National Geographic’in çok yakında ekrana
gelecek iddialı projesi The Long Road
Home MIPCOM 2017’de görücüye çıktı. Fuarın ilk günü sabah 08:00'de gazetecilere özel düzenlenen bir gösterimde serinin ilk iki bölümünü izledik. Ardından yapım ekibi, senarist, oyuncular ve serinin uyarlandığı romanın yazarı ile röportaj yaptık. The Long Road Home, 2004 yılında Bağdat’ta pusuya düşürülen ve Amerikan askeri tarihine "Kara Pazar" olarak geçen bir grup
Amerikan askerinin gerçek hikayesini anlatıyor. Sekiz bölüm olarak planlanan seri 2018'de National Geographic'de yayınlanacak. İzlemeden sonra J.W. Mariott Hotel'de basına ayrılan bölümde sırayla röportajlara başladık. İlk turda romanın yazarı
Martha Raddatz ve başrol oyuncusu Michael Kelly (House of Cards) sorularımızı yanıtladı.
● İlk
bölümü izlediğinizde senaryosunu okuduğunuz hatta bizzat romanını yazdığınız projenin ekrana yansımış
halini nasıl buldunuz?
Martha
Raddatz: Bence senaryo yazarımız Mikko Alanne müthiş
bir iş çıkardı. Çok iyi bildiğim bu karakterleri, örneğin Michael’ın oynadığı
Gary’i, kanlı canlı izlemek ve
karakterlerine verdikleri özeni görmek çok güzel bir duygu. Michael
karakteriyle ilgili benden bilgi almak, özünü yakalamak istediğinde onun
tüm askerleri temsil ettiğini söylemiştim. Bence bunu yansıtmayı çok iyi
başardı. Bence bu çok duygusal bir iş. En gurur duyduğum şey bu evrensel
hikayeleri askerler ve aileleri üzerindeki etkileriyle anlatabilmiş olmak. Bir
çatışma bölgesine bir ferdini yollayan her aile bu anlattığımızı anlayacaktır.
Bu duygunun ne kadar iyi yansıtıldığını görmek inanılmaz bir şey. Kurdukları
setleri gördüğümde yeniden oraya gitmiş gibi oldum.
● Hazırlık
sürecinden bahseder misiniz? Gerçek askerlerle görüşme imkanınız oldu mu?
Michael
Kelly: Martha ve Mikko ile görüştükten sonra başka
kişilerle de konuşma şansı yakaladım. Elimde kaynak olarak, Martha’nın yaptığı
röportajların görüntülü kayıtları vardı. Ama aynı zamanda Gary’i bire bir taklit
etmek istemedim. Çünkü onun gerçekten kim olduğunu kimse bilmiyor. Rolü
oynarken ona saygı duruşunda bulunacak ufak dokunuşlar yaptım elbette, kitapta
okuyup onu çok iyi yansıttığını düşündüğüm için senaryoya eklenmesini istediğim
birkaç cümle oldu. Bunu başardığımızı düşünüyorum. O herkesin abisi gibi, konuşurken
direkt gözünüzün içine bakıyor. Konuştuğum, Gary’nin altında görev yapmış bütün
askerler aynı şeyi söyledi: onunla cehenneme bile giderim, onun için her şeyi
yaparım. Bu onun muhteşem bir lider olmasından kaynaklanıyor. Bunu ekrana
yansıtmaya çalıştım, elimden geldiğince çok insanla görüştüm.
MR: Hazırlanırken temel askeri
eğitim de aldın.
MK: Tabii, fiziksel bir hazırlık da oldu. Silahları nasıl taşımamız,
ateşlememiz ve temizlememiz gerektiğini gerçek askerlerden öğrendik. Epey zorlu
bir süreçti. Ama benim için en önemli olan şey karakterimin özünü
yansıtabilmekti. Sete geldiğinde onunla tanışma şansı yakaladım. Daha onunla
tanışmadan bile gözümde çok yüce bir konumdaydı. Tanıştıktan sonra daha da
yükseldi. Onun hakkında duyduğum her şey doğruydu. Etrafındaki herkese ilham
veren inanılmaz bir kişilik.
MR: Gary, Michael’la tanıştıktan hemen sonra beni aradı ve onu çok
sevdiğini söyledi. İyi anlaştılar yani.
Michael Kelly, Türkiye'deki televizyon seyircisinin radarına House of Cards'la girdi
● Dizinin çekimleri nerede yapıldı? Gerçek mekanlara mı
gittiniz?
MR: Hayır. Amerikan ordusu ve Pentagon kitabımı çok sevdi ve bizimle
işbirliği yaptılar. Tüm ekipmanlara erişim sağladılar ve seti Teksas’a
kurmamıza yardımcı oldular. Destekleri bizim için çok önemliydi. İlk çekim
günümüz çatışmanın 13. yıldönümüne denk geldi ve başlarına geleceklerden
habersiz askerlerin Irak’a gittikleri sahneyi çekiyorduk. 80 binalık setimizin
inşası bittiğinde kendimizi gerçekten oradaymış gibi hissettik. Ölen
askerlerden birinin annesiyle seti dolaşıyorduk, kadın o kadar ağladı ki...
Onun için orayı görmek hem çok zordu, hem de ona iyi geliyordu. Oğlunun gördüğü
en son şeye tanık oluyordu ve o deneyime en fazla yaklaşabileceği an oydu.
Michael ve diğer bütün oyuncularımız askerlere ve ailelerine karşı büyük
hassasiyet gösterdi. Ailelerle tanıştıklarında yemekler pişirdiler, onlarla
ilgilendiler, sette gezerken ellerinden tuttular. O kadar saygılı, samimi ve
yakın davrandılar ki… Çok duygusaldı.
● Kitabı
yazmaya nasıl karar verdiniz? Diziye uyarlama teklifi geldiğinde neler
hissettiniz?
MR: Çatışmanın içinde değildim ama Irak’taydım. Çatışma sonrası askerlerle
Bağdat’ta röportaj yaptım. O dönemde çatışmaların pek haberi gelmiyordu. İşgal
yapılmıştı, güya ülkeden çekilmiştik. Birkaç üst düzey askerle görüşüyordum,
bir tanesi bu çatışmayla ilgili bir brifingden geliyordu. Ölen ve yaralanan
askerlerin sayısını duydum ve inanamadım. Onlarla tanışmak istedim. İki gün
sonra eve dönmem gerekiyordu ama generallerden biri beni helikopterle oraya
götürmeyi kabul etti. ABC’nin Nightline programı
için röportajlarıma başladım. Gerçekten savaşta olduğunuzu anladığınız
deneyimlerden biriydi. Haberciler olarak bunun barışı korumak amaçlı bir görev
olduğuna inanmıştık. Kitle imha silahları nereden, neler oluyor gibi sorular
soruyorduk. Bu genç askerlerin beklenmedik bir çatışmanın ortasında kaldığını
ve Vietnam’dan beri bir bölükte görülen en büyük kaybı yaşadıklarını öğrenmek,
hikayelerini dinlemek korkunç bir deneyimdi. İlk defa bir askerin ağladığını
gördüm, kamera karşısında olmasına rağmen kendini tutamadı. Aileleriyle
tanıştım, sürekli aynı insanlarla görüştüm ve 13 yıl boyunca hikayelerini takip
ettim. Bebekleri doğdu, başka kayıplar oldu… Kendimi onlara çok yakın
hissediyorum.
Sorunun ikinci kısmına gelirsek, Mikko ile dokuz yıl önce tanıştım. Yapımcımız
Mike Medavoy bir konuşmamı dinlemişti ve kitabı bir gün projelendirmek üzere
opsiyonladı. Önce bir sinema filmi olması düşünülüyordu ama National Geographic
sekiz yıl sonra bir dizi haline getirmek istedi. Zamanlama mükemmeldi. Nat Geo
hikayeyi çok sevdi, çok emek verdi. 1.5-2 saatlik bir film yerine sekiz saatlik
bir dizi olması daha doğruydu. Karakterleri hakkıyla geliştirebildik. Mikko
senaryoyu yazarken karakterlere odaklandı. Filmlerde karakterleri ayrıştırmak
zor olabiliyor, malum tüm askerler aynı üniformayı giyiyor ve askeri şartlar
gereği birbirlerine benziyor. Bizim projemizde bu ayrımı yapmayı çok iyi
başardık bence. Kimin kim olduğunu çok rahatça anlayıp takip edebiliyorsunuz.
Hikayeyi karakter odaklı anlattık. İzlediğimiz karakterler özel birlikler
değil; savaşa girdiklerinden habersiz, daha iki hafta önce çocuklarını
minibüsleriyle okula bırakan kişiler. Onların yerinde kendinizin ya da
ailenizden birinin olabileceğini düşünüyorsunuz. Onlar sıradan insanlar ve
kendilerini korkunç bir durumda bulup zorlukları göğüslemeyi başarıyorlar.
