Kelly Luegenbiehl: Dünyanın her yerinden seyircimiz için Türkçe kataloğumuzu genişletmeye devam edeceğiz!

Kelly Luegenbiehl: Dünyanın her yerinden seyircimiz için Türkçe kataloğumuzu genişletmeye devam edeceğiz!
Fotoğraf: Spencer Lowell
14 Aralık'ta ilk sezonu yayınlanacak olan ilk Netflix-Türk ortak yapımı seri Hakan: Muhafız (The Protector)'un lansmanı için geçtiğimiz hafta bir toplantı ve gala düzenlendi. Uluslararası işlerin basın toplantılarına katılmaya alışkınız ancak kişisel olarak ilk kez yabancı basın mensuplarını kendi şehrimizde adeta ev sahibi havasıyla karşıladık. İlginç bir histi. Tıpkı Netflix'in ülkemizde yayına başladığını duyurmak için düzenlenen toplantı gibi bu kez yine Çırağan Sarayı mekan olarak seçilmişti. Hava tıpkı iki yıl önce olduğu gibi gri, puslu, yağdı yağacak gibiydi. Sabah 10:00'da başlayan basın toplantısında Netflix Uluslararası Original İçerikler'den sorumlu başkan yardımcısı Kelly Luegenbiehl; serinin oyuncuları ve yönetmenleri Yekta Kopan'ın yönetiminde basının sorularını cevapladılar. Benim için basın toplantısı olan bitenden bihaber muhabir kitlesinin çoğunluğuna şaşırmakla geçti. Soru - Cevap kısmından sonra birebir röportajlar için beklemeye başladık. İşte o röportajdan size aktaracaklarım..

Hoş geldiniz. İstanbul’a ilk gelişiniz değil. Seviyor musunuz şehrimizi?
Bu şehre bayılıyorum ve her gelişimde çok mutlu oluyorum. Bu ziyaretim de harika geçiyor. Dizimiz için çok heyecanlıyız ve sadece basın lansmanı etkinliğimize bakarak bile söyleyebilirim ki bu heyecanı bizimle paylaşan çok sayıda insan var. Seyirciyle buluşması için sabırsızlanıyorum, çünkü neredeyse iki yıldır bunun için çalışıyoruz.
 
Yakın zamanda Erick Barmack bir açıklama yaptı. “Çok yakında dünyada yayınlanan ilk 10 dizinin yarısı İngilizce olmayacak,” dedi. Dil bariyeri konusunda ne düşünüyorsunuz? Özellikle Amerikan seyircisi örneğin Almanca bir diziyi altyazıyla izlemeye daha sıcak bakmaya başladı mı? Bu konuda istatistiki verileriniz var mı?
Bence uluslararası projelerde çalışmanın en heyecan verici tarafı Amerikan seyircinin zevklerinin ne kadar hızlı değişebildiğini görmek oldu. Her ay daha fazla kişinin İngilizce olmayan bir dizinin tamamını izlediğine şahit oluyoruz. Bu Almanya’dan Dark da olabilir, İspanya’dan La Casa De Papel de olabilir ya da Hindistan’dan Sacred Games de olabilir. İzleme alışkanlıklarının ve zevklerin değiştiğini görebiliyoruz. Asıl güzel olan insanlar içerikler isterlerse altyazılı, isterlerse dublajlı izleyebiliyor; diledikleri zaman ikisi arasında geçiş yapabiliyor. Pek çok Amerikalı dublajlı içerik izlemeyi tercih ediyor. Bu konudaki yatırımlarımızı arttırıyoruz çünkü dublaj sanatı, özellikle İngilizce için konuşursak, yok olmaya yüz tutmuş durumda. Fransa ve Almanya gibi ülkelerde halihazırda çok yapılan bir şey ama Amerika’da pek örneğine rastlanmıyor. Bunu değiştirmeye ve kaliteli bir izleme deneyimi sağlamaya çalışıyoruz. Umudum, gittikçe daha fazla Amerikan seyircinin anadili İngilizce olmayan içerikleri izlemesi yönünde. Umarım bu dizi de başarılı örneklerden biri olacak.
 
Peki yükselen ikinci dil sizce hangisi olacak? 
Çok ilginç bir soru. Çok fazla İspanyolca içerikle karşılaşıyoruz çünkü dünyanın pek çok bölgesinde bu dil konuşuluyor. Örneğin İspanya’dan, Meksika’dan ya da Kolombiya’dan gelen İspanyolca içeriklerin başarılı olduğunu görüyoruz. Ondan sonra hangi dilin ipi göğüsleyeceğini söylemek için henüz erken bence.
 
Netflix, Türkiye’de sinema filmlerine de yatırım yapmayı düşünüyor mu? 
Henüz böyle bir projemiz yok. İngilizce olmayan filmler yapmaya henüz başladık. İtalya’da Under My Skin adlı bir film yaptık ve çok başarılı oldu. Yerel pazarlardaki dizilerimizin performansına bağlı olarak ileride film projeleri de yapacağımızı düşünüyorum. Ama şimdilik açıklayabileceğim bir projemiz yok. Her şeye açığız.
 
Bizim bulunduğumuz bölge hem sosyolojik olarak, hem de insan yapısı olarak değişik bir yapıda. Amerika’da bağımsız bir hikaye anlatıcısının herhangi bir menajer ya da benzeri yapıyla Netflix’e ulaşması çok kolay. Ama Türkiye’de belli başlı yapım şirketlerinin dışında bağımsızların, hikaye üreticilerinin Netflix’e ulaşması çok zor. Bu bizim sektörümüzün özel yapısı nedeniyle de böyle gelişiyor. Bu yüzden daha yaratıcı ve özgün hikayelerin size ulaşmama olasılığı da var. Bunun önüne geçmek için bir yapılanma düşünüyor musunuz? 
Şunu söyleyebilirim ki, her zaman geleneksel yolun dışına çıkmış hikayecilerin peşine düşüyoruz. Yeni sesleri duyurabilmek için risk almayı seviyoruz. Daha çok sinema filmi çekmiş yönetmenleri bile dizi çekmeye ikna etmeye çalışıyoruz. Geçtiğimiz Cuma İtalya’da, 19-24 yaşlar arasındaki gençlerin yazdığı bir dizimiz yayına girdi. Geleneksel İtalyan sistemindeki herhangi birinin bunun iyi bir fikir olduğunu düşüneceğini zannetmiyorum. Ama diziyi izlediğinizde onu farklı, özel ve gerçek kılanın bu olduğunu göreceksiniz. Her zaman benzersiz, belki daha önce duyulma fırsatı bulamamış seslerin peşindeyiz. Güçlü kadın yaratıcıları ve farklı bakış açılarını destekliyoruz. Risk alabileceğimiz ve farklı şeyler deneyebileceğimiz bir konumda olduğumuz için çok şanslıyız. Gerek içeriğin türü, gerekse içeriğin yaratıcısı konusunda… Bizim için hikayeciliğin güzelliği ve büyüsü; insanlara başka türlü anlatılamayacak hikayeleri anlatma fırsatı vermekte saklı. Netflix, bir platform olarak harika fırsatlar sunuyor. Hikayecilik sektörünü kontrol altında tutan Hollywood’un dışından hikayeler anlatmak çok önemli. Türkiye’de ve dünyada anlatacak çok fazla hikaye olduğunu biliyoruz. Hikayecileri dünyanın her yerinden seyirciyle buluşturmaktan çok mutluyuz.
 
Biraz evvel basın toplantısında yine bir fantastik drama yapacağınızı açıkladınız. Türkiye soap opera konusunda dünya çapında başarı sağlayan bir hikaye anlatıcısı ama daha çok alternatif seçimlerle başladınız. Netflix’te bizim anlatmakta daha başarılı olduğumuz tipte bir hikaye de görecek miyiz? 
Türk televizyon sektöründe harika soap operalar ve telenovelalar üretiliyor. Hayranlıkla takip ediyorum. İlk Muhteşem Yüzyıl’ı izledim, sonra Fatmagül’ün Suçu Ne’ye başladım. Sonra ara vermeden hepsini izledim. Bu ülkeden çıkan içeriklere hayranım diyebilirim. Yeni bir pazara girişimizi, halihazırda mevcut olmayan bir şeyi yapma fırsatı olarak görüyoruz. Bu yüzden bir tür işi yapmak istedik. Bu dizinin de, Beren’in dizisinin de romantik öğeler taşıdığını söyleyebilirim. Ama hikayenin temelinde aşk bulunmuyor. İçinde aşk olan hikayeler yapmaya devam edeceğimizi düşünüyorum ama romantizm, aksiyon, macera ve komedi gibi farklı öğeleri bir araya getiren projeler üretmeyi seviyoruz. Dizilerin sadece tek bir şeye oynaması gerektiğini düşünmüyorum.
  
Türkiye pazarında farklı dinamikler dönüyor. Bir projeye onay verirken sizin için hangisi daha önemli: yapımcı mı, oyuncu mu yoksa hikaye anlatıcısı mı? Yoksa sadece Netflix’in kendi bünyesindeki trendler doğrultusunda mı karar veriyorsunuz? 
Bana inanmayacaksınız ama; cevabım: hepsi. Dizilerimize çok önem verdiğimizi söyleyebilirim. Tüm yönleriyle çok güçlü olmalarını istiyoruz. Bu yüzden işe senaryoyla başlıyoruz. Yazılı metnin gücüne inanıyoruz. Doğru hikayeyi bulmak, sürprizlerle dolu olduğundan emin olmak istiyoruz. Sonra karakterlerini benimseyip onlara hayat verebilecek, Çağatay ve Hazar gibi harika oyuncular aramaya başlıyoruz. Kağıt üzerindeki kelimeleri çekerken daha üst seviyelere taşıyabilecek, kendilerine has üslupları ve bakış açıları olan yönetmenlerle çalışıyoruz. Hikayenin tonunu, geçtiği şehrin büyüsünü yansıtabilecek kişilerden bahsediyorum. Kendi müzik zevklerini de işe katmaları önemli. Bu unsurları bir araya getirebilecek başarılı yapımcıların da çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Bir dizi projesini hayata geçirmek çok zor bir şey. Tüm parçalar doğru şekilde bir araya gelmedikçe, bir uyum içinde olmadıkça başarıya ulaşmak mümkün değil.
 
