Netflix’in yeni bombası “Triple Frontier”ın tanıtımı için
Avrupa’ya gelen Ben Affleck ve Oscar Isaac ile hem yeni filmlerini hem de
Netflix’le ilgili tartışmaları konuştuk.
Triple Frontier, yıllar boyunca Özel Kuvvetler’de
savaştıktan sonra sivil hayata dönen, yeteneklerini son kez kendi menfaatleri
için kullanmaya karar vererek bir uyuşturucu baronunu soymaya karar veren arkadaşları
anlatıyor. Film heyecanlı anlarıyla tipik bir soygun macerasına benzese de
özellikle ikinci yarısında oyuncularının güçlü performansıyla derinleşiyor.
• Triple
Frontier’ın Avrupa galası için Madrid’desiniz. Bu şehri seviyor musunuz?
Ben Affleck: Madrid’e bugüne kadar sadece iş için
gelebildim. 2004’te “Paycheck” için, 2008’de “Gone Baby Gone” için. Şimdi de
Triple Frontier için ama bu sefer biraz şehri gezme imkânım oldu. Çok güzel bir
yer.
Oscar Isaac: Yaklaşık 3 sene önce “The Promise” filminin
çekimleri için buradaydık. Sonra 18 farklı mekânda, bütün Güney İspanya’yı
gezdik. Ayrıca Madrid’de yaşayan akrabalarım da var.
• Triple Frontier,
Netflix’in son zamanlardaki en iddialı projelerinden. Platform, Roma ile
Oscar’larda büyük bir başarı kazandı. Ardından Spielberg’ün konu ile ilgili
bazı itirazları geldi (Yönetmen, Netflix filmlerinin Oscar’a aday olabilmesi
için en az 4 hafta sadece sinemalarda gösterilmesi gerektiğini iddia ediyor ve
bunun için bir kampanya başlatacağını duyurdu). Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
O: Bu durum biraz abartılıyor. Mesele Spielberg, Netflix’e
karşı değil, teknik bir konu. Spielberg her zaman filmlerin yanında yer aldı;
dijital devrim gerçekleşirken sinemanın güçlü bir şekilde hayatta kalması için
tüm desteğini verdi. Şu an bir geçiş dönemindeyiz. Film nasıl izlenir konusunda
bazı şeyler bundan sonra aynı olmayacak. “Jaws” çıktığında blockbuster (gişe
canavarı) filmler değişmişti. Her şey birkaç on yılda bir değişmek zorunda, biz
de bunun ortasındayız. İnsanlar yeni içeriğe aç olduğundan sanatçıların,
yönetmenlerin ve aktörlerin farklı işler yapmak için streaming’de daha fazla
fırsatı var. Elbette hepimiz sinema salonuna gitmeye ve anlatılan hikayeleri
bir toplulukla izlemeye değer veriyoruz. Ama üretilen bunca içeriği, anlatılan
farklı hikayeleri, sinemada gösterim şansı yakalayamayacak eserlerin
erişilebilir olduğunu düşününce streaming platformlarının büyük önemi var.
B: Basın öyle görmek istese de bu kişisel bir çatışma değil.
Oscar’ın da dediği gibi teknik bir mesele. Tartışılan şey bir kural; filmlerin
ödüllere aday olabilmesi için streaming’e gelmeden önce sadece sinemalarda ne
kadar gösterilmesi gerektiği. Bu süre de her ülkede farklı. Bence streaming
platformlarıyla ilgili esas heyecan verici şey daha çeşitli bir yelpazede
filmlerin yapılmasına imkân tanıması. Çünkü filmleri sinemada gösterime
sokmanın maddi bir yükü var. Eskiden film, şimdi dijital baskılara çok para harcamak
gerekiyor. Reklam bütçesi çok ağır. Halbuki her kitleyi memnun etmek için
çekilmemiş bir filminiz varsa Netflix hangi izleyicisinin neyi seyredip
beğendiğini biliyor. Dolayısıyla bu filmleri bireysel olarak size
tanıtabiliyor. Böylece ilk hafta ne kadar seyirci çeker, çekmezse gösterimde
kalamam, sonra televizyon kanallarına da ucuza satmam gerekir gibi endişeler
yaşamadan çok farklı işler yapabiliyorsunuz.
O: Benim eşim bir belgesel yönetmeni. Yıllar boyunca
sanatçılar filmlerini birkaç hafta gösterip, Oscar kriterlerini sağlamak için
sinema salonlarını kapattılar. Yani bu fikir zaten daha küçük filmler için
yıllardır var.
B: Bence eninde sonunda bu sorular kendi kendine
cevaplanacak; pazara göre, talebe göre. Eğer sinemada film izleme deneyiminin
yok olması gibi bir tehlike söz konusu olsaydı endişelenirdim. Ama bunun
olacağını sanmıyorum. İnsanlar sinemaya gitmek istediğinde gidip izleyecekler,
sonra bu filmler streaming platformlarında gösterilmeye devam edecek. Ödüllere
aday olma kurallarını ise ilgili kurullar ve gruplar belirleyecek. Bizim işimiz
olmayacak bu.
• Sizce bu filmi
sinemada izlememek seyirci için bir kayıp olacak mı? Çünkü bol aksiyonlu, büyük
bir film olmasına rağmen kitlenizin çok büyük kısmı Netflix üzerinden
izleyecek.
B: Film sinemalarda da gösterileceği için isteyenler gidip
sinema salonunda izleyebilecek, bu kıymetli bir şey. Netflix bir streaming
platformu olmasına rağmen, sinema deneyimini kesinlikle önemsiyor. Mesela Dolby
Atmos mix kullanıyor, bu da çok sinemasal bir tecrübe sunuyor. Color correction
özellikle Dolby Vision için yapıldı, böylece üstün bir renk kontrastı
sunuluyor, özellikle siyah tonlarının zenginliği konusunda. Yani sinemada ya da
Netflix’te izlemeyi her film için aynı şekilde kıyaslayamayız.
•Yıllar içinde, bu
filmdekiler de dahil, oldukça karmaşık karakterlere hayat verdiniz. Bir rolü
kabul ederken aradığınız kriterler nelerdir? O: Benim için tek bir faktör yok. Karaktere koşulsuz şekilde
âşık olmam, duygusal olarak bir şeylerin beni etkilemesi gerekiyor. Hakkında
okuyabileceğim, üzerinde düşünüp ilgili kişilerle tartışabileceğim, birkaç ay
boyunca araştırabileceğim bir rol olmalı. Hayal gücümü tetiklemeli ve merakımı
uzun süre boyunca canlı tutmalı. Bu filmle ilgili en önemli unsurlardan biri yönetmen
J.C. Chandor ile “A Most Violent Year” filminde çok iyi bir çalışma tecrübesi
yaşamış olmamdı. Ayrıca projede sadece hayran olduğum aktörlerle değil Pedro
Pascal, Garrett Hedlund gibi arkadaşlarımla da oynama fırsatı yakaladım.
Konusunun da çok ilgi çekici olduğunu düşündüm. Filmin ana hikayelerinden biri
hayatlarını işlerine adayan bu adamların sonrasında neler yaşadıkları. Ayrıca
kötü insanlardan çalmalarının etik olup olmadığı gibi sorular da var.
B: Benim cevabım da Oscar’a benzer. Genellikle yönetmen en
önemli unsur. J.C. hayran olduğum biri, çalıştığımız cast da çok saygı duyduğum
ve beni daha iyi kılacağına inandığım insanlar. Oscar’ın da dediği gibi
hikâyenin birden çok boyutu var. Hem bir karakter draması hem de heyecan verici
bir aksiyon. Bu da kendi içinde zorlayıcı. Askeri hayattan sonra sivil hayata
dönüşün sonuçlarına da değiniyor.
•Kötü bir adamdan
çalmanın ahlaki boyutu açısından ne düşünüyorsunuz? B: Bu soru ve filmin sorduğu diğer sorulan işin en ilginç
tarafı. Film bunun kesin bir cevabını vermiyor. Davranışlarınıza ahlaki
kılıflar uydurmak domino etkisi gibi bir süreç. Bir şeye evet diyorsun, sonra
ikincisini yapmak kolaylaşıyor. Öykünün bu açıdan sevdiğim taraflarından biri
izlerken fikrinizin sürekli değişmesi. Özellikle Oscar’ın karakteri grubun geri
kalanına yaptıkları için bahaneler sunuyor ve onlar da etkileniyor.
O: Neredeyse Macbeth benzeri bir havası var. Bu karakterleri
izlerken kusurlarını görüyorsunuz ama yine de onları desteklemeye devam
ediyorsunuz. Sınırı gitgide zorluyorlar ve hangi aşamada kötü karakterlere
dönüştüklerine karar vermek size kalıyor. Adam soymaya kalktıklarında mı?
“Evden çıkarken herkesi öldürmemiz gerekiyor” dediklerinde mi? Belki bu aşamada
bile izleyici öldürmeye karar verdikleri kişilerin uyuşturucu satıcısı
olduklarını düşünüp hak verebilir. Ya da köylülerle karşı karşıya geldiklerinde
mi? O zaman da “nasıl olsa kokain yetiştiriyorlar” denilebilir mi? Ahlaki sınır sürekli öteleniyor ve bu da filmin
ilginç yanlarından biri.
B: Bu, hikâye anlatıcılığında özenilen bir şeydir aslında.
Birçok hikâyede veya senaryoda kalıplar çok bellidir. Net işaretlerle seyirciye
nasıl hissetmesi, kime sempati duyması gerektiği bağıra çağıra söylenir.
Bunların birbirine girdiği bir hikâye anlatmaksa çok ilgi çekici, özellikle de
böyle büyük ve komplike bir aksiyon filminde. Bu da yönetmenimizin başarısı.
• Askeriyeden sonra
normal hayata dönüş, kendini yeniden tanımlamak hakkında filmin söylediklerini
nasıl yorumluyorsunuz?
O: Bu insanlar yıllar boyunca ülkeleri için kendilerini
sadece fiziksel olarak değil zihinsel olarak da kurban ediyorlar. Sonrasında
döndüklerinde ise bir anda sivil hayata, bunun ekonomik, duygusal sonuçlarına
alışın deniliyor, yardım eli uzatılmıyor. Filmin en ciddi noktalarından biri de
bu. Savaşmak varoluşsal açıdan, ruhsal açıdan çok derin bir durum. Normal bir
iş değil. Bu insanların üstlendikleri ağır yük genellikle fark edilmiyor ve
gereken desteği sunmak için yeterli altyapı da yok.
B: Filmin değindiği bu sorunlar son derece güncel. Düşünün
ki tüm hayatınızı yapmaya, öğrenmeye adadığınız şey bir anda geçersiz olmuş.
Kendinizi bulunduğunuz çevreye ait hissetmediğinizde ne olur? Bu değişimi
geçirmek ne anlama gelir, güçlükleri nelerdir? Film bu soruları da soruyor. Bu
insanların yaşadığı zorluklar, sürekli evinden ayrı kalıp savaşa gönderilmek,
bu kadar savaş ve ölüm görmek, öldürmek, acı çekmek… Sonra bir anda sivil
hayata alışmaya bırakılmak. Bence film bazı noktalarda bu insanlara karşı
anlayışlı, şefkatli ve minnettar olmamız gerektiğine işaret ediyor.
Triple Frontier, 13 Mart’ta Netflix’te.