MK: Dizinin yazılış biçimi, bir oyuncu olarak bu insanların tam olarak kim
olduğunu anlamamızı kolaylaştırdı. Savaş projeleri yapmaktan çekinebilirsiniz
çünkü “miğfer takmış karınca”ları canlandırmanız beklenir. Karakterler hakkında
pek bir şey bilinmez. Belki iki kişiyi merkeze alırlar, gerisi yardımcı oyuncu
kadrosundadır. Fakat bu senaryoyu okuduğumda tüm karakterlerin kişiliğini
görebildim, onları tanıdım. Siz de dizinin sonunda onları tamamıyla
tanıyacaksınız. Ülkenin en büyük askeri birliğinde kaldık. İki katlı bir dairede
kaldım ve dairenin ikinci katında karısı, çocukları ve köpeğiyle bir asker
yaşıyordu. Resmen bir askeri birlikte kaldık. Sabah koşusuna çıktığımda
yanımdan tanklar geçiyordu, gerçek silah atışları duyuyordum. Gergin bir
deneyimdi. Havalı oteller falan yoktu. Neyse ki yemekler iyiydi. Oyuncu olarak
beni çok geliştiren, zenginleştiren bir süreç oldu. Askeri birlikte işe giden
gerçek insanların arasında günlük koşunuzu yaptığınızı düşünün…
MR: Bu rolü neden kabul ettiğinden bahsetsene biraz. Kadromuzdaki en ünlü
kişisin, karşına gelen her rolü kabul edebilirdin. Takvimine uymadığı halde bu
işi seçtin.
MK: Evet, gerçekten de bu projeyle ilgili tüm zamanlamalar benim açımdan
yanlıştı. Bana ihtiyaçları olan tek hafta, ailemle tatil yapabildiğim tek
haftaydı. Yedi ve 14 yaşlarındaki iki çocuğumuza bakan ve evimizin direği olan
eşim çok destekledi. Tatilimizi planlamıştık, biletlerimizi almıştık. Menajerim
yine de senaryoyu bana göndermekte ısrar etti. O gece dört bölüm birden okudum,
duramadım. Sabah kalkınca gerisini bitirdim. Martha’nın röportajlarını da
izledim ve bu rolü almak zorunda olduğuma karar verdim. Eşim de bana destek
oldu. O da bu projede benim gördüğüm şeyi gördü. Bu rol için en iyi kişi
olduğumu söylemiyorum ama onlar doğru isim olduğumu düşünüyordu ve bu karakteri
mümkün olduğunca mükemmel şekilde canlandırmak boynumun borcuydu. Yaptığı
fedakarlıklara baktığımda, ailesini bir buçuk yıllığına geride bıraktığını
öğrendiğimde eşimi bir haftalık tatilde yalnız bırakmaktan endişelendiğim için
kendimi kötü hissettim. Eşime çocuklarımız zaten küçük, onları bir haftalığına
okula göndermez, tatili başka zaman yaparız dedim. Öyle de yaptık. Bu rolü
almak zorunda olduğumu biliyordum çünkü.
Itır Özoflu, temsili Ranini olarak selfie almayı ihmal etmedi
● Gerçek
birini canlandırmak daha mı zor? Bu durum sizi korkuttu mu?
MK: Hem de nasıl!
MR: Hala görev başında olan birini canlandırmak çok zor olsa gerek.
MK: Evet, şu anda general rütbesinde. Hayatta varoluş amacı buymuş demek. Üzerimde büyük bir baskı hissettim. Martha’nın verdiği bir davette de bir araya gelip, bir
şeyler içme fırsatı yakaladık. Birçok diğer oyuncu oynadıkları kişilerle zaten
tanışmıştı ama Gary Volesky hala aktif görevde olduğu için bu şansa sahip
olamamıştım. Herkes barda arkadaşça sohbet ederken kimseyi tanımıyordum.
Beni onlarla tanıştırmak konusunda çok heyecanlıydılar. Askerler, benim Gary’i
oynayacağımı öğrenince pek etkilenmediler. Gerçekten öfkelenmiş gözüküyorlardı
hatta. Benim gibi cılız bir adamın Tanrı mertebesinde gördükleri adamı
oynayacağını öğrenmek hoşlarına gitmemişti.
MR: Gerçi o da cılız bir adam.
MK: Ama en azından uzun boylu. Ve onu biraz tanıyınca gerçekte olduğundan
daha heybetli görünüyor. Zaten bu rolü oynamak konusunda gözüm korkmuştu; ama
anlatılan farklı hikayeleri dinleyince ve herkesin tanıdığı en iyi insan
olduğunu öğrendiğimde durum daha da kötüye gitti. Zaten zor bir durumdaydım,
bunlar daha da zorlaştırdı. İyi bir iş çıkarmamı bekliyorlardı.
● House of Cards’da politik bir
karakteri canlandırıyorsunuz. Şimdi askeri bir işte oynuyorsunuz.
MR: Üstelik iyi bir karakteri canlandırıyor.
MK: Evet, iyi birini oynamak şahane bir şey.
● Hep
böyle politik projelerde yer almanız bir tesadüf mü?
MK: Kariyerim boyunca iyi hikayelerin ya da iyi yönetmenlerin peşinden
koştum. Dediğim gibi, bu projeyi okuduğumda kabul etmeme ihtimalim yoktu. İyi
projelerde yer alabildiğim için çok şanslıyım.
● Yalnızca dünya değil televizyon da küçüldü, artık oyuncuları aynı anda tüm dünya tanıyor. Örneğin Türkiye’de House of Cards’ı ve oynadığınız diğer
işleri izleyebiliyoruz. Bu kadar çok insana ulaşabilmek size nasıl
hissettiriyor?
MK: İnanılmaz bir şey. Yaptığım işte şanslı olduğum bir nokta da dünyanın
pek çok bölgesine gidebiliyor olmam. Netflix dünyanın her tarafına açıldığı
için tanıtım amacıyla Güney Amerika’ya gitme fırsatı yakaladım. Gittiğim
yerlere inanamıyorum.
MR: Üstelik tanıştığı herkese o kadar kibar davranıyor ki. Onları, onların
onu sevdiğinden daha çok seviyor.
MK: Her şeye çok minnettarım. Bu sektörde çalışmak, sürekli var olmak çok
zor. Üniversiteden mezun olduğumda tek istediğim buydu, oyuncu olmak
istiyordum. Bunu başarmam çok zaman aldı. Geçimimi sağlayacak kadar kazanmaya
başlamam yedi yıl sürdü. Sahip olduğum her şeye minnettarım. Biri benimle
fotoğraf çektirmek istiyorsa elbette ki kabul edeceğim. Hayır demek daha çok
vaktimi alır zaten. Fotoğraf çektirmek bir dakikamı almıyor ve yüzlerindeki
mutluluğa şahit olabiliyorum.
● Bugünlerde
televizyon sinemadan daha etkili bir araç gibi duruyor. Siz bu konuda ne
düşünüyorsunuz?
MK: Birinin diğerinden daha önemli olduğunu düşünmüyorum. Televizyonda
sanatın arttığını kesinlikle söyleyebiliriz. Televizyonda sinemasal deneyimler
yaşatabilmeye başladık. Eskiden durum böyle değildi. İçeriklerin dünyaya ulaşma
biçimleri de çok değişti. İnsanlar telefonlarından bir şeyler izleyebiliyor,
erişim imkanı çok arttı. Birçok kişinin dev televizyonları var, evde de sinema
deneyimi yaşayabiliyorlar. Ve televizyonda karakterleri geliştirmek için çok
daha fazla zamanınız oluyor. Criminal
Minds: Suspect Behavior diye bir dizi yapmıştım. Diziyi dünyanın her yanına
kolayca satmak istiyorlardı ve bu yüzden her bölümde hikayeyi sonlandırmak
istiyorlardı. Bölümler hangi sırada yayınlanırsa yayınlansın, seyirci hangi
bölüme denk gelirse gelsin kafa karışıklığı yaratmamalıydı, süregelen bir
hikaye olamazdı. Karakterleri geliştirmeye vakit yoktu. Artık Nat Geo, Hulu,
Netflix gibi platformlar sayesinde durum değişiyor. Seyirci hikayeleri öğrenmek
ve karakterleri tanımak istiyor. Artık tek bir tıkla bir diziyi sırasıyla
izleyebilirsiniz. Bir dizi yayınlandıktan beş yıl sonra ilk sezonuna
ulaşabilirsiniz ve iki günde tüm diziyi izleyebilirsiniz. İnsanlar da böyle
yapıyor. Televizyonun böyle bir döneminde, ikinci altın çağında, iş yaptığım
için çok mutluyum.
Çevirmen: Itır Özoflu
Çeviri: Arman Güvenç