HBO'nun bu yıl çok beğeni toplayan dizisi Olive Kitteridge, Elizabet Strout'un 2009'da Pulitzer Ödülü alan aynı adlı kitabından uyarlandı. 4 bölümden oluşan bir mini-dizi. Kitap bizde Kül Mevsimi adıyla Pegasus Yayınları'ndan
çıktı. Biraz kitaptan bahsedelim önce dilerseniz. Kül Mevsimi,
olgunluğu ve sonrasında gelişen aşamaları ele alıyor. Daha çok
"yaşlanmak" sorunsalı üzerinde duruyor. Sorunsal dedik, çünkü günümüzün
insanın yaşlanmamak adına ne tür işlere kalkıştığını anlatmak sayfalar
sürer, biliyorsunuz. Strout'un çok güzel bir dili var. Betimlemelere,
tasvirlere hasta oldum. Okudukça okumak, anlatılan tasvirlerden kareler
hayal etmek oldukça kolay. Sizler ne yapıp edin, kitabı alıp okuyun.
Sonra benim yaptığım gibi diziyi izleyin.
Olive Kitteridge,
New England'ın bir sahil kasabasında yaşayan küçük insanların küçük
sorunlarına tanıklık ediyor. Bu sayede bizlerde görüyoruz bu küçük
insanların hikayesini. Küçük insanlardan kasıt edilen, "kendi halinde,
kimseye zararı olmayan; bizdeki deyişle "kendi yağında kavrulan" yaşam
modeli. Sahil kasabasında yaşayan bu insanların hikayelerini, Olive
Kitteridge'in gözünden izliyoruz. Karakteri dıştan disiplinli, sert ve
ekşi suratlı ama içten yumuşak bir kalbe sahip kadın görüyoruz. Uzun
lafın kısası, klişe bir karakter. Ama, işin aması şu; Frances McDormand bu
tip için seçilen en iyi aktris. Mükemmel düzeyde bir performans veriyor
bizlere. Hani, ben kitabı okurken bile, bu kadar iyi canlandıramadım
karakteri. Başka birisini alıp koysanız inanın sırıtacak. Hüzün,
tebessüm, endişe ve şaşkınlık... Kısacası hayatın sillesi bu kadının
yüzünde vücut bulmuş halini izliyoruz. Çok başarılı.
Bahçesi çiçeklerle boğulan bir kadına çiçek aldınız. Teşekkürler bayım!Giderek
açılan hikaye, bizlerin değişen zamanın değiştirdiği insanları
gösteriyor. Elbette, bu yaşlanmış ve karakter kişiliklerini tamamlamış
yaşlılarda değil. Onların çocukları olarak karşımıza çıkıyor. "Değişen
dünyada değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir." sözünü kanıtlarcasına
bunun gerçek olduğuna her saniye daha çok inanıyoruz. Kuşakların
hikayesine tanık oluyoruz bir nevi. Bundan sonrası acı verici. Geçen her
saniyenin değişime gebe olduğunu hüzünle de olsa anlıyorsunuz. Bir nevi
eski tüfeklerin öyküsü bu. Fakat artık patlamayan ve pas tutmuş
tüfekler...
Hayaller elma kabuğu, gerçekler su yılanı! Dizinin
müziklerine ayrı bayıldım. Durumun temposuna göre çok güzel ayak
uyduran türden. Kafanızı yormayan, dinginliğini koruyan parçalar mevcut.
Klasik parçalar ve slow müzikler durumu iyi kotarıyor. Kasabada
yaşlanan insanların hayata tutunmasını izlerken, bir an önce bu yerden
kurtulma çabasında olan gençler de göreceksiniz. Tabii, olgunların
gözünden okunan "büyümek için acele etmeyin" bakışını unutmamak gerek.
Bu dizinin, kesinlikle "gençlere okulda" ders şeklinde okutulması gerek.
Çünkü, çok iyi mesajlar içerdiği gibi, hayat konusunda inanılmaz
tüyolar veriyor. Hayatı daha yaşanılır kılma sebeplerini sunmasa da,
nasıl daha iyi yaşanır, bunu gösteriyor kişiye. Unutmadan,
Richard Jenkins'e
ayrı bayıldım. Hele ki, bir gülme sahne var ki, anlatılmaz izlenir... O
nasıl bir içten oyunculuk, nasıl bir meslek aşkı. Ayakta alkışlıyorum.

Sanırım kayboldum! Yeni bir başlangıç -veya bir son! Mini-dizinin yapımcılığında Frances McDormand ve
Tom Hanks'i
görüyoruz. Oyuncu hem destek olup oynamış, hem de yapımcılığını
üstlenmiş. Beni çok etkileyen bu dizinin sizlerinde izlemesini tavsiye
ediyorum. Eminim çok seveceksiniz. Ağır dram severler, salya sümük
aktıracak kadar ağır bir aile draması beklemesin. Kendi halinde ama
işini çok iyi yapan, eli yüzü düzgün bir mini macera izlemek isteyenlere
tavsiye ediyorum. Dram konusunda şunu söylemek lazım. Fazlasıyla
realist bir dram türüne imza atmışlar. İnanılmaz gerçekçi. Benim
yaptığım gibi, lütfen önce kitabını okuyun, daha sonra dizisini izleyin.
Keyifle!