Selin Şekerci: Çoban Yıldızı’nda oyunumu küçültüp kendimi zapt etmeyi öğrendim

Selin Şekerci: Çoban Yıldızı’nda oyunumu küçültüp kendimi zapt etmeyi öğrendim
Röportaj lugatının en bilindik ve en sık karşısındakine çelme takan klişesidir: “Çok keyifli bir sohbetti.” Şu an dejavu yaşadım, yakın zamanda da bu örneği verdiysem mazur görün lütfen beni. Ancak Selin Şekerci röportajı bu tanımın aksine fazlasıyla gözyaşı içeren bir sohbet oldu benim için. Çoban Yıldızı’nda canlandırdığı Zühre’yi, o narin ama bir o kadar da güçlü kızı ve onunla vedalaşmasını anlatırken Selin’in imza niteliğindeki ve her röportajında değinilen (Hayır, bu röportajda hakkında tek bir betimleme dâhi okumayacaksınız) “eşek gözleri”nden akan gözyaşı ve bu sohbet, Selin’in deyimiyle o “toprak kız”a selam niteliğinde oldu. Ancak karşımda ağlarken aynı anda hayata kahkahasıyla çelme takmayı çok iyi bilen biri olduğu için rahatladım.
Bu kısa zamanlı duygu yoğunluğunda Selin’in gözlerinde Zühre’yi gördüm. O an benim için Zühre, bembeyaz örtünün tüm sıkıntıları örttüğü bir coğrafyada, bir çatıdan çevresine bakan beyaz güvercine dönüştü. Hem özgür olduğunu bilen hem de onu gözlemleyene bulunduğu yerde sıkışıp kalmış ve uçmaya gücü olmayan bir güvercinden bahsediyorum. İşte, kim bilir belki de Acı Aşk ve Rengarenk’ten sonra Selin de tam olarak bu güvercine dönüşmüş ve ona özgürlüğünü Gül Oğuz’un her detayını renklendirdiği dokunuşuyla Çoban Yıldızı vermiş.

Bir yıl önce röportaj yaptığım ve de Selin’e dair pek çok şeyi öğrendiğim için haliyle Zühre’den başladık sohbete, öncesinde tiyatro başlığında biraz vakit geçirdik. Olmazsa olmazımız Alper Canıgüz dünyasına bir bakıp çıktıktan sonra başlıklara takılmadan devam ettik röportaja. Ortaya da içeriğinde Nimbus 2000 (Harry Potter), Ursula K. Le Guin, Korhan Futacı ve Kara Orkestra ve Berkun Oya olduğu için fazlasıyla yüzümü güldüren, “Acaba bir gün de sırf bunlar üzerine mi röportaj yapsak?” sorusunu sorduran, her zamanki gibi oldukça kısa (!) bir sohbet çıktı. Sonunda ne mi oldu? Siz bir okumaya başlayın da sonuna geldiğinizde kim bilir, belki de yeni serüveninin arayışına giren o beyaz güvercini görür, onunla birlikte siz de hayata, kendinize dair hayaller kurarsınız. Zira bu röportajda okuyacağınız Selin Şekerci’nin hayal gücünde, dünyasında sınırlara yer yok.  

 

● Biraz önce sohbet sırasında sadece tiyatro yapmak istediğinden bahsettin. Bu yıl gündeminde dizi olmayacak o zaman anladığım kadarıyla.
Çok güzel bir iş gelirse tabii ki dizi de olur ama bu yıl artık tiyatro yapmak istiyorum. Sahneye çıkmayalı epey oldu, İstanbul’a geldiğimden beri hiç tiyatro yapmadım ve çok özlüyorum. Bir de açıkçası sahneye çıktığımda nasıl şekil alacağımı merak ediyorum. En nihayetinde tozlandım, o tozu üstümden atıp sahne üstündeki Selin’i görmek istiyorum.
 
● Bu noktada ilk olarak hangi tiyatro ekibinin kapısını çalarsın?
KREK hayranıydım ama maalesef kapandı orası malum. Oyunculuğa başlamam açısından da Semaver Kumpanya’nın bendeki yeri çok özeldir. Küçükken onların oyununu izleyip büyülendiğimi bilirim. Bu ikisi dışında açıkçası cevap veremem bu soruya çünkü yoğun set temposundan ötürü uzun zamandır tiyatroya gidemedim. Enis’in (Arıkan), Craft’ta sahnelenen Garaj oyununa da bayılmıştım bu arada. Enis çok iyiydi, her şey çok güzeldi. Ağlayarak çıkmıştım oyundan. Bu arada mutlaka oynamak zorunda değilim. Sevdiğim bir yönetmenin asistanlığını bile yapabilirim şu an. Benim için tiyatronun o tozunu yutmak yeterli.
 
● Tiyatro sahnesinde olma fikri beni de heyecanlandırdı şu an (gülüyoruz.) Çoban Yıldızı’nın ani finaline. Siz de galiba son gün öğrendiniz, değil mi? Sonrasında da izleyiciler, kanalı topa tuttular malum.
Evet, son gün öğrendik maalesef. Açıkçası burada suçlanacak herhangi bir taraf yok çünkü Fox TV de her kanal gibi sezon sonunda bölüm reytinglerine bakarak önümüzdeki sezon çizecekleri yolu belirleyecekti. Bunun için de son üç bölümün reytinglerine bakıldı. Hepimiz bunu biliyorduk; aslında reyting ivmemiz gayet iyiydi ama son iki bölümde anlamadığımız bir şekilde sıralamada düşüş yaşadık. Yüksek reytinglerle başlayan yeni işler oldu. Bu noktada da bitmek zorundaydı çünkü yeni sezonda o reytingle devam etseydik hiç şansımız olmayabilirdi. O zaman da hem kamera arkası ekip hem de oyuncu kadrosu olarak yeni sezonu kaçırmış olurduk. Mantıklı olan yapıldı bence. Yapımcımız ve kanal, pek çok kişiyi mağdur etmemek adına böyle bir karar aldı. Gönül isterdi ki keşke bitmeseydi. Ben hayatımda bu kadar üzüldüğümü hatırlamıyorum. Çok güzel ekiplerle çalıştım ancak Çoban Yıldızı ekibinden daha iyisiyle henüz çalışmadım. Gül Oğuz’la çalışmak benim için çok kıymetliydi. Kurduğu dünya da çok değerliydi. Canlandırdığım Zühre karakterini yaratırken beni elimden tutup yönlendirme şekli ve de dostluğu, rehberliği; kısacası hayatıma kattığı ve de katmaya devam edeceği her şey için minnettarım ona.
 
● Zühre’nin yaratılma aşamasında Gül Oğuz, seni ne şekilde yönlendirdi? Onu farklı yere koymanı sağlayan yönleri nelerdi?
Bir kere kurduğu dünyaya, sektöre çok hâkim ve onun bu hâkimiyeti insanda sonsuz bir güven duygusu ve rahatlık sağlıyor. Dolayısıyla oyuncu olarak kafanda soru işaretleriyle başlamıyorsun sete. Gül Hoca bu denli rahatlık verdiği gibi tatlı serttir de aynı zamanda, çok güzel eleştirir. Bazen ortada bir hassasiyet olduğunda eleştiriye alınabiliyoruz ister istemez. Ancak Gül Hoca’nın eleştirisine alınmam mümkün değil çünkü o kadar doğru noktaları saptar ki hak verirsin ve onun dedikleri sonrasında rolü bambaşka bir yöne çekersin. Bununla birlikte oyuncusuna öyle inanarak bakar ki; “Şunu yap da görsünler”in temsili bakışıdır o. Kendi adıma Gül Hoca’nın hep hayatımda olmasını isterim. Sadece mesleki anlamda değil, hayatın her alanında ona akıl danışmayı çok seviyorum. Ana kraliçe o zaten. Gül Hoca geldiğinde ekibin yüzünde güller açar. Çünkü çevremdekilere de hep söylüyorum; bir yandan oyuncusu zor bir sahne çekerken terlemiş mi diye kontrol edip diğer yandan açı verirken çay getiren çaycının soğuktan üşüyüp üşümediğine bakar. Böyle söyledim diye yanlış anlaşılmasın, çok güzel setlerde çalıştım ama Çoban Yıldızı benim için en özeli oldu. Gül Hoca’dan bahsettim hep ama keza Murat Can da (Oğuz) öyleydi.
 
● Murat Can Oğuz’un ilk yönetmenlik deneyimiydi galiba, değil mi?
Evet, ilkti ve tabiri caizse çok acayip çıktı. Hepimiz çok mutlu olduk onunla çalıştığımız için. Çok acayip bir zekâya ve estetik göze sahip. O da oyuncuya çok iyi gelen yönetmenlerden. Her oyuncuyu gözlemleyip hemen baskın noktalarını belirler. Bazen hiçbir şey söylemesine gerek kalmaz ve sadece gözlerle anlaşırız. Ancak tartıştığım zamanlar da olmuştur, daha doğrusu mücadele ettiğim diyelim (gülüyor.) “Burada aslında böyle yapmalıyım” dediğimde Murat Can’dan şöyle bir cevap gelir; “Hayır, Selin’ciğim şöyle yapmalısın”. Bunu o kadar tatlılıkla söyler ki bir bakmışım onun dediğini yapıyorum (gülüyor.)
 
● Peki, bu bahsettiğin diretme sende ne kadar devam ediyor?
İşte, bu diretme Murat Can’da işe yaramıyordu. Enteresan bir ikna kabiliyeti var. Benim istediğim şey de denenmiştir hep bu arada, çünkü oyuncusunun fikrine sonsuz önem verir. Onun dediğini yaptığımda ve bunu izlediğimde hiç de pişman olmamışımdır. O kadar özgüveni yüksek ve aynı zamanda o kadar mütevazı biri ki insanları o yüzden ikna edebiliyor. Bir de senin de bildiğin o doğru noktalarından emindir. Selin inkar etse de, o emin Selin’den. Benim çok yakın dostum oldu aynı zamanda.
 
● Çoban Yıldızı setini bir nevi terapi olarak betimleyebiliriz o zaman.
Kesinlikle öyle! Kendi işim diye söylemiyorum ama hiç bu kadar mutlu çalışmadım. İlk defa repo gününde ekibi özlüyor ve onlarla telefonda konuşuyordum. Kostümcümüzden kuaförümüze; herkesin birbiriyle mütemadiyen bir ayrı kalamama durumu söz konusuydu. Doğum günümü kutladığımda en yakın arkadaşlarım da masadaydı ama ben farkında olmadan ekiple oturmuşum mesela. Çok tatlı, organik bir bağ oluştu.
 
● Ve böyle bir ortamda Menderes Samancılar gibi bir ustayla partnerdiniz. Bir röportajında kendisi için canlandırdığı karakter betimlenirken ilk söylediğin şey “Çok yaşlı demeyelim, Menderes Abi kızmasın” yorumu olmuştu. O geldi aklıma şimdi (gülüyoruz.)
Evet, Mendo’cuğum çok kızar, çünkü yaşlı değil o. Rüya gibi geliyor şu an böyle deyince; Menderes Abi partnerimdi benim, kocamı oynuyordu. Hayatımda hiçbir partnerim bana Menderes Samancılar gibi aşkla bakmamıştır. Çok ciddiyim! Bugüne kadarki partnerlerimin hepsi çok yakın arkadaşım ve her birini de ayrı seviyorum. Onlar da çok güzel baktılar ama kimse Menderes Abi gibi bakamadı. Öyle güzel bakardı ki projeyi nasıl sahiplendiğini, o hikâyenin gerçekten bir parçasına dönüştüğünü net görebiliyordun. Oynadığı rolü ve Zühre’yi gerçekten çok seviyordu, ona saygı duyuyordu. Bu durumu oynarken rahatlıkla görebiliyordum. Muhteşem bir partnerdi. Bence zor bir şeyi başardık çünkü böyle bir ikiliyi izleyiciye kabullendirmek kolay değil. Bunda set dışındaki bağımız da etkili oldu. O benim için ağabey, baba, arkadaş; her şey oldu. İnanılmaz keyif aldım onunla oynarken. Her şeyden önce çok eğleniyorduk. Sahneden önce oturup birlikte çalışıyor ve bir şeyler üretiyorduk. Sağolsun Murat Can da buna müsaade ediyordu. Çok tatlı paslaştık Menderes Abi’yle. Zaten son zamanlarda garip bir şekilde Zühre ile Fikret tatlı bir çifte dönüşmeye başlamıştı (gülüyor.) Menderes Abi’nin etkisi büyük, ne yapsa itici olmuyor. Yine yeniden söylüyorum; çok güzel bakıyor ve görüyor.
 
● Sette çok eğlendiğinizin en renkli nişanelerinden biri de Instagram hesabında duruyor. Motosiklet üzerindeki Menderes Samancılar fotoğrafı direkt Sons of Anarchy dizisi afişi.
İşte, öyle bir adam. Her şeye açık. Erdem Akakçe’nin motosikletiydi o. Menderes Abi de o sırada onu inceliyordu. “Hadi bir fotoğraf çekeyim” deyince hemen poz verdi. Hayat enerjisi o kadar yüksek ki ve hayatla o kadar barışık biri ki gerçekten Allah başımızdan eksik etmesin ve herkesin hayatında bir Menderes Samancılar olsun. Mendo’m o benim, ötesi yok (gülüyor.)

 

● Biz Zühre’ye geri dönelim; ona çok güzel bir yazıyla veda ettin sosyal medyada. Baktığında Zühre, kalbinde hangi noktaya dokundu? Proje dışında, bu karakteri başlı başına senin için özel kılan unsur neydi?
Şu an bu sorunun cevabını düşünürken gözlerim doluyor hâlâ. Veda yemeğinde de o kadar çok ağladım ki yemek yiyemedim. Kariyerime, daha doğrusu dizi piyasasına farklı bir karakterle başladım ve devamında hep benzeri şeyler geldi. Yelpaze komedi, romantik komedi ve tatlı hafif dram şeklinde yayılıyor. Zühre gibi bir rolü; onun gibi toprak kadını hikâyesini hep hayal etmişimdir. Ancak bana hiçbir zaman gelmeyeceğini düşündüğüm bir karakterdi. Çünkü daha önce oynadıklarımla çok alakasızdı. Piyasanın genelinde risk almak sevilmediği için Zühre gibi bir karakterin bana teklif edilmesi konusunda pesimisttim. Bu topraklardan çıktığı, kalbi bu kadar güçlü attığı ve aslında her gün belki de yanından geçtiğimiz sessiz çığlıklar atan, isyan eden sayısız kadından biri olduğu için Zühre’yi çok sevdim. Ve böyle bir genç kızı canlandırdığım için de gurur duydum. Bununla birlikte Zühre benim oyun dilimi değiştirdi. Geçmişteki rollerimde daha büyük, yer yer de karikatüre kaçan şeyler yaptım ister istemez. Ancak Zühre, bu dediklerimin tamamen dışındaydı. Çoban Yıldızı’nda oyunumu küçültüp kendimi zapt etmeyi öğrendim.
 
● Kapadokya gibi muazzam bir coğrafya şiirken, senin Zühre betimlemen de o şiirin mısralarından biri oldu. O denli sakin oynadın kanımca.
Hayal ettiğim de buydu. Benim oyunculuğa bakış açım da öyle zaten. Geçmişte oynadığım roller maalesef bu dediğime çok müsaade etmiyordu. Çoban Yıldızı’nda izleyicinin benim döktüğüm gözyaşına ya da feryadıma değil, gerçekten Zühre’ye üzülmesini istedim. O yüzden de onu küçücük yapmam gerekiyordu. Gül Hoca’nın ve Murat Can’ın katkısı çok büyük bunda. Çünkü ben bunu böyle istesem de belirli alışkanlıklarım var. Dikkat etsem de bir mimik hafiften aşırıya kaçabiliyor. Fakat Gül Hoca ve Murat Can, tek bir anı bile kaçırmıyorlardı. “Selin’ciğim” dedikleri an toparlıyordum. Bu nedenle de konuşurken ağlıyorum hâlâ (gülüyor.)
 
● Zühre gibi bir rolün sana hiç gelmeyeceğini düşündüğünü söylemiştin. Sete çıktığınızda hiç sordun mu seni biri mi önermiş, seni Zühre olarak hayal etmelerinde hangi unsur etkili olmuş?
Gül Hoca kendi istemiş. Çok enteresan; Gül Hoca benimle çalışmak istermiş zaten hep ama denk gelememişiz bir türlü. Derken bir gün eski menajerim, şu anda da çok yakın arkadaşım olan Çağla Yozgatlı, Most Production’a gittiğinde Gül Hoca’nın Zühre arayışlarının devam ettiğini öğrenmiş. Gül Hoca’ya benden bahsettikten sonra benimle paylaştı durumu. Çağla beni aradığında Paris’teydim ve ertesi günü atlayıp geldim hemen. Audition çekilip bittiğinde Gül Hoca, “Gidip sözleşme şartlarını konuş” demişti. Aklıma veda yemeğinde Gülizar Irmak’ın sözü geldi; “Bir daha yazsam Çoban Yıldızı’nı, Zühre yine sen ol isterdim.” Bunun benim için ne kadar büyük bir mutluluk ve gurur kaynağı olduğunu anlatamam. Bu yüzden de ömrü kısa sürdü diye üzülüyorum.
 
● İlk teaser’ı izlediğimde uzun bir süre sinema filmi diye düşünmüştüm. Görüntü yönetmenliği bazında da bence muazzam bir işti.
Ben ilk bölümü izlediğimde sesleri duyunca şoka girmiştim. Ortam sesini bu kadar net duyduğumu hatırlamıyorum. Seninle aynı tepkiyi vermiştim ben de, sinema filmi gibi geldi. Coğrafya da muazzamdı. Ürgüp çok renkli ve de çok rahat çalışılan bir yer, -27 derece olmasını saymazsak ama (gülüyor.) Son bölümü çekmek için Ürgüp’e gittiğimizde o kadar duygulandık ve mutlu olduk ki ben Zühre’nin gerçekten evine döndüğünü hissettim. Bazı mekânlar güzeldir ama enerjisiyle seni içine almaz. Ürgüp öyle değil, gittiğimizde fark ettik; Ürgüp bizi bayağı kucaklamış. Çoban Yıldızı’nın finalinde beni yegâne mutlu eden faktörlerin başında da bu gelir; dizi doğduğu yerde sona erdi.
 
● Çoban Yıldızı’nın tek bölümlük, mini film şeklinde bir vedası olsa bugün Zühre’yi mutlaka görmek istediğin sahne veya söyletmek istediğin replik ne olurdu?
Onu, yolculuğuna çıkaran çok fazla etken söz konusuydu. Canını yakan çok şey ve de kişi vardı. Eğer minik bir final yapabiliyorsak Zühre’nin her şeyi gerçekten yakıp yıktığını görmek isterdim ya da tüm olanları affedip tek başına gittiğini. Zühre, Seyit’le bir aşk yaşayamadı. Hep zarar veren taraf oldu. Varlığı yokluğu, her şeyi dertti çünkü. O nedenle ya her şeyi yakıp yıksın ya da hepsini geride bırakıp tek başına yeni bir yolculuğa çıksın.
 
● Bu projeden önce, Rengarenk ve Acı Aşk zamanı sosyal medyada; “Sektöre bu kadar hâkim ve bu kadar yetenekliyken neden iyi iş seçemiyor?” tarzı yorumlara rastlamıştım seninle ilgili.
Doğru! (Gülüyor.) Aslında doğrusunu söylemek gerekirse ben proje seçmedim şimdiye kadar. Elbette reddettiğim çok iş oldu ama öyle bir an oluyordu ki benim için; “Proje beni seçiyor” durumunu yaşıyordum. Eğer bir şeye hayır diyemiyorsam, doğru mu yanlış mı düşünmeden kabul ediyordum. Acı Aşk ve Rengarenk üzerinden konuşacak olursak; Acı Aşk’ı kabul ettim çünkü Çağatay Tosun’la çalışmayı çok istiyordum. Sude de beni çok etkilemişti. Bununla birlikte yapmak istemememe sebep olacak bir sürü etken de vardı. Rengarenk’te ise eski ekibimle çalışacaktım tekrar, Kaçak Gelinler ekibiyle. Bu da bana biraz güvenli geldi. Acı Aşk yeni bitmişti, bir hayal kırıklığı yaşamıştım ve güvenli alanıma dönmek istedim.
 
● Güvenli alana dönme isteğini senin gibi korkusuz birinden de beklemem.
Ben de beklemem (gülüyor.) Ancak işte seçeneklerim öyle değildi. O kadar çok aynı türevde iş geldi ki bu nedenle güvenli limana sığındım. Acı Aşk’ı seçme nedenlerimden biri de, “Aaa, romantik komedi gelmedi. Yaşasın!” moduna geçmiş olmamdı (gülüyor.) Kötü kadını oynayacağım ve izleyiciye de bunu gösterme şansına sahip olacağım için mutluydum. Rengarenk’te durum malum, yayınlandığı dönem darbe girişimine denk geldi, o nedenle de talihsiz bir süreç yaşadık. Bir de gerçekten başta da dediğim gibi bu seçimlerimde seçeneğimin azlığının etkisi de çok büyüktü.
 
● Bu seçenek azlığı durumu seni ruhen düşürmüyor mu peki?
Düşürüyor tabii, düşürmez mi?
 
● Öyle durumlarda nasıl silkelenip kalkabiliyorsun?
“Aynı minvalde olan bir işte nasıl farklı bir şey yaparım?” sorusunun cevabını arayış beni anında ayağa kaldırıyor. Bir öncekine benzemesin diye çok uğraşıyorum, o da diri tutuyor beni. Mesela Rengarenk’te Renk karakterini yaratırken ve oynarken Kaçak Gelinler’in Şebnem’inin herhangi bir mimiğini izleyici görmesin diye çok uğraştım. Bu da beni canlı tuttu.
 
● Reddettiğin rollerin de çok olduğundan bahsettin. Sana teklif edilen ama kabul etmediğin ancak izlediğinde de “Ah be!” dediğin bir proje oldu mu?
Burada tahtaya vurayım (gülüyor.) Çünkü çok şükür ki hiç öyle bir hayal kırıklığı yaşamadım. Kabul etmediğim her işte “İyi ki reddetmişim” dedim.
 
● Çoban Yıldızı’yla ilgili konuşurken Zühre’nin, uzun zamandır canlandırmak istediğin rollerden biri olduğunu söyledin. Zühre gibi nokta atışı yapabileceğin ve onun kadar istediğin, aklına ilk gelen karakteri nasıl tanımlarsın?
Bu soruya öyle hemen cevap vermek istemiyorum galiba. Hayat sürprizlerle dolu ve ben her şeye açığım. Zühre gibi, olsun dediğim bir karakter çalsın kapımı, o da bana kalsın (gülüyor.)
 
● Bugüne kadar canlandırdığın tüm karakterler karşında; her birine “Senden aldığım şu dersten, bana kattıklarından ötürü…” diyerek başlayıp teşekkür edeceksin. Söz sende… 
Özgür (Melekler Korusun); bir olmayı, aile olmayı öğrettiğin için,
Şebnem (Kaçak Gelinler); özgüven denen şeyin doğru ve sınırlarında kullanıldığında bir sürü kapı açabildiğini gösterdiğin için,
Şekerpare (Leyla ile Mecnun); oyun oynamayı öğrettiğin için,
Zühre (Çoban Yıldızı); bir kadının özgürlüğü adına neler yapabileceğini öğreterek bana hayatımın cesaretini verdiğin için çok ama çok teşekkür ederim.
 
● Bu teşekkür anında da benim gözlerim doldu (gülüyoruz.) Bence biz bu karakterleri bırakmayalım. Hepsi hâlâ karşımızda ve hayata artık içlerinden birinin bakış açısıyla bakacaksın. Hangisini seçerdin?
Şekerpare, anı yaşayabilmeyi ve oyun oynayabilmeyi bilen, gitmesi gerektiği noktada da gidebilen biriydi. Bazen bazı şeyler için gereksiz mücadeleye girmek örseliyor beni. Biraz olsun onun bencilliğine sahip olmayı isterdim. Arkamda bırakacağım şeyleri değil, kendimi düşünebilmek güzel olurdu. 
 
● Seninle ilk röportajımızda karşımda tüm dizilere mutlaka en az bir bölüm bakmış, işin kamera arkasına fazlasıyla ilgilenen biri vardı. Malum bu set temposunda oyuncular yeri geliyor kendi dizilerini bile izleyemiyorlar pek. Televizyon dünyasına hâkim biri olarak yeni sezon öncesi geride bıraktığımız sezonun karnesini yorumlamanı rica etsem; ortaya nasıl bir tablo çıkardı?
Bu yıl Çoban Yıldızı’yla o kadar meşguldüm ki bu sefer çok bakamadım itiraf etmeliyim. Her ne kadar aynı günde olsak da Vatanım Sensin çok ama çok beğendiğim bir işti. Bergüzar Korel’i o kadar beğendim ki… Gerçek hayatta eş olma durumu handikap olabilecekken burada tam tersi, öyle büyük bir avantaja çevirdiler ki Halit Ergenç’le onu birlikte izlemek çok keyifliydi benim için.,

 

● Takipçilerin kusura bakmasın ama röportajın bu noktasında kendi adıma bir soru soracağım. Seninle malum oldukça ulvi bir ortak yönümüz var: Alper Canıgüz dünyası sevdalısı olma! Kan ve Gül’ü okudun mu, nasıl buldun?
Okumaz mıyım? Tabii ki okudum. Hayatımın en güzel hediyelerinden birini alarak hem de. Alper Canıgüz imzalı bir Kan ve Gül’üm var, hatta öyle ki Alper Canıgüz’ün el izini taşıyor (gülüyor.) Sen kıskanma diye sana anlatmamıştım, ups!
 
● Tamam, röportajı burada bitirebiliriz.
(Gülüyor.) Hemen geçiyorum bu gerçeği. Alper Canıgüz’ün dünyasını çok seviyorum. Sanki benim beynimin içinde gizli, herkese anlatamadığım şeyleri söze döküyor. Tabii ki Alper Kamu’nun yeri her zaman ayrıdır ama Canıgüz ne yazarsa başımın üstünde yeri var.
 
● Twitter’da da muhabbeti geçmişti Alper Kamu artık bir ete kemiğe bürünse diye. Sence öyle bir durum gerçekleşirse kim yönetsin? Sen filmin neresinde “bir arkadaşa bakıp çıkacağım” modunda mutlaka görünmek isterdin?
Selim Demirdelen yönetsin. Karakterlere gelirsek de, Alev Abla kim olmak istemez ama Erkin ve Koray’ın sevgilisi Yeşim’i de seçebilirim. Alper Kamu’nun beni sorguya çekmesini isterim.
 
● Alper Kamu’dan devam edecek olursak ayrı bir röportaja doğru evrilir bu sohbet. Ben genele geri döneyim. Projelerinde ilk set günü öncesi veya haber beklediğin dönem yaptığın bir totemin var mı ya da uğuruna inandığın herhangi bir obje vb.?
Yazarım. Bunu birçok kişi bilir, bir defterim var sevdiğim. Hep yazarım. Mum yakarım bir de. Mum iyi gelir, olacak ile olmayacak arasındaki mesafeyi aydınlatır.
 
● Bir sonraki projende tüm detaylar sana emanet; yönetmen seçiminden tut karşındaki partnerine, çekimlerin nerede gerçekleşeceğine ve müziklerini kimin besteleyeceğine kadar. Nasıl bir dünya yaratırdın?
“Eğer seçme şansım olsaydı mutlaka Korhan Futacı ve Kara Orkestra’ya yaptırırdım müzikleri” derim hep. Yer ve mekân kurmadım hiç ama benim hikâyelerim hep sepya ve gri. Partnerim ve yönetmen de bana kalsın mı? (Gülüyor.)
 
● Her projende sabit bir oyuncu olacak ve ne olursa olsun kadroda o da yer alacak. Bu ismin kim olmasını isterdin?
Menderes Samancılar. O, bir ekibin başına gelecek en güzel değer.
 
● Oyunculukla paralel ilerleyen bir ego kavramı var ki örümcek ağı gibi. Sanki sadece oyuncularda var gibi algılanan bir terim malum. Sen nasıl yorumluyorsun?
Ego kavramını doğru yorumlamadan bu soruya cevap vermek zor. Oyunculuk, kalabalıkların arasından sıyrılma arzusunun, estetikle dışavurumudur. Kişilere düşmanlık beslemediği sürece güçlü benliğin kimseye zararı olmaz. Hatta ego bu anlamda yapıcıdır. Egoları yüksek kişilerin ehlileşmeleri gerekir mi; ondan da emin değilim.
 
● Oyunculuğun hayatına kattığı en güzel ve hiçbir şeye değişemeyeceğin yanı nedir? Aynı şekilde yine oyunculuğun hayatından çaldığı ve yerine koymak istediğin unsur nedir?
Oyunculuk bana empati hassasiyeti kazandırdı. Bu, hiçbir şeyle yeri doldurulamaz bir değer. Hiçbir şeyin eksikliğini hissetmiyorum, sadece zamanımdan haddinden fazla çaldığını düşünüyorum. Bir de gözlem konusunda inanılmaz derecede ayrıntıcı hale geldim. İşle ilgili her şeyi görmek, fark etmek bir tarafa; bir de bunu hayatında da refleks ediniyorsun ki bazen o çok yıpratıcı oluyor.
 
● Dizi, sinema veya tiyatro dünyasında sektörde çalışanlardan kendine dair duyduğun, kulağına çalınan seni en mutlu eden ve de şaşırtan yorumlar neler?
Bir oyuncu için oynadığı rolle ilgili “Bu rolü senden başkası oynayamazmış” yorumunu duymak kadar mutlu edici bir cümle yoktur sanırım. Ben bu övgüyü Çoban Yıldızı’nda Zühre için duyduğumda çok mutlu olmuştum. Yine aynı döneme rastlayan şaşırtıcı bir yorum ise şuydu: “Selin, dramada da iyi performans gösterdi.” Oyunculuk sınırlandırılmamalı, kalıba sokulmamalı.
 