2019’da Türkiye’den üç tane daha proje daha alacağınız konuşuluyor. Bu konuda birçok yapımcı ve oyuncuyla görüştüğünüzü duyuyoruz. Beren Saat’le ilerlemeye nasıl karar verdiniz? Size yakın gelen, sıcak gelen tarafı neydi? 
Beren’in eski dizilerinden hayranıyım. Bu sektörde çalışan bir kadın olarak bir sonraki dizimizin güçlü bir kadın karakteri merkezine alması benim için çok önemliydi. Netflix markasına uyum sağlayabilecek, farklı bir şey denemeyi cesaret edebilecek, kendi kariyerinde de sınırları zorlamış iyi bir aktrist bulmaya çalışıyorduk. Beren’le tanıştığımızda bizim yapmak istediğimizle onun kariyerini götürmek istediği noktanın çok uyuştuğunu fark ettik. Bence hayranları bu işbirliğine çok heyecanlanacak.
 
Biz de çok memnun olduk. 
Harika.
 
Türkiye’den hazır içerik de alıyorsunuz. Bu sorunun muhatabı siz değilsiniz ama yine de sormak isiyorum. En son Yaşamayanlar dizisinin yayın haklarını aldığınız konuşuluyor. Doğru mu? 
Evet, bu pek benim alanıma girmiyor. Yaşamayanlar özelinde de verebileceğim çok bir bilgi yok. Fakat uluslararası platformumuz için Türkçe içerik satın almaya devam ediyoruz. Türkiye’yi düşündüğümüzde pazara yatırım yapabileceğimiz pek çok yöntem olduğunu görüyoruz. Muhafız gibi bize özel içerikler olabileceği gibi, lisanslı içeriklerin de ilgi çekeceğini biliyoruz. Bu alımlar içerik bazlı olarak yapılıyor, tek tek değerlendiriliyor. Dünyanın her yerinden seyircimiz için Türkçe kataloğumuzu genişletmeye devam edeceğimizi söyleyebilirim.
 
Bütün dünyada yerel yapımcılarla çalışıyorsunuz. Türkiye’de de böyle yaptınız. Bu süreçten neler öğrendiniz? Bundan sonraki ortaklıklarınıza  bu deneyimlerden ne taşıyacaksınız ya da ne değiştireceksiniz? 
Yeni bir pazara girdiğimiz her seferde öğrenecek çok şeyimiz oluyor. Ülkenin kültürü, gelenekleri… Bizim son derece yapılandırılmış ve Amerikan bir çalışma sistemimiz var. Yerel pazarlarda bundan farklı şeylerle karşılaşabiliyoruz. İki sistemin harika bir birleşimini oluşturmayı başarabildiğimizi düşünüyorum. Örneğin Türkiye pazarı için bir dizinin üç ayrı yönetmeni olması alışılmadık bir şey. Prodüksiyon aşamasında daha önce yapılmamış birçok düzenlemeye ihtiyaç duyuldu. Ekibimizdeki herkesin mesai saatlerini katlanılabilir seviyede tutmaya çalıştık. Yaratıcı sürecin ve bütün deneyimin herkes için çok iyi geçmesini istedik. Bence her zaman öğrenmeye ve gelişmeye devam edeceğiz. Ortak bir sinema dili konuşmayı öğreniyoruz. Bizim hikayeden beklediklerimizle burada bir hikayeden beklenenler örtüşmeyebiliyor. Bunun üzerine konuşuyoruz ve hem Türk seyircinin, hem de uluslararası seyircinin beğeneceği bir çözüm buluyoruz.
 
İlk projede bir yabancı baş yazar vardı. Bundan sonra da böyle mi ilerleyeceksiniz? Yoksa ilk projenin türü sebebiyle mi böyle bir yola gittiniz? 
Bu durum işbirliği sürecinde kendiliğinden gelişti. Buradaki ekip ülkede daha önce yapılmamış bir tür işi denemek istedi. 40-45 dakikalık daha kısa bölümler yapmak istediler. Böyle bir işin gerektirdiği farklı hikaye adımlarını gerçekleştirmek ve yapısal düzeni kurmak istediler. Bunu başarabilmeleri için onları Türkiye’yi çok seven, yapıyı çok iyi bilen, yönetmenlerin ve prodüksiyon ekibinin yapmak istediklerini çok iyi anlayan Amerikalı bir yazarla buluşturduk. Her projede böyle olmak zorunda değil. Onlar bu işbirliğini çok istiyorlardı çünkü daha önce yapılmamış bir şeyi başarmayı hedefliyorlardı. Bu kadar büyük ve heyecan verici bir işe kalkıştığınızda, erişebileceğiniz tüm kaynaklardan yardım toplarsınız. Bence üç yönetmene sahip olmak da bu kaynaklardan biriydi. Daha çok kafa, daha çok yaratıcılık ve herkes için daha iyi bir dizi demektir.



BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER