‘Onur Ünlü kafası’ ile benim kafamın eskisi gibi
uyuşmadığını anlayalı çok oldu. Bir zamanlar hiçbir işini kaçırmaz, filmlerini
vizyon günü 11.00 seansında izlerken, şimdilerde ‘keşke biraz dursa’ diyorum. Eksikleriyle
dahi bazı işlerinin yeri başkadır, orası ayrı. Zaman geçtikçe beğeniler de
değişebilir nihayetinde.
Bir yönetmenin işlerini sevmeyebilirim tabii. Ama beni Onur
Ünlü’den buz gibi soğutan hadise, Cinemaximum’a karşı belgesel hazırlayıp çok
geçmeden Cinemaximum’larda gösterilen bir filmi, Cingöz Recai’yi yönetmesiydi.
İşte o an, ‘Onur Ünlü kafası’nın hiç de üzerine konuşulan bir kafa olmadığını
anladım. Aslına bakarsanız Onur Ünlü’nün tüm işleri için ‘ultra farklıdır, mutlaka
sevilmelidir’ tavrına da karşıyım. Son zamanlarda cebimde biriktirdiğim hayal
kırıklıkları elime batarken bunu bir kez daha anladım. Gönül isterdi ki, hayal
kırıklıklarımı toplayıp gidebileceğim kalitede bir iş olsun Dudullu Postası.
Fakat yine olmadı.
Penguen çizeri Serkan Yılmaz’ın yarattığı Dudullu Postası
karikatür serisinden ilham alınarak hazırlanan proje, BluTv’de seyirci karşısına çıktı. Kadrosunda Güven Kıraç, Erkan Can, Bülent Şakrak, Ayda Aksel,
Hazar Ergüçlü, Taner Ölmez, Ahmet Rıfat Şungar, Levent Tülek, Aslı Bekiroğlu ve
Özgür Emre Yıldırım’ın buluştuğu dizi kayıp babaları arayarak başladı ekran
macerasına.
Dudullu Postası’nın ilk bölümü; ilk bölüm olduğundan bihaber,
yorgun ve de bıkkın sanki. Yokuşu çıkarken yolda kalan arabayı arkadan
iktirircesine akan bazı sahneler dışında yavaş ve sıkıcı bir akışa sahip.
BluTV, dijital yayıncılığa getirdiği nefesle bence çok
kıymetli. Farklı türlerden hoşlanan seyircileri aynı platformda buluşturması,
düzenli bir yayın akışına sahip oluşu ve en çok da yeni bir soluk getirme
niyetini attığı her adımda samimiyetle göstermesi BluTV’yi desteklemek için
yeter de artar. ‘Para verdim, bana kusursuz içerikler sunmak zorundasınız!’
diyenlerden değilim. Bir anda mükemmel dijital projelerle baş başa
kalamayacağımızın da farkındayım. Ama Dudullu Postası’nı izlerken üzüldüm.
Koca bölüm boyunca sadece bir kere güldüm mesela. Bir kere. O
da Özgür Emre Yıldırım’la karşılaştığımızda. Top sahasının önünde garip garip
hareketler yapan insanlar topluluğuna göz ucuyla bakıp kafamı çevirdim.
Babalardan birinin en sevdiği hareketi gördükçe kendi kendime söylendim. Ve şaşırmadım.
Daha da kötüsü beni gelecek bölüme taşıyacak bir sahneye denk gelip de
heyecanlanmadım.
Dudullu Postası; ses getirecek, keyifle izlenecek bir proje
olsun isterdim. Çünkü dijitalde yayınlanan her iş, 1-0 önde başlar benim
gözümde. İzlerim, izlensin isterim.
Hani hep denir ya; yerli diziler, yersiz uzun olduğu için
kalite düşüyor. Uzun dizi süreleri iyi hikayeler, başarılı yönetmenlikler,
keyif veren oyunculuklar izlememizi engelliyor. Sanıyorum ki mesele dizi
sürelerinden çok daha öte. Elde rahat rahat hazırlanılabilecek, yorulmadan hikayenin
derdini anlatabileceği 60 dakika var. Fakat bu durumun güzelliklerinden
yararlanmak yerine top çevrilmiş bölüm boyunca. Karakterleri tanımak gerekli
elbet ama hikayenin içinde tanıştığımız karakterler de tadından yenmezdi. Dağınık
bir kurguyla, bir oraya bir buraya gitmektense net ve çarpıcı bir tanışma
merasimini tercih ederdim ben. Ve bölüm sona erdiğinde ne izlediğimi anlamak.
Kara komediye mesafeli değilim, aksine oldukça da severim. Fakat bu iş, zerre
keyif vermedi bana.
Dudullu Postası’nda emeği geçen herkesin emeklerine sağlık. Sevenlere,
seyredenlere iyi seyirler. Umarım gelecek bölümler, ilk bölümden kat kat iyi
olur.