Kiralık Aşk: Yine bir yeşil

Kiralık Aşk: Yine bir yeşil
Kim derdi ki bir masal; sihirli bir değnekle, hem de ucundaki o parlak yıldızla, tüm ahengiyle, kalbimizde hiç dinmeyecek bir melodinin yankılanmasına neden olacak diye. Ve yine kim derdi ki tarif edilemeyen garip bir tebessümü dudaklarımıza oturtacak, karnımızda hafif kelebekler uçurtacak, sabırsızlandıracak, heyecanlandıracak, usul usul içimize işleyecek ve gönlümüzü fethedecek o "naif" aşk. Kiralık Aşk bu hafta tüm ihtişamıyla, en favori şarkımla da bana sürpriz yaparak başlaması ayrı bir güzellikti, beni benden aldı. "Olmazsan Olmaz", Güliz Ayla'nın sesiyle, tüm büyüsüyle derinden, ama bu sefer hayranı olduğum dizinin içinde yeni bir anlam kazanarak yüreğime kazındı.

Bir adet güzel mi güzel, şirin mi şirin bir prensesin uyuyan prensini izlemesine, bu şarkı sözleri eşliğinde tanıklık ettik. Ama ne tanıklık! Gülücüklerle bezenmiş, içten ve sevgi dolu Defne'nin bakışları arasında, gözünü açan uyku mahmuru Ömer'in mutluluğuna şahit olduk. O kadar muhtaç ki sevilmeye Ömer, hemen açtı koynunu, sarmaladı prensesini. Onlar mutlu, biz daha mutlu olduk. Bir gün değil, her gün birlikte olabileceklerinin ön denemesiydi bu koltuğa uzanış, sarılış, sohbet ediş halleri... Birlikte yapılan kahvaltının tadına onlar değil, aslında bu sahneleri görmeye özlem duyan bizler doyamadık. Niye seviyoruz biz bu Kiralık Aşk'ı?! Çünkü bir bakmışsınız "Sevme" şiiriyle gözünüzden süzülen damlaların sebebi, güvenmiyorum" sözüyle kızgınlığınızın, yüzünüze, dilinize yansıyışı, "yapabilirsin" telkiniyle ümitleniş, "iyi ki varsın" sözüyle duyulan sevgi, "evet, tabiki de evet" sözüyle hissedilen aşk ve mutluluk, daha saymakla bitmeyen sahnelerle donanmış, ardı arkası kesilmeyen duygu sellerini yaşatıyor bizlere.

Ve kahvaltı sahnesi de bunlardan sadece biriydi. Birbirlerine sundukları çaylar ve kahveler ne kadar doğaldı, huzur duyduk... Bir kadının çayına şekerini bile karıştırmayı unutmayan kibar, düşünceli bir erkeğin, bir kere daha tüm kadınlara hatırlatılması da güzel bir mesajdı. Arkasından birbirleriyle yaşamayı öğrenmeye başlayan çiftimizin, banyo önü karşılaşmaları da pek keyifliydi. Her ikisi de bir değişimin için de artık; yaşayarak öğreniyorlar. Defne çekinmiyor, bornozunun orasını burasını çekiştirip, kendini saklama yolunu da seçmedi. Salına salına odasına yürüdü. Ömer'e gelince gözlerde son bulan, aşık erkek bakışlarına yaraşır şekilde, sevdiceğini coşkuyla süzdü ve süzmelerede salınan Defne'nin arkasından yutkunarak devam etti. Eminim hepinizin dudak kenarlarında hissedilen ufak kırışıklıklar oluşmuştur bu sahne de. Genelde yazılarımda hep Defne'nin tarafında bulurum kendimi. Ama bu bölüm de "The One and Only Ömer İplikçi" demekten kendimi alamadım. Sadece "tek ve eşsiz olan" Ömer İplikçi'miz, bu bölüme altın harflerle adını yazdırmayı başarmadı mı? Ne dersiniz?

Bir şirket kurmuş Ömer İplikçi, kardeşi dediği en yakın arkadaşı Sinan'la. Aslında şirket değil, büyük bir aile kurmuşlar. Ömer, her bir çalışanını tek tek tanımış. Üstün körü bir tanıma değil, tanımış olmak için bir tanıma da değil. Bir dost, bir arkadaş, bir kardeş  gibi hepsinin hayatlarına dokunarak tanımış, takip etmiş. Emeklerine saygı duymuş, değer vermiş, sıkıntılarına kayıtsız kalmamış, yardım etmiş. Ve o mağrur Ömer çalışanlarını, onların ailelerini dar boğazda bırakmamak adına, benim "karabasan" dediğim Tranba'nın, bahar koleksiyonu teklifine bile evet diyebilecek kadar kendisinden vazgeçebilirmiş. Sırf çalışanları işsiz kalmasın, eve ekmek götürebilsin, çocuk okuta bilsin, evlenebilsin vb... Bu tarz patronların sayının artmasını ve Ömer İplikçi'yi de örnek almalarını ümit ediyorum.


Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER