Kiralık Aşk: Çanak çömlek patladı

Kiralık Aşk: Çanak çömlek patladı
Hayatında hiç saklambaç oynamamış olanımız yoktur herhalde. Benim küçükken sokak aralarında oynamayı en sevdiğim oyunlardandı. Çocuk aklımla o saklanma heyecanını, sobelenmeden oyunu bitirebilme çabasını çok adrenalin dolu bulurdum. Sonra tabi büyüdük ve bu oyunları ardımızda bıraktık. Veya biz öyle zannettik… Saklambaç oynayan kaleye mum diksin! Çünkü hayat oyununda yorulduğumuzda mızıkçılık yapıp “Küstüm oynamıyorum!” diye köşemize çekilerek kendi dünyamızda saklambaca devam ediyoruz. Ebe gelip bizi bulana kadar, canımız yandığında, bazen bir kitabın sayfalarına saklanıyoruz, bazen düşlerimize, bazen de sadece sıcak bir ebeveyn kucağına. Tıpkı “çocuk” Defne ve “yetişkin” Ömer’in defalarca yaptığı gibi. Defne zaten 17. Bölümde kendini İz’den, Ömer’in etrafındakilerden korumaya çalıştığını haykırmıştı. Hem Ömer değil miydi ustasına hayattan kaçarak, eskisi gibi onun dükkânındaki derme çatma yatağa kıvrılmak istediğini itiraf eden?

Akıl hep kendimizi korumayı öğütler, riskler almamayı, korunaklı alanımızdan çıkmamayı. Aksine davranmak ancak tutkularımızın yönlendirmesi ve yüreğimizin ‘yüreklendirmesiyle’ mümkün olur. Ama kolay değildir aklımızı susturup yüreğimizin sesine kulak vermek. Çünkü naif insanların yüreği bağırmaz, usulca söyler isteklerini. Sesi derinden geldiği için de bu kadar zor oluyor Defne ile Ömer’in onun yönlendirmesiyle hareket etmeleri, akıllarının saklanmalarını tembihlediği kuytu köşelerinden çıkmaları. Zaten o yüzden Ömer de hala daha Defne’nin kabuğunu kıramadığını vurguluyor. Adam cüret etmesini istiyor Defne’nin, saklandığı kabuğundan çıkmasını, 'yüreklilik’ göstermesini! Bir önceki akşam gösterdiği cesaret öylesine hoşuna gitmişti ki devamını bekliyor. Yok artık öyle vurkaç! Tam dönülmez akşamın ufkuna varmak üzereyken, gene kötü sesli reklam gibi araya girenler yüzünden sadece ufka uzaktan bakmakla yetinmek zorunda kalınca devamını arzulaması normal tabi.

"Kimse Bilmez” şarkısı çaldığı bölüme ayrı bir güzellik katıyor benim gözümde. Kim bilir, belki de şarkının yeri bende apayrı olduğu için öyle hissediyorumdur. Ama bu şarkının fonda olduğu her sahnede ikisinin de bakışları daha bir manalı, daha bir derin gelmiyor mu size de? Kendi gülüne baktıkça yüreği çırpınan güzel bülbülümüz Defne’nin, karıştırılan çayı için gözleriyle teşekkür ederken pıtır pıtır atan kalbinin sesini sadece ben duymuyorum değil mi? O, uzakta telefonuyla konuşurken Ömer de onu öyle güzel izliyor ki, sanki gözleriyle Defne’nin saçlarını okşuyor, gidip arkasından sarılıyor, yanağına huzur dolu bir öpücük bırakıyor gibi. (Ayol bunlar resmen gül ile bülbül volume two!) Bir yandan da yüreğinin sesini duymaya çalışıyor çünkü kendi içinde hala bir hesaplaşma yaşıyor. Boşa koyuyor dolmuyor, doluya koyuyor almıyor. Defneli fakat tekinsiz bir mutluluk mu yoksa güvenli ama tatsız bir ömür mü? Değer mi acaba mutluluğu dibine kadar yaşamak için prensiplerinden ödün vermeye, birazcık daha eğilip bükülmeye? Oysaki ‘sevgili Sezen’ cevabı yıllar önce vermiş; “değer canım değer elbet, değer bir tanem aşk için her şeye”.

Tüm bu muhakemeye rağmen fikirlerinde değişmeyen tek nokta ise bu ayrılığı ve uzaklaşmayı aslında Defne’nin istediği düşüncesi. Ustası ile son dertleşmesinde Defne’nin gidemediği için kendisini ötelediğini söylemiş idi. Hâlâ daha da tam hayatlarını birleştirmek üzereyken Defne’nin uzaklaşmayı seçtiğini sanıyor. Bunu duyduğumda Defne gibi “Nasıl ya?" tepkisi verdiğim doğrudur. Ama sonra bir durup düşününce, meseleye Defne’nin prangalarını hiç bilmeyen Ömer’in gözünden bakınca bir parça hak vermeden de edemedim. Defne bilinçli olarak uzaklaşmadı elbette Ömer’den, aksine ona tam manasıyla kavuşabilmek için uğraştı didindi, deyim yerindeyse şeytanla pazarlığa bile oturdu. Ama işte tam bu sebeple aralarına ister istemez sırları da yerleştiriverdi. O sırlar da, zaten hali hazırda insanlara güvenmek konusunda sıkıntıları olan Ömer’i Defne’den uzaklaştırdı maalesef. Ayrı yataklarda akan iki ayrı nehir tam da birleşip çağıl çağıl çağlayacakken önlerine hidroelektrik santrali kurulmuş gibi kalakaldılar, suları çekildi.

“Önümüzde barajlar var bu su hiç durmaz/Bu su hiç durmaz”*
Durmasın da zaten, onlar sabır ile o kadar çok sınandılar ki bunun sonunda mükafat olarak yeni şansları çoktan hak ettiler.

Tam da ayrı ayrı akan hayat nehirlerini birleştirmeye karar verdikleri, Defne’nin evlilik teklifini coşkuyla kabul ettiği noktada hiç tanışmamış gibi yapmaları, aşktan önceki ve sonraki Defne hakkında konuşmaları oldukça ironikti. Hepimiz değişen Defne’yi, onun eskiden daha sakin davrandığını, daha huzur dolu bir hayatı olduğunu dile getiriyorduk zaten. O da kendindeki bu değişiminin farkındaymış işte. Aşkın ve daha da önemlisi ayrılığın altüst ettiği dengesi yüzünden eski Defne olması artık mümkün değil. Mümkünü olsa da, bu halini sevmese de Defnem istemiyor ki. Bu konuda tutarlı işte. Daha Cherie’de çalışmaya başlamadan önce İso ile dertleştiği sırada, acısıyla tatlısıyla Ömer’i ve onunla yaşadığı tüm anları ömrünün sonuna kadar en kıymetli hazinesi olarak saklamak istediğini dile getirmişti zaten. Elleri bomboş kalacağına rengarenk kristallerin yanı sıra can kırıklarını taşımayı, avuçlarının kanamasını da çoktan kabullenmişti. “Hayallerle yaşayacağına anılarla öl.” diyenler doğru demiş demek ki.

Karşındakine siz diye hitap etmek, hayatına dair bilinen ayrıntıları bilmezden gelip yeniden yeniden sormak dile nispeten kolay belki ama insanın canına tam da böyle zamanlarda kasteden hafıza için hiç kolay değildi hiçbir şey yaşanmamış gibi yapmak. Ömer’in dediği gibi golf “malum sopasız olmuyor” ama işte Allah’ın sopası yok. Anıları yağmur gibi yağdırıyor üzerilerine. O sopayı ilk tutuşlarından bu yana ne çok şey yaşandı değil mi? Yüzümde tatlı bir gülümsemeyle eski hallerini hayal eder, şimdiki atışmalarını izlerken, aşktan sonraki Defne’nin kendini nasıl bir ispat çabasına girdiğini o an fark ettim.(Günaydın!) Golf oynayan Defne, resmen konkurdaki Defne idi! Edindiği bir başarıyla hemen gaza gelip işi kaptığını sanması, Ömer’le kapışmak istemesi ve tabi ki yenilmesini biz daha evvel konkur sürecinde izlemiştik. Ama konkur sırasında bu tavırlarını nasıl itici bulduysam, golf oynarkenki tavırlarını da bir o kadar sevdim, beni hiç rahatsız etmedi bu halleri. Sanırım bölümler içinde önce golf oynamalarını sonra konkuru izlemiş olsaydık oradaki Defne’yi de garipsemezdik, “aşktan sonraki Defne’nin” genel hali bu derdik. Ancak bu halini ilk kez konkurda görünce olay biraz işsel rekabet ve çokça da hırs olarak yansıdı bize. “Daha dünkü ‘çocuk’ koskoca Ömer İplikçi ile aşık atmaya çalışıyor.” diye burun kıvırdı çoğu kişi. Oysa ben bu bölümde daha iyi anladım ki Defne kendini ispatlamak istiyor. Bu aşka da, Ömer’e de yetebileceğini çocuksu bir inatlaşmayla anlatmaya çalışıyor. Bana kalırsa bu hali bilinçli de değil; kendisini ispatlayarak Ömer’le yeniden bir ilişkiye başlamak uğruna atmıyor bu adımları. Çünkü o da Ömer’in güvenmiyorum sözüne oldukça kırılmış. Bu halde olmak istemediklerini söyleyen Ömer’e, uzak durmayı teklif edebiliyor hala içi kan ağlaya ağlaya. Defne’nin tek derdi Ömer’in gözündeki eski Defne algısını silebilmek. Sonra… Sonrası Allah kerim.

İz’in Ömer’e artık “el gibi” uzak kaldığını, bunun aksine Ömer’in Defne’ye eli kadar muhtaç olduğunu daha evvel söylemiştim. Hayatının, Defne’nin bir çift beyaz güvercin gibi narin ellerinde şekillenmesini arzulamış olan Ömer bu sefer de tasarımların onun ellerinde şekillenmesine izin verdi. İz’in fularla zorla bağlayıp da olduramadığı bütünlük, Defne ile Ömer’in birleşen ellerinde kendiliğinden oluştu. Araya giren zaman hiç yaşanmamış gibi yerini hiç yadırgamadan kavuşan elleri her zamanki gibi güzellikler doğurdu. İz ile bir çizgi bile çizemeyen Ömer, Defne’nin elini kendi eli gibi benimseyerek gene klasına yakışır, son derece şık ve iddialı bir tasarım çıkardı ortaya.

Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum**
 
El ele oldukça daha güçlü hissediyorlar kendilerini ister istemez. Sevgi dolu anneannesi ve kardeşleri yanında olan Defne neyse de, anne babasını kaybettiğinden beri kendini hep yalnız hisseden Ömer özellikle daha da muhtaç Defne’nin varlığına. Bunu kendine yedirmesi epey zaman aldı ama artık farkındadır diye düşünüyorum. Hem ona hem de ondan gelecek kalabalığa muhtaç. İkisinin birden elinin değdiği her şey güzelleşiyor, çoğalıyor. Bu bazen bir ev, bazen bir çiçek, bazen de bir çizim olabiliyor. Bu nedenle Defne’nin, dudağından alınan minnacık çikolata kalıntısının matrixte yarattığı kırılma sayesinde gördüğü rüyada dillendirilen üçüncü şahsın güzelliğini şimdiden hayal edebiliyorum.

Sahi o rüya sahnesi nasıl bir şeydi öyle? Sahneye geçişimiz ayrı güzel, sahnenin çekimi ayrı güzel, oyunculuklar ayrı güzeldi. Defne’nin her fırsatta baktığı gökteki bulutların üstündeydiler sanırım o sahnede. Bembeyaz çarşaflar ve aydınlık bir çekim sayesinde yumuşacık, pırıl pırıl ve de çok naif bir aktarım olmuştu. Ömer’in yatağında hep koyu renk saten çarşaflar serilidir genelde. Ama Defne’nin rüyasında özellikle beyazın saflığı, sadeliği ve göz kamaştırıcılığı kullanılmıştı. Elimizden tutup bizi de saklandıkları çarşafın altına buyur ettiler. Bu beyaz büyünün içindeki tek siyah da Defneydi yine de. Acaba Defne kendine çok kızdığı için bilinçaltında bile kendini öyle bir kareye layık bulmuyor da ondan mı siyahlara büründü? Belki kendini bu oyunda saf ve temiz görmediği için beyazlara layık bulmuyor olabilir ama benim gözümde o, bu oyunun en mağdurlarından dolayısıyla da en masumlarından biri. En güzel, en Ace ile yıkanmış ve ilk günkü gibi beyazlara layık kendisi. Misal bir gelinliğe... Aşıkların tuttukları fallara, gördükleri düşlere inanmak gerekir derler. Biz bunu test ettik onayladık; Ömer’in rüyasının çileksiz versiyonunu, hem de iki defa, gördük. Sıra geldi “sonsuz aşklarının ilk yıldızını” gene yıldızlardan dileyen Defne’nin düşlerini gerçekleştirmeye.

Sevgilim saadet ikimizindir
Göklerden gelen bir yadigar gibi***
 
Hep böyle değil midir zaten? Derdimize dermanı, hayatımızın aşkını, işte, okulda veya sınavda başarılı olmayı dilerken göklerden medet ummaz mıyız hep? Yaygın inanışa göre göğün yedi katı olduğu söylenir. Elbet bir katından birinden duyulur sesimiz değil mi? O yüzden, çocukluğundan beri kendini yıldızlarla özdeşleştiren Defne’nin de mutluluğu, naif hayallerini ve hatta belki minik bir ‘yıldız kızını’ gökyüzüne bakarak dilemesi çok normal. Yakında sen de biz de görürüz Ömercim merak etme. Böylesine önemli bir söz söylenerek en azından izleyenlerin aklına karpuz kabuğu düşürüldüyse elbet vardır bir nedeni.

Ayrıldıklarından beri düşünüyorum bunlar yeniden nasıl bir araya gelecekler diye. Başka çıkar yolu yokmuş gibi ya bu güveni yeniden inşa edecekler ya da Ömer her şeyi boş verip yeniden Defne’nin elini tutacak deyip durdum. Ömer gibi sadece siyahı ve beyazı düşünmeye programlandıysam demek ki. Nedense Ömer’in kendi içindeki hesaplaşmalarına rağmen geriye dönüp “Hadi Defne, bana yeniden anlat her şeyi!” deme ihtimalini hiç düşünmemiştim, derdini kendi içinde çözecek ve Defne’nin karşısına çıkacak gibi gelmişti. Belki de bu soru karşısında Defne’nin dillerinin yine lâl olacağını bildiğimden bu ihtimali aklıma getirmek istemedim. Aksini çok istesem de Defne’nin dilinin ucunu ısıran kelimeler gene dökülemeyecektir dudaklarından, boğazın dokuz boğumundan birine saklanacaklar. Ama o sıcak ve duygu yüklü sahneyi de gördükten sonra dileğim; sıkça dile getirilen Ömer’in kiralık aşk oyununu bildiği teorisinin gerçek olmaması. Ömer öyle samimi ve öyle acı çekerek soruyor ki neden bir türlü birlikte olamadıklarını, bu hali yalnızca Defne’ye gerçeği itiraf ettirmek içinse, oyunbazlığına gerçekten bozulurum.

İleriye dönük verilen sinyaller, bazen duvara, bazen kağıda aktarılan hayallerden sonra müsaadenizle ben de göğe bakarak bir dilek diliyorum bu hafta. Artık Defne de Ömer de kendi inlerine saklanmasınlar, kuytu köşelerine dönmesinler. Sevdiğinin dudaklarıyla silinen inci tanesi gibi gözyaşları, çaresizlikten değil, yalnızca mutluluktan aksın. Çanak çömlek patladı artık çocuklar, oyunlar bitti çıkın ortaya!

* Bu su hiç durmaz, Bülent Ortaçgil
**Göğe Bakma Durağı, Turgut Uyar
***Çocuklar Gibi, Sabahattin Âli
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER