İsimsizler’in tanıtımı dönmeye başladığında tiyatro
sahnesinde hayranlıkla izlediğim Bülent Alkış faktöründen ötürü ekranın
karşısına geçerek ilk bölümü izlemiştim. Açıkçası seyirlik açısından zor bir yapım
olarak bulmuştum diziyi. Çünkü gerçekliği kurgusal bir dille izleyiciye
iletmekle birlikte şu an gerçekte yaşayan insanların hayatlarından kesitleri de
aynı zamanda sunmuş oluyor. Bu yönden takdiri hak eden bir iş olduğunu itiraf
etmem gerekir. Haliyle bu noktada dikkatimi yakalayan İsimsizler’in Kaymakam Fatih’ini gördüğümde hemen arama motorunda
ismini aratmıştım: Uğur Güneş. Oyunculuğun mükemmel kombinasyonlarından Ankara
ve tiyatroyu bünyesinde barındıran Güneş’le, dizinin setinde, kaymakamlığın
olduğu mekânda bir araya geldik. Osho’nun kitaplarındaki huzurun doğadaki
yansıması kıvamında, yeşil ile kahverenginin raks ettiği eski bir veterinerlik
fakültesinde konumlanan bu mekân, bulutların ardında kendini çok göstermeyen
puslu ışıkla birleşince Emre için muazzam ortamı sağladı. Pek çok oyuncudan
duyduğumuz “Oyuncu için en zor şey poz vermek olmalı. Her günün kamerayı
unutarak geçerken, burada oyunun kuralları değişiyor ve objektifle iletişim
kuruyorsun” sözünü tabii ki Uğur Güneş’ten de duyduk. Ancak tabiri caizse
tereyağından kıl çeker misali çok rahat, keyifli ve hızlı gerçekleşen çekimin
ardından kendisi bizi “makamına” buyur ederek sorularımı cevapladı. Güneş’ten
röportajın başlarında çekindiğimi ve kendi kendime “Eyvah mıknatısla cevapları
alacağım galiba” dediğimi itiraf etmeliyim. Tok bir ses tonuna ve ciddi bir
duruşa sahip olmasının bu durumdaki etkisi de yadsınamaz tabii. Öyle ki sanki
Uğur Güneş’le değil de gerçekten Kaymakam Fatih’le karşı karşıyaydım. Rolünün
gerçekliğinin ve de ağırlığının her an farkında olan Güneş, İsimsizler’le birlikte İstanbul’da
kalıcı olduğunu kanıtlamış durumda. Röportajın ortalarında artık o görünmez
kaymakam kostümünü çıkarıp Fatih’ten ayrılarak sözü Uğur Güneş’e bırakan ve güler
yüzünü gösteren Güneş, soru-cevabı güzel bir sohbete çevirirken söz uçar yazı
kalır misali ortaya da Emre Yunusoğlu’nun karelerinin tamamladığı bu röportaj
çıktı.
● İsimsizler’in senaryosunu okuduktan sonra ilk hissiyatınız neydi?
“Ben bunu
nasıl oynarım?” (Gülüyor.) Kaymakam Fatih, zor bir karakter ve açıkçası ilk
defa böylesine kurumsal bir rol canlandırdığım için biraz tedirgin oldum ve
korktum ilk başta. Fakat karakter oturdukça o korkuyu da üzerimden attım.
● Asker temasında ince dengeler var. En nihayetinde
hassas bir dönemde, başta Doğu olmak üzere taşrada savaşla uyanmanın maalesef
yıllardır rutin olduğu bir coğrafyada asker temalı bir dizide rol alıyorsunuz.
Bu açıdan projeyi kabul etmeden önce herhangi bir çekinceniz oldu mu?
Zaten Fatih
de çok ince çizgide bir karakter. Her yere çekilebilir. Bu nedenle senaryo
dâhilinde de tüm bu bahsettiğiniz faktörler göz önünde bulundurularak, tabiri
caizse göze sokmadan oynamak gerekiyor. Senaryoya ve karaktere dair en büyük
korkum da buydu zaten. Fatih’e baktığınızda da onun tarafsız olduğunu
görüyorsunuz. Bu onun için bir zorunluluk değil, gerçekten de bir tarafı yok
onun. Tek bir misyonu var, o da birleştirici olmak. Ben de bu yönünü gözeterek
ve de vurgulayarak oynuyorum.
● “Doğu’yu görmüşler mi ki böyle bir dizide
oynuyorlar.” Asker temalı diziler ilk başladığında bu tür yorumlara çok sık
rastlamıştım.
Annem
Siirtli. Bu nedenle o coğrafyayı çok iyi biliyorum. Evet, bu yorum aslında ne
kadar zor ve de dengeyi sağlamamız gereken bir iş yaptığımızı gösteriyor ama
benim bu açıdan herhangi bir korkum ya da tereddütüm olmamıştı. Zaten anlatım
dili de bu nedenle biraz şeffaf.
● Dizi başlamadan önce özellikle hazırlık aşaması
çok konuşuldu. Kişisel anlamda sizin ne gibi gözlemleriniz ve çalışmalarınız
oldu?
Çok kısa bir
sürede hazırlanmam gerekiyordu. Bu nedenle öncelikle bir sürü belgesel izledim
ve pek çok kişinin hayatını inceledim. Fatih’in devlet adamı misyonuna dair bir
misyon yaratmaya çalıştım kafamda ve yavaş yavaş bu şekilde rolü ortaya
çıkardım.
● Kaymakam statüsünde olan, birebir konuşup bilgi
aldığınız biri oldu mu?
Olmadı
açıkçası ama ailemde cumhuriyet başsavcılığı yapmış biri vardı. Geçmişte onun
yanına gitmiştim. Aklımda kalanını Fatih Kaymakam’a bürünürken kostümüne
iğneledim (gülüyor.)
● Kaymakam Fatih’in hangi yönü onu sizin gözünüzde
zor biri kıldı?
Fatih’le
Uğur’u karşılaştırırsak Fatih, en zor anlarda bile doğru, mantıklı kararlar
verebilen ve de vermek zorunda olan biri. Misyonu bu çünkü. Fakat ben o kadar
sakin ve de soğukkanlı kalamıyorum. Duygularıma, “Şimdi siz kenara geçin,
sadece mantığım konuşsun” diyebilen biri de olmadım. Fatih’in bu yönü beni
biraz zorladı. Aynı şeyleri yaparak kendimi yinelemek, benzer tepkileri ve duygu
hallerini vermek istemedim.
● İsimsizler’de rol alıyor olmak Türkiye siyasetine dair hangi konuda
farkındalığınızı artırdı?
Geçmişte de
hem Türkiye hem de dünya siyasetine dair kaynaklar okuyup araştırma yapardım
zaten. Farkındalığımın arttığı bir konu oldu mu bilemiyorum ama geçmişte şu an
anlattıklarımızın ufak bir bölümünün lafını bile edemezdiniz. Şimdiyse birebir
anlatabiliyorsunuz. Bu sayede yaşanmış gerçeklikleri anlatmada bir nebze
payımın olması beni mutlu ediyor. Ayrıca Kaymakam Fatih gibi bir karakteri
canlandırmak da çok keyifli. İlk defa görüyor izleyici böyle bir karakter.
Alışılagelmiş bir hikâyenin parçası değil Fatih. İşte, bu da hem çok zevkli hem
de bir o kadar riskli ve heyecan verici. Eğer sürçü lisan ettiysek affola.
● Çekimler esnasında sizi en çok hangi sahne
zorladı?
Genelde
çatışma sahneleri çok zor oluyor. Polis Özel Harekat (PÖH) ve Jandarma Özel Harekat
(JÖH) askerleriyle çalışıyoruz. Operasyon sahnesi çektiğimiz sırada belli bir
program var onların gerçek hayatta izlediği, biz de ona uymak zorunda kalıyoruz
haliyle. Defalarca çektiğimiz için çatışma sahnelerini tamamlamamız sabaha
kadar devam ediyor. Ancak tüm yorgunluğumuza değiyor ve bu işin bir parçası
olmaktan her seferinde gurur duyuyorum.
● Gerçek askerlerle çalıştığınızdan bahsettiniz.
Onların gerçek hayatta yaşadıklarına, karşılaştıkları zorluklara dair
ağırlığını hissettiğiniz, etkisinde kaldığınız bir durum oluyor mu?
Olmaz mı! Bir
sahnede kirpi diye bir aracın içinde gerçek JÖH askerleriyle çalışmıştık. Bu
esnada o kadar doğallardı ki operasyona da bu ruh haliyle gidip gitmediklerini
sormuştum. Çünkü operasyona giderken o olay dışında her şeyi konuşuyorlar.
Evliliklerinden ya da halı saha maçlardan bahsediyorlar ve birbirleriyle
şakalaşıyorlar. Ancak operasyona başlamadan hemen önce her şey bitiyor ve
operasyona çıkıyorlar. İlk başta çok şaşırmıştım bu duruma ve ciddi anlamda
etkisinde kalmıştım. Ancak çekimler devam ettikçe onların bu ruh halini
anlayabildim.
● Savaş fotoğrafçısı Susan Sontag siviller gözünden
savaşı, “başkalarının acısına bakmak” olarak yorumlar. Dünya üzerinde
milyarlarca insan yaşanan savaşları televizyondan canlı olarak izleyebiliyor
ama bununla birlikte ortada olan gerçeklerin ancak milyonda biri ekranlara
yansıyor belki de. Bu durum, İsimsizler’le
birlikte size bir misyon yüklüyor mu?
İster
istemez yüklüyordur herhalde. Evet, gerçek hayatta var olan insanları
anlatıyoruz ama en nihayetinde ortada kurgusal bir dil var. Bu nedenle o misyon
kısmı istemsiz oluşuyordur. Bahsettiğiniz konuda da çok haklısınız; diziye
başladığımız andan beri askerlerden o kadar çok şey duydum ki hiçbir şey
bilmediğimizi fark ettim. Çünkü televizyonda izlediklerimizin 100 katı olay
görüyor ve acı çekiyorlar maalesef.
● Ekranları aynı anda asker temalı üç dizi istila
etti. Dağ ve Dağ 2’yle birlikte başlayan bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?
Tabii ben bu
işi kabul ettiğimde iki tane daha asker işinin yayına başlayacağını bilmiyordum
(gülüyor.) İlk İsimsizler duyuruldu.
Baktığınızda bu da bir ranttır aslında. İnsanlar bir şey duyduğu zaman “Biz de
yapalım” durumuna giriyorlar. Ancak ben kesinlikle üç işin aynı anda yayına
girmesine karşı değilim. Çünkü rekabet, başarıyı ve kaliteyi doğuruyor. Şahsen
diğer iki yapımın da beğendiğim, çok kaliteli sahneleri var. Ancak yineleyeyim,
İsimsizler bu türdeki ilk iş
(gülüyor.)
● Türkiye tarihine baktığınızda size göre en büyük
isimsiz kahraman kim?
O kadar çok
var ki! Bunu bir kişiye indirgemek oldukça güç. Şehit olan kaymakamımız Muhammed
Fatih Safitürk var, Gaffar Okkan var. Benim en çok sempati duyduğum kişi Gaffar
Okkan’dır. Biliyorsunuz Gaffar Okkan şehit olduktan sonra ilk defa kepenkler
indirildi. Müthiş bir hizmet vermiştir.
● Türkiye veya dünyada isimsiz olarak bir farklılık
yaratacaksınız. Bu ne olurdu?
