç çıkılmadan idare edilebileceği,
kendi gelir seviyenizin altında bir insanla sizin hizmetliniz olması haricinde
karşılaşmadan yaşayabileceğiniz; bir inşaat harikamız yok!
Mert’in
“Bu dünyaya gözlerimi açtım” sözleri, Mert ve yaşıtları, yani bizim gençler
ekibinin tamamı için -belirtilmese de- söylenebilir. Altınkoy’daki hastanede
doğup, Altınkoy’daki okullarda okuyorlar (üniversite dahil), Altınkoy sahilinde
yüzüp Altınkoy’daki klüpte sosyalleşip, A.Ş.K vakfının düzenlediği
etkinliklerde eğleniyorlar sonra Altınkoy’daki residanslarda işe gidecekler ve
Altınkoy mahalle sakinlerinden, yaşıtlarından birileriyle evlenip Altınkoy’da
bir mülk de onlar alacaklar belki de. İşte bir ömür döngüsünü kapsayan Altınkoy
ütopyası. Bu nedenle Altınkoylu gençlerin kendilerinden olmayan biri ile
karşılaşma ihtimalleri hayli düşükken hayatlarının ortasına Yaman gibi bi tipin
düşmesi dizi sebebi oluyor.
Peki
kağıt üstünde baya fantastik olan Altınkoy’u izlerken biz ne kadar
hissedebiliyoruz bu steril yeni dünyayı? Evet senaryoda ultra zengin bir
cemiyetin mekânsal var oluşu pek çok şekilde betimleniyor, hatta öyle ki
yanılmıyorsam senaryoda İstanbul’da olduğumuzu anlayabileceğimiz bir detay
bulmak hayli zor. Her fırsatta, gördüğümüz her köşenin (banka, okul, hastane,
üniversite, kafe, spor salonu ve daha niceleri) Altınkoy’un içinde olduğu
vurgulanıyor. Ama gözlerimiz bunlara inanmakta güçlük çekiyor. Çöplük kenarındaki
tenis kortu Altınkoyun ultra sterilize atmosferinden çok, mahalle arası bir
spor tesisini andırıyor. Yine Altınkoy sınırları içinde olduğu iddia edilen sahil
ise; çöp tenekesinden, bankına, ağacından çiçeğine orta halli zihniye sahip bir Belediye'ye ait oluşunu bas
bas bağırıyor.
Kapalı
mekanların görselleştirilmesinde Altınkoy kurgusuna darbe indirecek bir sıkıntı
yok bence çünkü onlar daha kişiye, karaktere özel olabilir. Ama Altınkoy’un
açık ve ortak alanları çekim mekanı olarak kullanılırken biz bu ütopik
akvaryumsu dünyada hissetmek yerine istanbul'da çekime uygun bir köşede
olduğumuzu anlayıveriyoruz. O sırada sahnedeki karakter Altınkoy sınırları
içinde olduğumuza dair bir şeyler söylerken kafamızdaki mekan imgesi hata
veriyor.
Senaryoda
Altınkoy’u alalade bir lüks siteden öteye götürmek benim nezdimde güzel bir
eleştiri yapmaktır. “Bakın bu site duvarlarının suyu çıkıyor, sitelere
hapsoluyoruz, sınıfsal farklılık mekânsal farklılığa da sıçrıyor” demektir
ancak bunu diziyi izlerken sadece laf arasından çıkarmak etkiyi bir hayli
azaltıyor. Tabi bir de karakterlerin bu durumdan muzdarip olmaması hali var.
Hep aynı kafeye, aynı restorana gitmelerine rağmen kimse henüz sıkılmışa
benzemiyorlar. Çünkü hapsoldukları hapishanenin demir parmaklıkları şeffaf.
Yaman
ise isyan çıkarmak yerine onlardan biri olmak için yırtınıyor. Halbuki ilk
bölümlerde Mira’nın aslında bu dünyadan bıktığına dair pek çok sinyal almıştık,
hatta bu nedenle Yaman’dan etkilenmemiş miydi? Yani demem o ki, başta Altınkoy
ile yapılan korunaklı site eleştirisi daha sağlam adımlarla gelirken, bu
dünyanın yaratılamamasından kaynaklı senaryo da bu yönde hayli kan kaybetti ve bildiğimiz
anlamda güvenlikli bir site olmakla gerçek bir ütopya, yepyeni bir dünya olmak
arasında sıkışıp kaldı.
Velasıl
benim ağzıma bir parça bal çalındı ve hâlâ bekliyorum; senaryoda bu dünyaya
dair yerinde eleştiriler ve detaylar, ekranda gereğinden fazla steril sokaklar,
sahiller, sıkıcı lüks mekanlar görmeyi. Umarım senaryonun en büyük destekçisi
Altınkoy hak ettiği özeni görür ikinci sezonda. Biz de sıradan bir güvenlikli
sitedeki entrikaları değil de bir insan akvaryumu izlediğimizi iliklerimize
kadar hissederiz.