O zamanlar Star 1 ismiyle yayın yapan
Star TV’de ilk yayınlandığında, özellikle genç nesli ekran
başına kitleyen Twin Peaks, üzerinden 25 yıla yakın bir
süre geçse de hala tüm zamanların en iyi dizileri listesinde ilk
sıralarda. Dizinin yayınlandığı dönem bir nevi çığır
açmasının en önemli sebebi ise, dönemin pembe dizileri arasında
televizyon izleyicilerine ayrıksı ve sanatsal bir sinema deneyimi
yaşatması. O ana dek televizyon tarihinin görmediği bir
sürrealizmi pop kültürü ile bir araya getiren, çekim teknikleri
ve kültürel göstergeleri ile ana akım pembe dizilerinden kendini
sıyıran (dizide yeri geldiğinde bununla dalga geçen) ve Amerikan
dizi tarihinde kendisinden sonra gelecek tüm eserleri derinden
etkileyecek olan Twin Peaks, sinema tarihinde zaten başımızın
üstünde yeri olan David Lynch’in ve televizyon tarihinde daha
önceki işleri ile kendini kanıtlamış Mark Frost’un benzersiz
bir iş birliği.
Twin Peaks ilk bölümünden
itibaren, salt bir polisiye gerilim türüne ait olmakla kalmaz, aynı
zamanda psikolojik gerilim, komedi, noir ve korku gibi birçok
janrdan beslenir ve yer yer pembe dizi estetiğinden de yararlanır.
Bu, o zamana dek hiçbir televizyon dizisinin üstesinden gelmeye
cüret edemeyeceği bir deneyimdir. Lynch ve Frost ise, televizyon
dizilerinin anlatıyı genişletmeye ve karakterleri derinleştirmeye
olanak sağlayan formundan sonuna kadar yararlanır. Böylece ortaya,
29 bölümlük bir Lynch & Frost şaheseri ortaya çıkar.
Diziye başlamadan önce donut’larınızı ve bir termos dolusu
koyu kahvenizi hazır bulundurmanız şiddetle tavsiye edilir.
Dizi, adını Twin Peaks denen
bir kasabadan alır. Twin Peaks, dağlar arasında sıkışmış,
geniş ormanlarla kaplı ve tüm dış dünyadan soyutlanmış
görünen masalsı bir kasabadır. Kasabanın sakinliği ilk bölümden
itibaren, herkesin herkesi tanıdığı kasabada oldukça sevilen
Laura Palmer adlı genç kızın cesedinin bulunmasıyla bozulacak,
cinayeti araştırmaya gelen FBI Ajanı Dale Cooper’ın kasabaya
gelişiyle masum kasabamızın sınırlarından daha da büyük
sırları ifşa olacaktır.
Bir karakterin de ajana söylediği gibi:
“Sen geldin, ve basit bir rüya bir kabusa dönüştü.”
Kasabalının tuhaf sırlarının yanı sıra, deşifre olan tüm
çarpık ilişkiler, uyuşturucu trafiği, kasaba ekonomisinin
çevreye zarar veren politikalar temeline oturması, seks işçiliği
ve ormanda hayat bulan mistikve karanlık güçler tüm “katili
bulma” hikayesinin ana temelini oluşturacaktır. Biz de Dale
Cooper ve bölge polislerinin peşinden Laura’nın katilinin izini
sürerken, aslında kasabanın sırlarının da peşinden koşup, tüm
kasabalının kendine has hikayelerinin içine gireceğiz.
Korsan gözlüklü Nadine, dizi tarihinin en iyi yan karakterlerinden
biri.
Twin Peaks’in en güçlü
olduğu tarafı elbette yarattığı birbirinden ilginç karakter.
Kot ceketi ve kot pantalonuyla gelmiş geçmiş en tüyler ürpertici
kötü adam Bob, kendini 18 yaşında liseli zanneden korsan gözlüklü
Nadine, çocuğunun babasının kim olduğuna bir türlü karar
veremeyen Lucy, kızının ölümünün ardından olur olmaz şarkı
söyleyip dans etmeye başlayan baba Leland Palmer, Laura’ya aşık
hippi psiyatrist Dr. Jacoby, kahve makinesinin içinde balık bulan
naif karakter Pete Martell, X-Files’tan tanıdığımız trans
rolündeki David Duchovny ve elbette kulakları az işittiği için
bağıra çağıra konuşan FBI Ajanı rolündeki David Lynch! Ayrıca
halüsinasyonlardaki devler, rüyalardaki cüceler, baykuşlar ve
orman… Ve elbette televizyon tarihinin gelmiş geçmiş en iyi
ajanı Dale Cooper. (Saçlarına düşen aklarla nerede rol alırsa
alsın bizim için hala genç ve karizmatik “Ajan Cooper”) Bir
diziyi daha da sevilesi yapan başka ne olabilir ki!
David Lynch’in alamet-i farikası
olan rüya sahneleri ise dizinin ana odaklarından birini
oluşturuyor. Rüyaları, gerçekliği yeniden üretmek olarak
algılamış ve rüyaların kendi sembolik anlatımını sinemasal
forma büründürememiş sinema ve dizi yönetmenlerine, rüyaların
kendine özgü atmosferinin nasıl kurulacağı konusunda tüm
filmografisiyle adeta ders veren David Lynch’in Twin Peaks’te
de aynı başarıyı göstermesi başlı başına sinema okullarında
ders olarak okutulacak türde. Kırmızı bir odada, cinayetinin
peşine düştüğünüz kız ve bir cüce ile yaşlanmış halinizin
bir arada olduğunu düşünün. Cüce size anlam veremediğiniz bir
takım sözler ediyor ve sonra kalkıp dans etmeye başlıyor! Hiçbir
nedensellik ve mantıksal açıklamanın olmadığı rüyaları,
David Lynch’ten daha iyi ekrana getirebilecek birini tanıyor
musunuz? Ben tanımıyorum.
“That gum you like is going to come back in style”
Diziyi eleştirebileceğim tek nokta
ise şu olabilir: Keşke Laura’nın kuzenini de Laura Palmer’a
hayat veren Sheryl Lee değil de bir başkası oynasaydı. Böylece,
Laura sadece saç rengi değişmiş ve gözlük takmış haliyle
karşımıza dikilmezdi. Elbette, Kuzen Meggy’nin kasabalılara ve
katile Laura’yı hatırlatma işlevi önemli. Ancak, bu benzerlik
farklı bir şekilde kotarılabilirdi demeden de edemiyorum. Ne de
olsa sinema tarihinden az da olsa alışkınız, esas kızın fiilen
anlatıda yer almayıp izlerinin ve hayalinin sürekli diziye sinmiş
olmasına. Böylesi bir cast seçimi ve anlatım tarzı, bizim
Laura’nın kendisiyle birlikte süreklediği sırlarına
ulaşmamızdaki heyecanımızı ve merakımızı daha fazla
körükleyebilirdi.
Ne olduysa bu kareden sonra oldu zaten.
Son olarak, 29 bölüm ve iki sezonluk
ömrü olan dizinin, katilin ortaya çıkmasıyla düşen
reytinglerin kurbanı olup, kısa bir süre devam ettiğini de
hatırlayalım. Dizinin hayranlarına doyurucu bir final verebilmek
için dizinin bir de “Fire Walked With Me” adlı film versiyonunu
da aklımızda tutalım. İnternet sitelerinde ajan Cooper’ın hiç
göremediğimiz asistanı Diane’e yaptığı ses kayıtlarının ve
dizinin muhteşem ve ürpertici müziklerinin halen favori listelerde
olduğunu bilelim. Ve en sonunda, geçtiğimiz aylarda Twin Peaks
hayranlarını sevinçten ağlatan haberin David Lynch ve Mark
Frost’un Twitter sayfalarından geldiğini söyleyerek yazıyı
bitirelim.
İkilinin aynı anda attığı “that
gum you like is going to come back in style” tweet’i ortalığı
salladı. Sonrasında da duyduk ki, 2016 yılında Showtime’da
dizinin devamı başlıyor. Yine 9 bölümlük bir sezon ve yine aynı
oyuncularla! E artık kahvelerimizi hazırlayıp masayı simetrik bir
şekilde dizdiğimiz donut’larla doldurmanın vakti geldi.
Alemin en ahlaksız listesini yaptık!