İnsanların
birbirini sevmesini öğretirdim sadece. Daha doğrusu sevme zorunluluğu
getirirdim. Bunu zorbalık yaparak da öğretebilirdim, hatta diktatör bile
olabilirdim. Ve kesinlikle bu misyonu başarıyla üstlenirdim.
● Oyunculuk aklınızın ucunda dahi yokken bu yola
gönlünüzü koymuşsunuz galiba.
Evet,
oyunculuğa başlangıcım tamamen tesadüfi şekilde oldu. Hem çocukluk hem de
ergenlik yıllarımda çok vurdumduymaz biriydim. Tiyatro aklımın ucundan bile
geçmiyordu. Bir arkadaşım beni Ankara Sanat Tiyatrosu’na götürdü sınavlarına
girmem için. Fakat hiç istemiyordum. Sonrasında bir ağaçta çocuk tiyatrosuna
oyuncu arandığına dair ilan gördüm. “Artık bu bir işaret olmalı” diye düşünerek
başvurdum ve işte oyunculukla o zaman tanışmıştım. Sonrasında zaten Ankara
Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nde okudum. Ankara Sanat Tiyatrosu çıkışlıyım.
Buradan mezun olduktan sonra da İstanbul’a geldim.
● Sizi Ankara’dan İstanbul’a sürükleyen neydi?
2012 yılında
mezun olduktan sonra İstanbul’a geldim. O dönem Benim İçin Üzülme adlı bir dizi vardı, ilk olarak onda rol aldım. Ankara’da
oyunculuk bölümünden mezun olduktan sonra İstanbul’a gelmek biraz kaçınılmaz
oluyor. Çünkü orada sadece günlük dizi, tiyatro veya seslendirme yapabilirsin.
İstanbul ise oyunculuğun en leziz ve büyük pastasıdır, merkezidir. Bu da sizi
bir süre sonra mecburen İstanbul’a sürüklüyor.
● Geçmişte Özgün Çoban’la röportaj yaptığımda
İstanbul’daki yapımcıların Ankaralı oyuncuları tanımadığını, bu nedenle bu
şehirde sıfırdan başlamak zorunda kalındığında bahsetmişti. Bu zor olmuyor mu ?
En iyi
oyuncular Ankara’dan çıksa da Özgün Çoban’ın dediği gibi Ankara’yla çok
ilgilenmez yapımcılar. Ankara’da kökleşmiş bir tiyatro geleneği vardır ve
Ankara, içine kapanık, kendi kendine yetinen bir şehirdir oyunculuk anlamında. Ancak
oyuncunun para kazanması için o kapalı yerden çıkması gerekir. Çünkü orada
gitgide daralıyor bu camia. Mesela Behzat
Ç. bir istisnadır Ankara için. Ankara’da böyle işler yapılsa orada
kalabilirdim. Biz Ankaralılar, İstanbul’a karşı çok sıcak değilizdir.
İstanbul’u çok severim orası ayrı ama ciddi zorlukları oluyor tabii ve her
Ankaralı gibi bu zorlukları ben de yaşadım. Bu nedenle denizi olmasa da Ankara
kendi içinde güzeldir.
● Uğruna totem yaptığınız, canlandırmayı çok
istediğiniz bir rol var mı?
Bipolar
bozukluğu olan birini oynamayı çok isterim. Aynı anda dört farklı karakteri
içinde benimseyen ve barındıran, biraz şizofrenik bir karakteri oynamak
isterim. Ve böyle bir konuda şahsen Özcan Alper’in rejisini de çok merak
ediyorum. Yönetmen koltuğunda o otursa güzel olur.
● Oyunculuk senin için nasıl bir ayna işlevi
görüyor?
Açıkçası
aynanın karşısına geçip “Ben olsaydım ne yapardım?” sorusunu her anımda
sorduran bir meslek benim için. Bu aynı zamanda Stanislavski yöntemidir. Üniversitedeyken
ikinci üçüncü sınıfta biraz kafam karışmıştı. Sürekli kendimden beslendiğim
için bu biraz beni yıpratıyordu. Sonuçta olmayan bir şeyi olmuş gibi oynamak insanı
yıpratıyor, yoruyor. Yoktan bir şeye ağlıyor veya bağırıp çağırıyorsun.
● Bu yıpranma aşamasında enerjinizi, oynama
arzunuzu, merakınızı hangi unsur kamçılıyor ve oyunculuğunuzu besliyor? Bu
noktada yaşadığınız coğrafya sizi ne ölçüde etkiliyor?
Coğrafya
olarak çok hareketli bir konumda olduğumuz için her gün yaşanan olaylar zaten
ister istemez beni dolduruyor. Bu nedenle de coğrafyadan besleniyorum. Biz
sıcak ve duyguları hemen sonuna kadar aktarabilen bir toplum olduğumuz için
yaşanan olaylar da beni ister istemez besliyor ve etkilenmek de kaçınılmaz
oluyor. Sanki ateş hattında olduğumuz bu noktada Kaymakam Fatih gibi cesur ve
gözü pek bir karakteri canlandırmaktan ötürü gurur duyuyorum.
**
KISA KISA
● Son zamanlarda en çok etkilendiğiniz film:
Üç aydır
film izleyemiyorum ama en son Abbas Kiarostami’nin Kirazın Tadı adlı filmini izlemiştim. Her yıl bir kez izlerim
mutlaka. Ayrıca bu soruya Almodovar’ın İçinde
Yaşadığım Deri’sini de örnek verebilirim.
● İzlemekten bıkıp usanmadığın film:
The Green Mile. Yaklaşık 6-7 defa izledim ve ayrıca Tom
Hanks’in diğer tüm filmlerini de mutlaka seyretmişimdir. Keza bu durum Daniel
Day-Lewis için de geçerli.
● Herkesin beğendiği ama sizin çok abartıldığını
düşündüğünüz film:
Twilight.
● Son zamanlarda sizi en çok etkileyen tiyatro oyunu
nedir?
2006 yılında
Ankara Devlet Tiyatrosu’nun sahneye koyduğu Yaşamak
Mı Yoksa Ölmek Mi? adlı oyunu söyleyebilirim. Keşke bir daha yapılsa da
izlesem…
● Takip ettiğiniz diziler:
Homeland’i izliyorum, şu an dördüncü sezondayım. Yerli
dizilerden de geçmişte Suskunlar’ı ve
Ezel’i takip ediyordum.
● Son zamanlarda en sık dinlediğiniz müzisyen:
Tunuslu
besteci ve udi Anouar Brahem, ayrıca bu sıralar sakinleşmek için klasik müzik
dinliyorum.
● Sahip olmak istediğiniz yetenek:
Resim yapmak
ve bir enstrümanı iyi bir şekilde çalmak isterdim.
● Bilmediğimiz bir yeteneğiniz:
Çok iyi
badminton oynarım (gülüyor.)
● Bir kitap ya da filmdeki herhangi bir karakteri
siz konuşturacaksınız. Hangisini seçerdiniz?
Albert
Camus’nun Doğrular adlı bir oyunu
vardır. Orada direkt Kaliyev’le yer değiştirip Uğur olarak oynamak isterdim.
Çünkü okuduğum oyunlarda kendimi tam anlamıyla eşleştirdiği karakter odur.
Kaliyev de tıpkı benim gibi kafası çok karışık ve içinde sayısız duygu
biriktiren bir adam.
En sevdiğiniz şehir:
Ankara.
Gitmeyi en çok istediğiniz şehir:
St.
Petersburg ve Helsinki.
Başka bir yıl ve yerde doğma şansınız olsa…
1945-46
yıllarında Amerika’da doğmak isterdim.
Hangi tarihi karakteri canlandırmak sizin için
cazip olur?
Spartacus.
Sizi özetleyen bir söz:
Akışına
bırak (gülüyor.)