National Geographic’in çok yakında ekrana gelecek iddialı drama projesi The Long Road Home geçtiğimiz ay Cannes'da düzenlenen içerik fuarı MIPCOM 2017’de görücüye çıktı. Fuarın ilk günü gazetecilere özel düzenlenen bir gösterimde serinin ilk iki bölümünü izledik ve ardından yapım ekibi, senarist, oyuncular ve serinin uyarlandığı romanın yazarı ile röportaj yaptık. Röportajın ilk bölümünde dizinin başrol oyuncusu Michael Kelly ve romanın yazarı Martha Raddatz ile konuşmuştuk. İkinci turda ise dizinin başyazarı Mikko Alanne ve Jassim
Al-Lani karakterini oynayan Darius Homayoun ile konuştuk. Bağdat’ta pusuya düşürülen bir grup Amerikan askerinin gerçek hikayesi
anlatılıyor ve kadroda Michael Kelly ve Kate Bosworth gibi ünlü oyuncular yer
aldığı mini seri çok yakında ülkemizde de National Geographic kanalında yayınlanacak.
● Projenin
nasıl hazırlandığından bahseder misiniz?
Darius Homayoun (DH): Benim için hazırlık,
diğer ekip arkadaşlarımla askeri eğitime başladığımız gün start aldı. Teknik
olarak öyle bir eğitime ihtiyacım olduğunu söyleyemem ama aramızdaki kardeşlik
bağının oluşmasına büyük katkısı oldu ki bu dizimiz için çok önemliydi. Artık
en yakın arkadaşlarım oldular. Her sahnede, her anda birbirimize yardımcı olduk
ve performanslarımızı çıkartırken birlikte çalıştık. Çoğu zaman böyle bir
fırsatınız olmaz, kendi başınıza çalışırsınız ve işbirliği imkanı bulamazsınız.
Biz birbirimize “şu repliği şöyle okusan olur mu?” gibi geri dönüşler
verebildik. Bir sahnede motivasyonumu anlamakta zorlandığımda özellikle E.J.
Bonilla ve Jon Beavers bana çok yardımcı oldu ve aramızda bu ilişkinin
oluşmasında askerlerin bize verdiği zorlu eğitimlerde akıttığımız terin etkisi
büyüktü. Dizinin asıl çekimleri başladığında hepimiz ne yapacağımızı
biliyorduk, bu çok tatmin edici bir deneyimdi. Evde barbekü yaparken sahneleri
konuşmuş, E.J.’in evinde her bölüm için okuma provaları yapmıştık zaten. Dört
ay boyunca askeri birlikte yaşadık, projenin tamamıyla içindeydik.
Mikko Alanne (MA): Bu projenin bir diğer
farklı tarafı da hikayesini anlattığımız kişilerin ailelerinin hazırlık
sürecine fazlasıyla dahil olması. Birçoğu oyuncularla tanıştı. Oyuncularımızın
canlandırdıkları kişinin ailesiyle tanışması benim için çok önemliydi.
Aralarında oluşan ve bence ömür boyu sürecek ilişkiyi gözlemlemek muhteşemdi.
Bu eşine pek rastlanmayacak durumu kolay kolay unutmayacağım. Kara Pazar’ın 13.
yıldönümü olan 4 Nisan’da askerlerin yuvalarından ayrıldığı sahneyi çekiyorduk.
Birçok asker o günün anısına çekim yaptığımız mekana gelmişti. Hepsini
çekimlerimizi izlemeye davet ettik. Herkes sete gelmek ve oyuncularla tanışmak
istedi ama çektiğimiz sahneye şahit olmak istemediler. Çok duygulu bir gündü. O
dönem askerlerin giydiği üniformalar artık üretilmiyor. Dolayısıyla o sahne
için kostümleri kendimiz ürettik. 300 üniformalı askerin vedasına şahit olmak
olağanüstü bir şeydi, sanki o güne dönmüş gibiydik. Teğmen Shane Aguero’nun
eşinin elinde ona ait bir fotoğraf vardı; elinde silahı, yüzünde masum
gülüşüyle… Bana dedi ki: “Bu fotoğrafın çekildiği gün yolcu ettiğim eşim bir
daha geri dönmedi.” Bu durum tüm aileler için geçerli. Savaşta yaşadıkları
şeyler büyük bir travma yaratmıştı. Umarım dizimiz seyircinin bu durumu
anlamasını sağlar. Irak Savaşı’nda yaşanan bir olayı anlatsa da bu çok evrensel
ve zamansız bir hikaye. Daha önce hiç ateş etmemiş ya da kendisine ateş
açılmamış kişilerin ilk kez savaşa gitme deneyiminin yarattığı şok savaşa asker
gönderen her ülkenin ferdi için geçerli. Sadece Irak Savaşı’na özgü olmayan, özünde
çok insani bir hikaye anlatıyoruz.
"Dizi için oluşturulan mekanlar gerçeğe çok yakındı"
● Savaştan
dönen askerler travma sonrası stres bozukluğu (PTSD) yaşayabiliyor. Siz
çekimlerin ardından, böylesi bir hikayeyle yüzleştikten sonra duygusal sorunlar
yaşadınız mı?
DH: Yaşadıklarımız elbette ki askerlerin yaşadığı şeylerle
karşılaştırılamaz. Umarım ki performansımda gerçeğe biraz yaklaşabilmişimdir,
işim bu sonuçta. Bir oyuncu olarak bazen eve gittiğinizde o gün çektiğiniz
sahnelerin etkisini üzerinizden atamıyorsunuz. Özellikle, beşinci bölümde
izleyeceğiniz bir karşılaşma sahnesini çekerken çok zorlandım. Sonrasında
yemeğe gittiğimde, kendimi bir anda masada oturduğum yerde 10 dakika boyunca
ağlarken buldum. Bana ne olduğunu anlamaya çalışırken sorunun çektiğimiz sahne
olduğunu fark ettim.
MA: Ki o sahneyi çekmemiz üç gün sürdü. İlk iki bölümde de gördüğünüz
gibi, her bölümün merkezinde başka bir karakter oluyor. Beşinci bölümün
merkezinde de sen vardın.
DH: Evet, bahsettiğimiz sahne de günümüzde geçiyordu.
MA: Dizi ilerledikçe kullandığımız hikaye yapısı daha da sertleşiyor. En
başta askerlerin savaşa gidişlerinden başlıyoruz, dördüncü bölüme geldiğimizde
o günden beş yıl önceye dönüyoruz ve karakterlerimizin hayatlarının değiştiği
anlara tanık oluyoruz. Senin
bölümünde o günden bir yıl öncesini anlatıyoruz, çünkü Irak bakış açısını
yansıtabilmek benim için çok önemliydi. Sadece ne olduğunu ve neden olduğunu
anlatmak istemedim. Batılı medya olayı anlamak için çok çabaladı. Ben orada
yaşayan ve sadece hayatta kalmaya çabalayan 2,5 milyon insanı da anlamak
istedim. Senin hikayen de buna hizmet ediyor. Çok üzücü bir hikaye işliyoruz,
kendim yazmış olmama rağmen çok etkileniyorum. İzlerken bu kadar zorlanırken
sahnenin içinde yer almak ve aynı şeyi defalarca tekrarlamak çok daha zor
olmalı.
DH: Oyuncu olarak bizim istediğimiz budur. “Yaşasın, bugün kanserli birini
canlandıracağız,” deriz. Hayali olduğu için böyle roller terapi mahiyetindedir
ve bu yüzden severiz, oynamak isteriz.
MA: Beni hikayeye çeken, çok farklı olduğunu düşündüğüm nokta içindeki
herkesin çok ilginç olması. Gerçek bir hikaye anlatırken tüm karakterlerin bu
kadar ilgi çekici olduğu bir olay bulmanız çok zordur. 4 Nisan 2004 bugünü
etkileyen çok önemli bir olaya sahne oldu. Irak Devleti’nin yıkılışı, ISIS’in
doğuşu gibi pek çok olaya yol açtı. Ülkemizde başka etkileri de oldu. Ölen
askerlerden birinin annesi, Cindy Sheehan neredeyse tek başına savaş karşıtı
hareketi yeniden canlandırdı. Tomas Young da bunun bir parçası oldu. Onun hikayesini
anlattığımız bölümde çarpışmadan bir yıl sonraya gidiyoruz ve tüm savaşın
hikayesini, trajedisini, yapılan hataları tek bir günde hap gibi sunuyoruz.
● Bu
projeye başlarken ne gibi kaygılarınız vardı? Gerçeklere bağlı kalmaya özen gösterdiniz mi?
MA: Ben belgeselcilikten geliyorum. İnsanların, gerçek hikayeden uyarlanan
işleri izlerken gösterilen şeylerin gerçeğe uygun olmasını beklediklerini
biliyorum. İzledikten sonra da gerçeği öyle zannediyorlar. Bu olayı
yaşayanların hikayeyi düzgün anlattığımızı düşünmesi benim için çok önemliydi.
Hayat elbette ki sekiz saatlik bir senaryo halinde akmıyor, özellikle de bir
Pazar sabahında geçen bu hikayede. Daha önce ya da sonra gerçekleşen olayları o
güne entegre etmemiz ya da tüm askerler için geçerli evrensel durumlara yer
vermemiz gerekti. Farklı bakış açılarına ışık tutmak istedim. Ama böyle olaylar
yaşamış insanların dizimizi izlerken gerçek olmadığını düşünmelerini istemedim.
● Askeri
diziler son zamanlarda tüm dünyada trend oldu. Sizce bunun sebebi tüm dünyanın karanlık bir
dönemden geçmesi mi? Gerçek kahramanlara mı tutunuyoruz, yoksa başka bir sebebi
mi var?
MA: Bu projeyi hayata geçirmek için dokuz yıldır uğraşıyorum. Bu dizilerin
moda olmasının sebebini bilmiyorum. Ama kendi işimiz üzerinden konuşacak
olursam, çok karanlık bir hikaye anlatıyor olsak da hala umut vaat ediyoruz,
karşı taraftakilerin insaniyetlerini gözler önüne seriyoruz. Böyle hikayelerin
çoğu hayatta kalma mücadeleleri anlatır, belki seyirciyi bu durum yakalıyordur.
Gerçek askerler çekimler boyunca seti ziyaret ettiler
● Darius, Güven
sorunları olan bir karakteri canlandırmak nasıldı?
DH: Çok zordu, umarım gerçek hayatta böyle bir şey yaşamam. Ama
keyifliydi, hayali bir şey ne de olsa.
● Çekimler
haricinde daha paranoyak bir hale geldiniz mi?
DH: Hayır. Tüm askerlerin sokak arasında karşıma çıktığı sahne belki de tüm
dizide, belki de tüm kariyerimde en sevdiğim sahne. Böyle sahnelerde
eğleniyorum. Çatışma sizi heyecanlandırıyor ve korkutuyor. Karşınızda belki de
sizi öldürecek askerler var.
MA: Hatırlıyorum da, o sahneyi ilk çektiğimizde durumun gerginliğinden yara
almış gibiydin.
DH: Evet. Aslında çok eğlenceli ve tatmin edici bir çekimdi. Daha yeni
başlamıştık ve ilk kez o gün birbirimizle daha derin bir bağ kurduğumuzu
hissettik. Setteki herkes, sadece oyuncular değil, bize odaklanmıştı ve
sahnedeki üç kişi olarak sanki etrafımızda bir enerji kalkanı oluşmuştu, altı
saatlik çekim boyunca birbirimize çok yaklaşamadık. O kadar gergindik ki sohbet etmeye dilimiz varmadı. Bir oyuncu olarak böyle bir deneyim yaşamak,
size böyle malzeme veren kişilerle çalışmak harika.
● İlk iki
bölümü izledikten sonra projenin teknik olarak da bir belgesel gibi çekildiğini
düşündük. Bu bilinçli bir tercih miydi? Dizi seyircisi buna nasıl tepki verecek
sizce?
MA: Her şeyi mümkün olduğunca ayrıntılı göstermeye çalıştım. İleriki bölümlerde
kendinizi kurtarma ekibinin aracının içinde bulacaksınız. El kamerasıyla
çekilen şeylerin çok gerçekçi olduğunu düşünmüşümdür. Özel ekipmanlarla pek çok
sahneden bu etkiyi almayı başardık. Yann Demange’ın çok gerçekçi bir şekilde
çektiği ’71 filminden çok ilham aldım
ve benzer bir etki yakalamaya çalıştık.
● Konu
aldığınız askerler diziyi izledi mi?
Sette bir kuralımız vardı: herhangi bir asker
ya da ailesi bizi her zaman ziyaret edebilirdi. Morallerini bozacak bir şey
çekiyorsak onları önceden uyarırdım. Ölen askerlerden birinin eşi gelmişti
örneğin, yaralı nakliye helikopteriyle çekeceğimiz sahneyi izlememesini rica
ettim. Herkesin sete geldiğinde verdiği ortak bir tepki vardı: sessizce
kalakalmak. Mekanı mümkün olduğunca gerçekçi bir şekilde yeniden inşa ettik.
Olayı yaşamış askerler izlediklerinde gözyaşlarına boğulup ne kadar gerçekçi
olduğuna inanamadıklarını söylediler. Çekimlerin sonunda verdiğimiz partide ilk
bölümü hep birlikte izledik. Gerçi bir partide izlemek için fazla karanlık
olabilir… Sonrasında birçok kişi yanıma gelip bu işin savaştan dönen askerler
için tedavi mahiyetinde olacağını söyledi. Projeyle birlikte PTSD ile ilgili
bir kampanya da başlattık. Dizide Patrick Schwarzenegger’in canlandırdığı Ben
Hayhurst PTSD yüzünden kendinden utandığı için arkadaşlarıyla 10 yıl boyunca
irtibata geçmemiş. Şimdi bu deneyimleri hakkında konuşmalar yapıyor ve
başkalarına yardımcı oluyor. Seyirciye bu hastalığın kaynağını gösteriyoruz ki
çoğu zaman bir başkasını öldürmek buna sebep oluyor.
Ne derseniz deyin, ne
kadar bir mantığa oturtmaya çalışırsanız çalışın kendinizi korumak için savaşta
birini öldürdüğünüzde yine de bir can almış oluyorsunuz. Tetiği çekmek kolay
fakat bunun sonuçlarıyla yaşamak çok zor. Carl Wild, öldürdüğü kişilere
hayatındaki birçok insandan çok daha yakın hissettiğini söylemişti. Çünkü asla
peşinizi bırakmıyorlar, asla aklınızdan çıkaramıyorsunuz. Bence Hollywood
yapımları askerleri doğru ele almıyor. Çok havalı askerler izliyoruz ama benim
onlarla deneyimim hiç böyle olmadı. Onlar da sıradan insanlar, bizimkiler gibi
sorunlarla mücadele ediyorlar, evlerini özlüyorlar, yabancı bir ülkede olmanın
gerginliğini yaşıyorlar, ilk gün stresten midelerini bozuyorlar… Filmlerde
gördüğünüz gibi değiller. Belki bunun sebebi pek çok Hollywood projesinde özel
tim askerlerini izliyoruz ama ben üniformanın içindeki insanları gösterebilmek
istedim. Irak tarafındaki insanları da tanıma fırsatı yakalayacaksınız.
Herkesin insani yönünü göreceksiniz.