Kaliteli, sevilen ve fenomen olmuş pek çok diziyi ekrana getirmiş olan HBO, geçtiğimiz yıl izleyicilerini Vice Principals isimli yeni bir komediyle tanıştırmıştı. Dört sezon süren Eastbound & Down'ı hazırlayan Danny McBride ile Jody Hill'in yaratıcı kadrosunda olduğu dizi projesinde McBride bir kez daha başrollerden birisi olarak da yer alıyor.
Vice Principals'ın kadrosunda McBride dışında Walton Goggins, Dale Dickey, Georgia King, Sheaun McKinney ve Busy Philipps gibi oyuncular da bulunuyor. Başından beri 18 bölüm olarak planlanan yapım için dokuzar bölümden iki sezonluk bir yayın programı düşünülmüştü.
Dizide emekli olan müdürlerinin yerine geçmeye göz koymuş bir lisenin ve iki müdür yardımcısının hikayesi anlatılıyor. Kendilerinin olmasını bekledikleri iş başkasına verilince iki ezeli rakip yeni geleni kovdurmak için iş birliği yapıyorlar. Bu müdür yardımcılarından öğrencilerin disiplindeki sertliği nedeniyle pek sevmediği Neal'ı Danny McBride, insanların genellikle yüzüne gülüp arkasından kuyu kazan sinsi Lee'yi Walton Goggins canlandırıyor.
Vice Principals'i her salı Digiturk, beIN SERIES Comedy kanalında izleyebilirsiniz. Dizinin yaratıcısı ve başrol oyuncusu olan Danny McBride, Walton Goggins ve yönetmen David Gordon Green sorularımızı cevapladılar.
Başrol oyuncusu Danny McBride aynı zamanda serinin yaratıcısı
● Bu sezonun başında
karakterleriniz ne noktada olacak?
Danny McBride (DM): İlk
sezon iki adamın patronlarını kovdurmak ve işini kapmak için işbirliği yapışını
izlemiştik. Bunu da başardılar, iyisiyle kötüsüyle… İkinci sezonda bunun
sonuçlarını izleyeceğiz. İstediklerini elde ettiler, peki ya şimdi? Onların
durumu ne olacak? Hayal ettiklerinden ne kadar farklı olacak? Diziyi yazarken
ilk sezonda suç, ikinci sezonda da ceza temasını işledik; planımız bu yöndeydi.
● Bana öyle geliyor ki ilk sezon güç elde etmek üzereydi, bu sezonda gücü
elde edince başımıza gelenler üzerine…
Walton Goggins (WG): Evet,
gücü elinde tutmanın zorlukları üzerine… “Onu elde etme amacınız neydi?”
sorusunu cevaplamaya çalışıyoruz. Bu soru ülkemizde pek çok şey için geçerli
bence. Ne yapmaya çalışıyorsunuz? Kim uğruna, ne için? Güce kavuştuğunuzda, bu
sizin için ne ifade ediyor?
DM: Biz sanat okulu
mezunuyuz, o yüzden yaptığımız her işte eğitimimize özgü bir hüzün kendini
gösterir. En komik şeylerin bile altında üzüntü olduğunu düşünüyorum.
● İlk sezon unutulmaz bir final sundunuz. İkinci sezonda o
seviyelere ulaşmak için bir baskı hissettiniz mi?
DM: İki
sezonu aynı anda yazdık ve ne mutlu ki peş peşe çekme şansı yakaladık. Hep aynı
kafa yapısında kalabildik. Kaldığımız yerden o karakterlere geri dönmek zorunda
kalsaydık böyle bir sonuç yakalayamazdık. Peş peşe çekmek bahsettiğiniz baskıyı
biraz azalttı, sona ermiş bir şeyle yeniden uğraşıyormuşuz gibi hissetmedik.
Büyük bir hikayenin ortasında gibiydik. Neredeyse sekiz ay boyunca çekim yaptık
ve özünde dokuz saatlik bir film çektik. Bölümler arasında uzun aralar
vermedik, durmaksızın setteydik. Bence bu üzerimizdeki baskıyı azalttı ama aynı
zamanda sürecin bizi epey yormasına sebep oldu.
● Dizinin 18 bölüm olarak tasarlandığını biliyorum. Bu hikayeyi bir eğitim yılının iki
yarısı olarak, dokuzar bölüm halinde anlatmanın ne gibi avantajları oldu?
DM: Dizimiz,
bilinçli bir tercih olarak, epey karmaşık ve derinlikli. Bir eğitim yılını iki sömestra
böldük: sonbahar ve ilkbahar. Sanırım ilk başladığımızda insanlar dizinin nasıl
bir şey olduğunu tahmin etmeye çalıştı ama biz onları bilerek yanlış
yönlendirdik. Size destekleyeceğinizi düşündüğünüz karakterler sunduk ancak
hikaye ilerledikçe onlar hakkında ne düşüneceğinizi bilemez hale geldiniz,
başlarına neler gelmesini istediğinizden emin olamadınız. Zorlu bir iş, ama
yaratıcıların ve oyuncuların hikayenin tam olarak nereye gittiğini bildikleri
bilgisi sizi doğru yolda tuttu ve fazla uzaklaşmanızı engelledi. Her şeyin bir
sebebi vardı, seyircinin en başta bundan haberi olmasa da.
● İlk sezonda dizi hakkında çıkan makalelerden birinde sizin Trump’ın
yükselişini açıklamak için yayındaki diğer tüm dizilerden daha fazla şey
yaptığınız yazıyordu. Bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?
DM: Bu
diziyi 2006 yılında yazmaya başladık, politik iklimin nereye gideceğinden
bihaberdik. Zamansız bir şey yazdığımızı düşünüyorduk. Karakterlerimizin
mücadele ettiği şeylerin şimdiki zamana özgü olduğunu düşünmüyorum; hepsi
insanlığın doğasında olan şeyler. Bir şeye hakkımız olduğunu düşündüğümüzde ya
da haksızlığa uğradığımızda ortaya çıkan, hepimizin içinde olan doğal bir
kötülük vardır. Fakat dizimiz içinde bulunduğumuz durum sebebiyle insanları
etkiliyorsa ne ala, böyle bir projenin hayata geçmesini daha da meşru kılar. Bu
karakterleri gösteriyor oluşumuz davranışlarını desteklediğimizi göstermez.
İçinde yaşadığımız dünyayı mercek altına alıyoruz ve dizinin zamanımıza çok
uygun olmasının sebebi de bu. Bazı kesimlerin bizim hakkımızda önyargıda
bulunduklarını düşünüyorum. Güneyli olduğumuz için bu konulara takılıp
kalacağımız düşünüldü ama aslında tam tersi. Bence bu adamlar beyaz erkek
gücünün son dallarına tutunuyorlar ve dünyadaki yerlerinin ellerinden kayıp
gittiğini fark etmeye başlıyorlar. Seyircilerimizin bir kısmı onların geri
kalmasını sağlıyor.
WG: Bence
sanat yoruma açık bir alan. The Hateful
Eight’i çekerken (Quentin Tarantino’nun 2015 yapımı filmi) ülkedeki
gelişmeler yeni başlamıştı. Siyahi vatandaşlar vuruluyordu, bizse sadece
seyirci kalabiliyorduk. Quentin Tarantino, New York Times manşetleriyle birebir
aynı replikler yazmıştı. Bu dizi çok önce yazıldı. Durum komedisi güçlü,
karanlık ve iki işlevsiz adamı çok iyi bir şekilde irdeliyor. Trump seçilecek diye dizi onay almadı. Arkasındaki amaç
bu değildi. Ama insanlar istedikleri gibi yorumlamakta özgür. Çok komik bir iş
yapıyoruz. Ve çok karanlık… Çok da karmaşık… Gerçek bir sanat eseri.
● Okul müdürlerinin ve müdür yardımcılarının, Amerika’daki eğitimcilerin
tepkileri ne oldu?
DM: Eğitim
sisteminde çalışan pek çok kişiden geri dönüş aldı ve sıklıkla yüzleştikleri
birçok şeye ışık tuttuğumuzu söylediler. İçerideki kavgalar ve güç mücadeleleri
günün sonunda orada bulunma amacınızın öğrencileri eğitmek olduğu gerçeğini
gölgeliyor ve bu insanların sınıflarına odaklanmak yerine enerjilerini başka
yerlerde sarf etmelerine sebep oluyor. Bence her işyeri böyle. Orada bir
bulunma sebebiniz var ama bazen başka şeyler bunu bastırabiliyor.
● İlk sezonun
yayınlanmasının ardından gelen geri dönüşler ve basında çıkan yorumlar sonucu
değiştirmek istediğiniz ama değiştiremediğiniz bir şey var mı?
DM: Yok.
Dürüst olmam gerekirse, hepsini tek seferde çekmemizin sebeplerinden biri de
buydu: insanların tepkileriyle yön çizmemek, anlatmak istediğimiz hikayenin
odağını saptırmamak.
WG: Bir
oyuncu olarak bile diğer insanların düşünceleri sizi etkileyebiliyor. Onları
özümseme fırsatı yakaladığınızda, sokaktaki insanın tepkisini aldığınızda; ne
kadar yarattığınız karaktere sadık kalmak isteseniz de bunlardan
etkileniyorsunuz. Bu işi bu kadar gözlerden uzak, dışarıya kapalı olarak
çekerek yolculuğun saf kalmasını sağladık. Bu çok sık görülen bir şey değil.
● David, ikinci sezonun tamamını sen çektin ama ilk sezonun hiçbir
bölümünde imzan yoktu. İki sezon arasında bilinçli bir ton farkı var mı?
David Gordon Green
(DGG): Eastbound and Down’ı
(2009’da yayına giren HBO dizisi) çekerken bu dizinin ilk sezonuna imza atan
Jody Hill ile ben dönüşümlü çalışıyorduk. Bence böyle sırayla bir iş
çektiğinizde, bir noktadan sonra ton farklılıkları ve kişisel farklar ortadan
kalkıyor. Kişisel stillerimizin biraz farklılık gösterdiğini düşünüyorum, biraz
ton farkı da olacaktır. Bunu bir fırsat olarak değerlendirdim. Danny de mutlaka
takip etmemiz gereken ayak izleri olmadığını, başka sanatçıların ve
teknisyenlerin farklı kişiliklerini kullanarak değişik anlatımlar
yapabileceğimizi söyleyerek beni destekledi. Jody’nin çok daha kontrollü kamera
hareketleri vardır. Kameranın enerjisinden onun stilini görebilirsiniz. Ben
daha garip ve karanlık bir nüansın ve performansın peşine düşerim, daha doğal
kamera hareketlerim vardır. Demem o ki, görebileceğiniz küçük farklılıklar var.
Bizi iyi tanıyan seyircilerin bir Eastbound
bölümüne bakıp hangimizin çektiğini anlayabildiğini biliyorum. Kendi
ritmini yakalayabilmek çok güzel bir şey.
● Danny, Alien Covenant (Ridley Scott’ın Alien serisinin geçtiğimiz aylarda
vizyona giren son halkası) filminden sonra farklı teklifler almaya başladın mı?
DM: İnsanlar
komedyenleri küçük görebiliyor. Komedinin ne kadar zor bir şey olduğunu
anlayamıyorlar. Fakat sonra Alien gibi
bir iş yapıyorsunuz ve insanlar size farklı bir gözle bakmaya başlıyorlar.
“Ridley Scott bu adamda ne gördü ki ona güvenerek bu rolü verdi?” Seyirci,
penis esprilerinden fazlasını yapabileceğinize inanmaya başlıyor. Bir oyuncu ya
da bir yazar olarak kendinizi geliştirmeye, seyircinin görmek istediği
hikayeler anlatmaya çalışıyorsunuz. Alien
gibi projelerde yer almanın harika bir şey olduğunu düşünüyorum. Böyle
fırsatlara açık olmak tek tip rollere hapsolmaktan sizi kurtarıyor.
● Üstelik filmde hayatta da kaldınız.
DM: Evet,
hayatta kaldım. İnanamadım, kanlı canlı yürüyordum. Kimsenin derin uykudan
uyanabileceğini düşünmüyordum. Böyle filmleri çok izledim. Hiçbir şeyin
garantisi yok.
● Sizce 20 yıl önce böyle bir dizi şimdiki gibi iyi karşılanır mıydı?
Karmaşık, türlere aykırı ve dibine kadar karanlık… Böyle diziler ancak şimdi mi
hayata geçirilebiliyor?
DGG: 1970’lerde
bir sinema filmi olabilirdi. 70’lerin sineması böyle cesur bir atılımı
yapabilirdi, o dönemde stüdyo sistemini yeni baştan yaratan işler vardı.
Beklenmedik oyuncular ve kahramanlar spot ışıkları altına çıkabiliyordu, kamera
stilleri ve projelerin estetikleri değişiyordu. Böyle güzel bir dönem
yaşadığımızı düşünüyorum, biz de şimdilerin asi televizyon icatlarından
biriyiz.
● Bu projeyi tasarlarken 70’lerin filmlerinden etkilendiniz mi?
DGG: Evet
– karakterlerimiz ve yadırganabilir hareketler yapabilen bir ana karakterin
hikayesini işlemek konusunda Danny hep Taxi
Driver örneğini verirdi. Daha çok Easy
Rider ve Raging Bull karakterlerin
özünü aldığımızı düşünüyorum.
● İlk sezonun
ardından insanlar yanınıza gelip karakterleriniz hakkında neler diyor?
WG: Yolun
karşısından birinin “Çok kötüsün! Çok kötüsün! Neden bu kadar kötüsün?!” diye
bağırmasına bayılıyorum. Bu birçok kez başıma geldi. Hepimizin şeytani yanları
var, hepimiz deliyiz. Hepimizin biraz da olsa öyle bir tarafı var ve bunu
kullanmak istiyoruz. Kullanacağımız fırsatlar da karşımıza çıkıyor. İnsanlar
karakterlerimizden hem nefret etmeye bayılıyorlar, hem de onları sevmekten
nefret ediyorlar.
DM: Eastbound’u yazarken Kenny Powers gibi
birinin ünlü olmasının ne kadar saçma olduğu üzerine laflar ederdik. Dünyanın
en sıkıcı sloganına sahipti, hiçbir zeka parıltısı yoktu. “İşin bitti!” Daha
sonra bu benim gerçek yaşamım oldu – insanlar yanıma gelip ciddi ciddi “işin
bitti,” diyorlardı. Çocuğunuzu kreşe bırakırken bunun başınıza gelmesi garip
bir şey.
● Diziye disiplin,
gözetleme ve kontrol altında tutma gibi temalar hakim. Bu sezon bunlara
paranoya da ekleniyor.
DM: Aynen.
Bunun, artık içinde yaşadığımız dünyanın bir parçası olduğunu düşünüyorum.
Yarattığımız dünya gerçek dünyaya daha da benzemeye başladıkça karakterlerimiz
de daha fazla göze batmaya başladı. Eastbound’da
fark ettik ki Kenny Powers’a bar gibi mekanlarda sahne yazdığımızda başarılı
bir sonuç almıyoruz. Kenny Powers’ın malzeme verebilmesi için banliyö gibi
toplulukların arasında olması gerekiyordu. Ne yazık ki paranoya dünyasında
yaşıyoruz. Karakterlerimizin hareketlerinin gerçekçi olması için seyircinin
kendi dünyasına benzeteceği bir dünyamız olmalı. Çok evrensel bir şey – bu
hikayedeki adamlar parkta oynayan kreş çocukları da olabilirlerdi, uluslararası
politikacılar da, din adamları da. Mitolojik bir çerçevede de aynı hikayeyi
anlatabilirdik. Kibir, kendini haklı görme ve özgüvensizlik temaları
zamansızdır.
DGG: İkinci
sezonda tasarımımızı daha karmaşık hale getirdik. Robin Chandrell, annesi,
dedesi ve Nash bir karavan parkındalar. Farklı bir evren ve sertlik olduğunu
düşünüyorum. Profesyonel olarak yapmayı sevdiğim şeylerden biri de Danny’nin
kendisi için yarattığı karakterleri çocukların karşısına çıkarmaktır. Güz
tatili bölümümüzde yaptığım gibi.
DM: Artık
çocuklarım olduğu için bu durumdan daha da az zevk alıyorum.
● İlk sezonun
muhteşem finalinin ardından aynı etkiyi yaratma baskısı hissettiniz mi?
DM: Son
iki bölüm en hızlı yazdığımız bölümlerdi çünkü önceki bölümlere çok yüklendik,
çok çalıştık ve işimizi doğru yaparsak doğal bir sonuca ulaşacağımızı
biliyorduk. Bir hikaye anlatmak için yola çıktık ve sona geldiğimizde amacımıza
ulaştığımızı düşünüyorum.
DGG: Başka
türlü bir son düşünülemezdi.