Bir bakış attın, kalbimi
yaktın!
Ah Ömer İplikçi ah... İyi
ki varsın canım. Geçen hafta bölüm sonu attığın bakışla herkesin kalbini pek
bir yaktın. Yüksek gerilim hattında bir hafta geçirdi herkes sayende. Uzun bir
süredir kendini Defne’nin savunma avukatı ilan eden ben, bir bakmışım ki bu
hikayede en çok kızdığım kişilerden biri olan seni savunuyorum.
Ketumsun, buzlar
kralısın, bir heykel gibi donuksun... Sana bugüne kadar demediğim kalmadı. Heh
oldun, heh olacaksın derken sabırla bekledim evrim geçirmeni. Ama hiçbir zaman
bir saniye bile aşkından şüphe duymadım. Bu nedenle bıkmadan usanmadan tüm
hafta herkese karşı pek bir savundum senin o bakışlarını. Ancak haklı olarak
kimse Gallo’nun zararsız olduğunu görmeden rahatlamayacaktı. Ben ne kadar senin
egonu törpülemek için geldi desem de, insan kendi gözüyle görmeden inanmıyor.
İşte tüm bu düşüncelerle Kiralık Aşk izleyicisi bu hafta geçti ekran karşısına.
Hafif korku, yüksek beklenti... Sonra ne mi oldu? Geçtiğimiz hafta başlayan
yüksek gerilim hattı bölüm finaliyle zirveye ulaştı. Ama merak etme bu sefer
suç sende değil. Bizleri hafif bir korkuttun ama bu sefer suç senin
bakışlarından çok senariste yıkıldı.
Peki, neden mi kızdık?
Sen ve o çok sevdiğimiz Defo’muzu birlikte pek göremedik diye. İzleyicilerin
bir kısmı elinde telefon sosyal medyada tüm sinirini atmaya çalıştı, bir kısmı
ise sinirden sıkı sıkı tuttuğu kumandayı televizyona atmamak için kendini zor
tuttu. Ben galiba ikinci sınıfa giriyorum. O kumandayla ne yapacağımı
bilemedim. Ancak benim sinirim sizin sahne azlığından çok hiç durmadan karşıma
çıkan Nihan ile Serdar ikilisindendi. Hayatın tüm gerçekçiliğiyle bizim
mucizeler masalımızın tam ortasına yerleşmişlerdi. Eminim yeni evli, çocuk
sahibi olmak isteyen her üç aileden birinin yaşadığı sorunu gözler önüne
sermişlerdi. Ne acı dedim kendi kendime.. Evet, acı ama biz niye bunları bu
kadar detaylı bilmek zorundayız diye çıldırdım durdum. Özellikle de karşı
karşıya geldikleri her sahnede bizleri uçuran Defne ile Ömer’in o güzel
aşklarını izlemek varken...
Kopuk sahneler, anlamsız
hikayeler, bir türlü gerçekleşmeyen diyaloglar, yenilmeyen yemekler,
gerçekleşmeyen hayaller derken Defne ile Ömer’in hikayesi kendi kendine
yuvarlanıp gidiyor gibi göründü herkese. 10 bölümden fazla süren bir ayrılık da
ortada olurken sinirler tabi arşa erdi. Ancak yine de tüm bu olumsuz detaylara
rağmen kızamadım ben ya! O son sahneyle birlikte televizyonu yüzümde bir
gülümsemeyle kapattım ve kumandayı sakince kenara koydum. Ve başladım bölüm
boyunca olanları düşünmeye... Düşündükçe de her zamanki Debbish oldum yine.
Sinirim yerine mantığa bıraktı ve sonunda pembe gözlüklerimi takarak bilgisayar
başına geçtim.
DOSTLAR SOFRASINA HOŞGELDİNİZ!
Bugün Kiralık Aşk
ailesinin en ‘Polyanna’ üyesi olarak tüm cesaretimi topluyor ve hevesi kırılan
dostlarımı sakinleştirme görevini üstüme alıyorum.
Biraz soluklanalım, nefes
alalım, hatta durun durun size bir kahve yapayım. Kahve sevmeyenlere ise çay
önerim var. Hem de tavşan kanı! Bir de onların yanına en sevdiğim elmalı
tarttan yaptım mı, keyfimize diyecek yok.
En sevdiğim şeydir dostlar
sofrası. O masaya oturmak zordur. Sevgi, emek ister. Ama bir kere oturdun mu da
sırtın bir daha yere gelmez. Yeri geldiğinde gülünür, yeri geldiğinde ağlanır
hep birlikte.. Bazen susulur, bazen ise dostlarımız sayesinde görünmeyenin
arkasındakileri görme şansına sahip oluruz. Aynen şimdi olduğu gibi... Birçok
farklı duyguyu bir arada yaşadığımız bölümün ardından yine bir araya geldik
sizlerle. Tamamsak siz soluklanırken ben de hazırlıklara hemen başlayayım. Bir
yandan da sizlere çok sevdiğim bir hikayeyi Kabak ile Kavak Ağacı’nın
hikayesini anlatayım. Ardından da sofraya geçer tatlı yer tatlı tatlı konuşur
ve biz sinir krizleri geçirirken neler olmuş bir onlara bakarız ne dersiniz?
“Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi
boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye
başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş bir hızla büyümüş ve
neredeyse kavak ağacı ile aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa:
- Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?
-On yılda,
demiş kavak.
- On yılda mı? diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış
kabak.
- Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim
bak!
- Doğru, demiş kavak.
Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk
rüzgârları başladığında kabak üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar
arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış. Sormuş endişeyle kavağa:
- Neler oluyor bana ağaç?
- Ölüyorsun, demiş kavak.
- Niçin?
- Benim on yılda geldiğim yere, iki ayda gelmeye
çalıştığın için.”
Yazı devam ediyor..