● Mesleğine veda edeceksin, neyi yapmamış olursan içinde büyük bir uhde kalır?
Çocukluğumdan beri oynamayı çok istediğim tiyatro metinleri var. Bazıları için henüz yaşım genç. Ancak mesleğime veda etmeden oynayamazsam içimde uhde kalır.
 

 
KISA KISA
 
Son zamanlarda seni en çok etkileyen film(ler):
Whiplash.
 
Tüm zamanların en iyi filmi:
Dogville.
 
Abartıldığını düşündüğün film(ler):
Birdman ve La La Land.
 
Bir filmin dünyasında yaşayacaksın bu hangisi olurdu?
Pulp Fiction.
 
Takip ettiğin diziler:
The Young Pope, Game of Thrones, Orange is the New Black ve Sense8’ti ama elimden aldılar. The Handmaid’s Tale’ı da çok sevdim.
 
Bugüne kadar yediğin en fena spoiler nedir?
Hiç spoiler yemedim.
 
Şanslı azınlıktansın o zaman. Senin yanlışlıkla spoiler verdiğin oldu mu?
Özge’ye (Özpirinçci) en acımasız Game of Thrones spoilerlarını ben verdim.
 
Son zamanlarda seni en çok etkileyen tiyatro oyunu:
Önce Bir Boşluk Oldu Kalp Gidince Ama Şimdi İyi.
 
Başucu kitap(lar)ın:
Ursula K. Le Guin – Yerdeniz Serisi.
 
Şu an okuduğun kitap:
Berkun Oya – Esneyen Boşluk.
 
Cevabını biliyorum ama belki bir yıl içinde değişiklik yaşanmış olabilir diye tekrar soracağım. Herkese önerdiğin kitap nedir?
Tabii ki değişmedi. Alper Canıgüz’ün Oğullar ve Rencide Ruhlar’ı (gülüyor.)
 
Hayatının bundan sonraki kısmında bir kitabın dünyasına girip oradaki karakter olarak yaşayacaksın, bu hangisi olurdu?
Yerdeniz Serisi’nde Athuan Mezarları’yla karşımıza çıkan Tenar olmak isterdim ya da Harry Potter’da Hogwarts’ta okuyan bir öğrenci.
 
Ergenlik döneminde fanı olduğun dizi karakterleri, oyuncular kimlerdi?
7 Numara’yı izlerdim deli gibi ve hepsine de büyük saygı duyardım. Ancak fan olmadım hiç galiba.
 
Son zamanlarda en çok dinlediğin şarkı / müzisyen:
Jefferson Airplane – White Rabbit.
 
Gitmeyi en çok istediğin konser:
Stromae ve alt-J.
 
Seyahat etmeyi en çok istediğin şehir:
Fes.
 
Hayal şehrin:
Henüz görmediğim çok yer var ama Paris.
 
En sık kullandığın kelime / söz kalıbı:
Şaka yapıyorsun?
 
Google’da en son neyi arattın?
Nimbus 2000’i nereden alabilirim? (Harry Potter’ın ilk süpürgesi.)
 
İlk bulan diğerine haber versin lütfen. Bir buluşa sen imza atmış olsaydın hangisini seçerdin?
Matbaa; daha çok, daha çok kitap.
 
Vikipedi’nin hali ne olacak sence?
Artık bitsin.
 
Mutsuzsun, pesimistsin, sinirlisin. Bu ruh halinden seni anında ne çıkarmayı başarır?
Müzik.
 
Şu an yaşayan veya hayatını kaybetmiş ünlü bir kişilikle (yazar, oyuncu, bilim adamı, siyasetçi vb.) biriyle karşılıklı oturup bir konu üzerine konuşma şansın olsa kimi seçersin ve ne üzerine konuşursun?
William Shakespeare nasıl bu kadar kendini güncelleyen, her çağa uyabilen bir dil kullanır; bunun sihir ne ola ki, çok merak ederim.
 
Bugünkü Selin Şekerci’yi betimleyecek bir söz (edebi alıntı, replik, şarkı sözü vb.)
Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum. Hiçbirinizle dövüşemem. Siz ne derseniz deyiniz. Benim bir gizli bildiğim var. – Turgut Uyar.

*
*

Fotoğraflar Emre Yunusoğlu
Styling Oğuzhan Erdoğan
Saç Hakan Berber
Makyaj Rıfat Yüzüak
Fotoğraf Asistanı Alper Özkorkmaz  
Styling Asistanı Bilge Bilgin
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER