Fikir sahibi uzman seyircinin ergen folkloruyla imtihanı
İhtiyarlıktan mütevellit olsa gerek, benim
için sinema ve televizyon işleri drama ve komediden ibarettir; hadi bilemedin,
bu ikisinin mahirce harmanlandığı melezlerden. Ne korku-gerilim türü ile aram
iyidir ne bilim kurguyla. Arada seyrederim elbet; ama onlar da ya aramın niye bozuk
olduğunu hatırlamaya yarar, ya da “şunu seyrettin mi” diyen bir arkadaşın içime
düşürdüğü kurt sebebiyledir.
Eski
kafalılığım bir Netflix dizisini daha görüp de görmezden gelmeye niyetlenmişken,
aklı hür, vicdanı hür, dimağı hür ve bu sebeple de bütün janralara eşit
mesafede durmayı bilen kendisi gibi enerjisi de genç bir tanıdığım “Stranger Things’i seyrettin mi” dediğinde
hafiften kurtlanmaya başlamışken, üstüne bir de “The Twilight Zone seyreder miydin” diye kurtlara elleriyle börek
açınca, oturup izlemek farz oldu.
Oturdum
izledim.. İlk sezonun tamamını olmasa bile, nacizane bir fikir sahibi
olabilecek kadar Stranger Things bölümü
devirdim. 1959-1964 Rod Serling üretimi ilk jenerasyon The Twilight Zone serisinin epey bir bölümünü de zaten, uyarlama
haklarını almaya niyetlenmiş bir prodüktör arkadaşımın talebiyle seyretmiştim
zamanında -yine de, hatırlamak için rastgele seçtiğim birkaç bölüme yeniden baktım.
Ben
bu ikisi arasındaki platonik ilişki üzerine kafa yorup yazmaya durmuşken, siteye
Aytaç Kara’nın
şu yazısı düşünce anladım ki o platoniklik
benim naivliğimmiş; meğer ortada bir grup kaynaşması varmış! Ulysse Thevenon üşenmemiş,
Stranger Things’in en az on iki
öncülüyle benzeşen sahnelerini tek tek bulup çıkartmış. [Bazılarını da lüzumsuz
yere zorlamış: En az yirmi farklı filmde baltayla duvar parçalama sahnesi
sayarım size!] Neyse..
Hâl
böyle olunca, bu yazının da seyri değişti mecburen.. Bilgilendim, ‘uzman’
seyirci oldum; bundan sonra okuyacaklarınız, yeni fikir sahibi taze uzman seyirci
görüşüdür.
Alma o deliği kadraja Emmanuel, lâf olur!...
Biz bu ‘benzeşme hâlini’ en son, Iñárritu’nun The Revenant filmindeki bazı sahneleri, kimi Tarkovsky filmlerindeki sahnelerden ‘ayniyle esinlendiği’ üzerine dönen tartışmalardan hatırlıyoruz. Orada da Tarkovskyperver münevverler on beş civarı sahneyi karşılaştırıp yan yana koymuşlardı önümüze de, bu intihâl yaygarası [bir bizde bir de muhtemelen Rusya’da] Oscar töreninin bile önüne geçmişti.
[Hamiş: Bakalım Nuri Bilge Ceylan filmleriyle Angelopulos filmleri arasındaki benzerliklerin dedektifliğine ilk kim heves edecek.]
Buradan devam edersek.. Herhalde kıymetli Alejandro kardeşimiz, Tarkovsky filmlerini kendisinden başka seyreden olmadığını düşünmemiştir. Hakezâ, Duffer Biraderler de Thevenon’un dedektiflediği silsilenin, bilhassa janranın müptelalarınca ezbere bilindiğinin de farkındadırlar. Yerini bildiğin şey kaybolmuş sayılmaz fıkrasından mülhem, herkesin malûmu olanı alıp kendisininmiş gibi ilâm edeni de ne o köyde ne bu köyde adamdan sayarlar; kaldı ki her köyde senaryo okuyan bir muhtar, prodüksiyona onay veren jandarmalar var.
O halde ne? O halde şu: Adam/lar o sahneleri çok sevmiş kullanmışlar. “Ustalar, sizinkiler Strange şeylerdi, bizimki Daha Strange” demişler. Muhtarı, jandarması sorun görmemiş, asıl işlerin sahipleri de telif problemi çıkarmamışsa, Thevenon kardeşin işgüzarlığı görse görse magazin haberi muamelesi görür. Kimden? Yukarıda zikrettiğimiz muhteremlerden. Fikir sahibi uzman seyirciden? İşte orası biraz karışık..
