LUCIAN
MSAMATI - (JOHN
FAA)
• John Faa kim?
John Faa, Batı Çinganların
kralı. Lort Asriel'le uzun süreli bir ilişkisi var ve ona büyük saygı duyuyor
çünkü Lort Asriel daima Çingan hakları için savaşmış ya da dışlanmışların
hakları için diyelim. Hikâye başladığında bir süre savaşçı kral olmak zorunda
değil ama hikâyedeki olaylar yüzünden tekrar buna dönmek zorunda kalıyor. Yine
çekicini alıp kafa kırmaya mecbur kalıyor.
• Nasıl biri peki?
Bence John güçlü bir
birey. Çok ilkeli biri. Kimi inatçılık derecesinde ilkeleri olduğunu söylenebilir.
Ama lider olarak çok sağlam durmalı. Sağlam ve adil olmalı, herkes tarafından
çok saygı görüyor. Herkes için bir baba figürü. Bunun hepimizin başımızda
olmasını isteyeceğimiz türde, mantıklı bir lider olmasıyla da ilgisi var. Bir
şeyleri elleriyle yapmış, işleri halletmek için ellerini kirletmiş bir adam.
Bunlar sağlam, çalışan insanlar. Hayatları şundan ibaret: "Biz çalışırız,
işimizi yaparız, yasalara saygı duyarız, siz de bize saygı gösterirsiniz."
• Çinganlar kim?
Biz yabancıyız. Sanırım
gerçek dünyada bize en yakın olanlar elbette Çingeneler. İnsan, kültür ve
geçmişi karma insanların, ana akım olarak görülen şeyin dışında kendimize ait
bir kültür yaratmışız. Çok uzun süredir kendimizce çok şerefli ve gerçekçi bir
hayat sürüyoruz. Ama her zaman Çinganlar ve toplumun geri kalanı arasında her
zaman rahatsız edici bir ilişki olmuştur. Onlara şüpheyle bakılır ve bunun
büyük kısmı mesnetsizdir çünkü sadece farklı olduğumuz için durum böyledir.
Hiyerarşilerimiz farklı, rengimiz farklı. Biz birbirini kollayan, birbiri için
çalışan, birbirine bakan küresel bir aileyiz gerçekten. Aynı zamanda,
iktidardaki Otorite'nin ana akım olarak gördüğü, çok kuvvetli manevi inançlarımız
var. Bizim tarzımız yüzyıllardır böyle ve bununla gurur duyuyoruz.
• İlk His Dark Materials kitabını bilmeyenler için, hangi dünyada geçiyor?
İlginç. Sanırım bizimkine
çok benzeyen paralel bir evrende geçiyor ama bunun sebebi muhtemelen tarih,
kültür ve dinin 1950'lerde sıkışıp kalmış olması. Sivil haklar hareketinin hiç
olmadığını düşünün mesela. Britanya İmparatorluğunun eskisi gibi kaldığını
düşünün. Siyasi ve dini özgürlüklerin 18. yüzyıldaki gibi kaldığını ve
ilerleyemediğinizi düşünün. Evet, içinde bulunduğumuz dünya bu. Bizim dünyamıza
çok benziyor ama 50, 60, 70 yıl gerisinden geliyor gibi. Birazcık ilerlemeye
başlaması için bir 50, 60, 70 yıl daha geçmesi gerekiyor.
• Senaryoların hangi yanını sevdiniz?
İlk olarak ben büyük bir
Jack Thorne hayranıyım. Onunla daha önce çalışma ayrıcalığına sahip oldum, o
yüzden ismi zaten kaliteyi garanti ediyor. Onun ve Philip Pullman'ın
çalışmalarının harmanı bazı açılardan kusursuz. Daha başından, kaynak materyale
inanarak ve saygı duyarak bir iş çıkarılacağını biliyordum ama televizyon
mecrasının olasılıklarına karşı korkak da olmayacaktı. Edebi uyarlamalarla her
zaman mücadele edersiniz çünkü her zaman başka birinin hayal gücüyle mücadele
edersiniz. Bence en iyi uyarlamalar, sübjektif olsa bile, en başarılı ve en
tatmin edici olanlar karakterlerin, hikâyenin ruhuna hitap edenler. Ne
acayiptir ki, ancak adaptasyonu izlediğimizde "Evet, ruhu fazlasıyla
var" diyoruz. Kafamdakine benzemeyen bir oyuncu olması fark etmez,
karakterin ruhu varsa o zaman tamamdır.
• Bu hikâyenin özünde ne var sence?
Teknoloji ilerledikçe,
bilim çağındayız, bilgisayar çağındayız gibi geliyor. Her şey çok hızla
ilerliyor ve daha da çok olasılık var ve mistik ya da sihirli alanlar uçup
gidiyor. Ama ahlaki değerlerimiz, hayata dair sorular, ölüm, sevgi, şeref gibi
şeyler için aynısını söyleyemeyiz. Onlar ebedi şeyler, insanlar olarak sahip
olduğumuz temel dürtüler ve gitmezler, en azından benim için öyle. Bu kitaplar,
bir gencin bilinçlenmesini anlatıyor. "Dünyada annemle babamın bana
anlattığından daha çok şey oluyor"un farkına vardığı anı. Gençliğin isyanı
demek istiyorum ama onun da ötesinde. Şunu demeye duyulan açlık var:
"Hayır, şüphe ve inanç bir arada yaşar, bunun bir mahzuru yok. Ben
kesinliklere meydan okumalıyım."