Iñárritu’nun sahneleri Tarkovsky sahnelerine çok benziyordu hakikaten. Ama Iñárritu orada on bin yıllık bir hikâyeyi, ustasından da aldığı destekle kendi üslubuyla anlatmıştı. Beğenirsiniz, beğenmezsiniz [tek bir sebep yüzünden ben bu cenahtayım meselâ], paşa gönlünüz bilir; lâkin The Revenant özelindeki durum, ‘yeni öykü yoktur, yeni öyküleme vardır” kalıbına, zamane kızlarının iki beden küçük blucinlerine sığması gibi olsa da biraz, sığar. Sığmıştır da..
Duffer Biraderler’in durumu ise biraz farklı. Türün meraklısı olmadığım için, Stranger Things bölümlerini seyrederken, ne yalan söyleyeyim, önceli işlerle benzerliklerini hiç fark etmedim; kendimi hikâyeye kaptırdım, kimi zaman takdirle [az], kimi zaman tekdirle [çok] de olsa keyifle seyrettim. Beğendim/Çok Beğendim/Bayıldım seçeneklerinden sonuncusunu yazının girişinde bahsettiğim şahsi sebepler yüzünden elersek, kalan iki seçenekten ilkine meylettim; beğendim..
Takdir-tekdir meselesine geçmeden önce, bu arkadaşların durumu neden farklı, onu konuşalım biraz.. Duffer Biraderler’in işi, neresinden bakarsan bak, -bilgi sahibi uzman seyirciyim ya artık- netice itibariyle bir kolaj üretim havasında. Daha önce yapılmış benzer işlerin, direkt ya da dolaylı, üzerine oturmuş; hikâye benzerlikleri, karakter benzerlikleri, sahne benzerlikleri ve saire.. Henüz otuzlu yaşların başlarında iki kardeş, büyürken hayran oldukları işlere benzer bir iş yapmışlar ve de altından kalkmayı bilmişler. Problem? Problem yok [Var!]; enstrümantalistlere de müziğe ilk başladıklarında, o alandaki en başarılı ustaları ‘taklit’ etmeleri salık verilir -‘örnek almak’ demedim dikkâtinizi çekerim- ustayı mot-a-mot taklit ederken ederken, kendi üslubunu yaratacağı varsayılır. Bizim biraderlerin de ustaları taklit etmesinde problem yok; yetenekli oldukları aşikâr olan ’84 doğumlu bu ikiz yiğitler de zamanla yoğurt yemenin kendilerine has yolunu bulacaklardır.
[Var!] dediğimiz problem nerede o zaman? ‘Kolaj’ meselesinde..
Eğer görücüye çıktığı her yerde bizim beğendiğimiz gibi beğenildiyse bu iş, ‘özgün’ yaratımların vay haline; ecnebi yapımcılar, bizim yapımcıların senelerdir sahip olduğu “buradaki şu şeyle, şuradaki o şeyi alalım, dün bir film seyrettim oradaki arama kurtarma sahnesini ekleyelim, çocukların kötü adamlardan kurtardıkları uzaylı değil de başka bir çocuk olsun” kafasına gelir de işin kolayına kaçıp buradan yürürlerse, hakikaten cümleten geçmiş olsun. Ama, benim diyen memleketin gayrı sâfi toplam milli hâsılâsını tek başına karşılayabilecek güçte bir endüstrinin bu yola tevessül edeceğine hiç ihtimâl vermiyorum –kim bilir ne şahane projeler vardır çekmecelerinde onların.
Netleştirelim: Duffer Biraderler’in yürüdüğü yolda bir sorun olduğunu düşünmüyorum; yeter ki, başkalarının bıraktığı ekmek kırıntılarına bel bağlayıp, kendi mihenk taşlarını dikmeyi, kendi kerteriz noktalarını bulmayı unutmasınlar. Bizi ekran karşısında hop oturtup hop kaldırmayı, gerim gerim germeyi becerdiklerine göre, belli ki kabiliyetli çocuklar. [Ne diyim?]
Yazı devam ediyor...