Bir gençlik dizisinde başroldeki kızın
zengin ve umursamaz sevgilisini oynuyorsan ve karşında da rakip olarak derin
yaralara sahip bir karakter duruyorsa izleyicilerden çok çekeceğin aşikârdır.
Ancak Adı Efsane’nin Kıvanç’ı Emre Bey, bu yerleşik düzeni biraz
değişikliğe uğrattı. RaniniTV’deki “Nasıl olur da hocamızın büyük kızının
sevgilisi sadece yakışıklı olduğu için seçilmemiş? İyi oynuyor çocuk.” yorumu, bu
değişikliği gösteren kanıtlardan sadece biri.
Emre, henüz 20 yaşında ve Adı Efsane de
ilk işi sayılır. Daha önce Aşk Zamanı’nda kısa soluklu, ufak bir rolde
oynamış. Bu nedenle şimdiki işini, ilk dizisi olarak görüyor. Şampuan reklamında
oynayacak saçlara ve “Nasıl bir ton bu böyle?” dedirtecek güzel yeşil gözlere
sahip. Zaten sokakta ister istemez bakışları da üzerinde topluyor. Buna bir de
“Erdal Beşikçioğlu’yla aynı dizidesin. İnsan daha ne ister ki!” yorumlarıyla
birlikte aynı pakette sunulan böbürlenmeden eser yok. Aklı fikri işini en iyi
şekilde yapıp çekimlere ara verilir verilmez de soluğu konservatuarda almakta.
Craft Atölye’den eğitim almasına rağmen gelenekselci düşünenlerden Emre. Zaten
oyuncu olmak isteyen kendi yaşıtlarına da ilk önerisi; “Mutlaka bir atölyeden
veya konservatuardan eğitim alsınlar.” oluyor. Ancak onun için bu da yeterli
değil. Çünkü o en büyük tuzağa, “tamam, ben oldum”a kapılmayanlardan. Böyle
biriyle tanışınca bana da soruları peş peşe sıralamak ve “Yolun açık olsun” demek
düşer.

● 90 kuşağı oyuncular gümbür gümbür geldi ve gelmeye de
devam ediyor. Gün geçmiyor ki yeni başlayan bir dizideki genç kadrodan birinin
adını sosyal medyada aratmayalım. Nedir bu senin kuşağındaki şeytan tüyü?
Bence bizim
kuşakta ekstra bir şeytan tüyü yok. Diziler çok yoğunlaştı ve sosyal medya çok
aktif kullanılıyor. Sürekli bir şeyler başlayıp bitiyor ve bu da daha fazla
kişinin sektörde ve gündemde olmasını sağlıyor.
● Seni bu dünyaya ne çekti? Adı Efsane,
yanlış bilmiyorsam ilk işin.
Evet sayılır, bundan önce de ufak bir işim
vardı. Aslında aklımda oyunculuk hiç yoktu. Erkek çocuklarının yüzde 80’inin
sahip olduğu hayali taşıyordum ben de; futbolcu olmak. Sonra psikoloji okumak
istedim. Hatta hâlâ okumayı düşünüyorum. Oyunculuğu hiç düşünmezken bir tanıdık
vasıtasıyla bu dünyaya adım attım. Kendisi bir oyunculuk ajansındaydı ve benim
de yazılmamı önerdi. Ajansa kaydoldum ve 2015 yılında da bir dizi için seçmeye çağrıldım. O gün sabah kalktığımda yağmur yağıyordu. Görüşme de bana
uzak bir yerdeydi. Gideyim mi, gitmeyeyim mi diye düşünürken gitmemeye karar
verdim.
● Şaka yapıyorsun! Sırf hava koşullarından
ötürü mü gitmemeyi düşündün?
(Gülüyor.) Ben de kendime şaşırdım ama o
gün artık nasıl bir ruh haline sahipsem havayı öyle görünce vazgeçtim. İstanbul
trafiği malum. Deneme çekimi bir de sabah saatlerindeydi. Ancak gitmek
istemememin asıl nedeni hiç kamera tecrübem veya eğitimimin olmamasıydı. Ablam
gitmediğimi görünce üzüldü tabii. Ben de dayanamadım ve kalkıp gittim.
● Deneyimli veya deneyimsiz; oyuncuların pek
de hoşlanmadığı anlardır audition’lar yani seçmeler. Sende durum ne olmuştu?
Eğitim almış veya herhangi bir tecrübem
olmuş olsaydı büyük ihtimalle bir tereddütle girerdim. Ancak ilk defa girdiğim
ve aslında olmayacağını düşünerek kameranın karşısına geçtiğim için o kadar
rahattım ki hiçbir oyuncu o kadar rahat girmemiştir audition’a. Galiba bu
rahatlık benim lehime oldu, çünkü rolü aldım.
● İlk bölümde de direksiyon başına geçtin ve
yanında Erdal Beşikçioğlu.
Of, hiç hatırlatmayın! Şu an söylediğinizde
bile ter bastı (gülüyor.) Erdal Abi’yle ilk sahnemdi o otomobil sahnesi.
Doğruya doğru, Erdal Abi'nin bu kadar sıcak ve cana yakın olmasını beklemiyordum. Kafamda
öyle bir cool imaj yaratmışım ki tanıdığım ilk saniyeden itibaren o babacan
tavrı ve hepimize kol kanat gerip bizlere sürekli bir şeyler katmaya çalışması, imajının önüne geçti. Onunla çalışıyor olduğumuz için çok şanslıyız.
● “Melis’in yanında sen yokken ben vardım”
rahatlığı ile kız arkadaşının babasıyla aynı ortamda olan bir erkeğin heyecanlı
tavrını çok güzel dengelemiştin otomobil sahnesinde.
Çok teşekkür ediyorum. Erdal Abi ve
birlikte çalıştığımız için kendimizi çok şanslı hissettiğimiz yönetmenimiz Devrim Yalçın
sayesindedir. Devrim Abi dilimizi çok iyi anlıyor. Her şeyden önce iletişim
kurmada mükemmel biri. Düştüğümüz zamanlar bizi sohbetiyle, enerjisiyle hemen
ayağa kaldırıyor.
Otomobil sahnesinde, çekimlerden önce
Erdal Abi’yle konuştuk ve bazı replikler ekledik. İçine kendimizden de bir
şeyler kattığımız için çekimler çok rahat ve eğlenceli geçti. Bu da ekrana
güzel yansıdı dediğiniz gibi galiba. Erdal Beşikçioğlu’yla karşılıklı oynamak
gerçekten büyük bir lütuf. Setim bittikten sonra kalıp sahne izliyorum. Hatta
Erdal Abi’yle Gökçe Abla’nın (Bahadır) bir sahnesi vardı. Erdal Abi oynuyor
diye kalıp sırf bu sahneyi izlemiştim.
● İlk bölümde sosyal medyada herkes Devrim
Yalçın’dan bahsetti. Rejisiyle, uzun zaman sonra altın değerinde bir ilk bölüm
armağan etti bize. Aynı zamanda oyuncu olmasının da buna etkisi vardır
herhalde. Sen ne düşünüyorsun?
Çok fazla yönetmenle çalışmadığım için
tabii bunun ayrımını yapamıyorum pek. Ancak diğer yönetmenlerden, bu yönüyle
ayrıldığı söyleniyor. Bununla birlikte Devrim Abi aynı zamanda çok iyi bir
fotoğrafçıymış. Bence bu da reji diline yansıyor. Sete, tüm ekibe inanılmaz
hâkim. En nihayetinde biz kendi oyunumuzdan sorumluyken, o herkesten sorumlu.
Çok kalabalık bir kadroyuz. Ve onlarca sahne çekilirken herkesin oyununu
aklında tutması bence zor. Zaten ben bu duruma hâlâ alışamadım (gülüyor.) Bir
hafta önce çektiğimiz sahneyi bir hafta sonra gelip, “Emre bu böyleydi ama bunu
şu an böyle oynamamız gerekiyor” dediğinde içimden şöyle bir tepki veriyorum:
“Hocam siz bunun ardından 35 tane sahne çekmişsinizdir. Nasıl hatırlıyorsunuz?”. Gerçekten çok şanslıyım onun kaptanlığında bu serüvende yol aldığım
için.
● Devrim Yalçın, ilk sahnenin ardından veya biraz zaman
geçtikten sonra oyunculuğunu nasıl yorumladı? Ne gibi tavsiyeleri oldu sana?
Devrim Hoca bize
sürekli tavsiyelerde bulunur, bir şeyler öğretir fakat oyunculuğumuzla ilgili
iyi ya da kötü diye bir yorum yapmıyor. Tam olarak ne düşündüğünü hiçbirimiz
bilmiyoruz sanırım (gülüyor.)
● İlk hangi sahnen çekildi?
Çocuklarla okulda karşılaştığım sahne.
Otomobile bakıyorlardı, ben de Sadık’a “Çek elini” diyordum. İlk sahnemdi o
benim. Zaten ben onlardan daha geç sete çıktım. Hatta sete en son çıkan oyuncu
bendim galiba. Sete gittiğimde de herkesten şöyle bir nida kopmuştu: “Aaaa Emre
gelmiş. Kıvanç’la tanışacağız sonunda.” O gün hiç unutmuyorum ekstra bir
heyecan vardı. Birkaç prova aldıktan sonra hepimiz rahatladık ve devam ettik.
● Nasıl bir hazırlık dönemi oldu?
İlk önce bizimkilerle prova setine çıktık.
Sonra basketbol antrenmanları başladı. Ardından da karakter koçuyla çalıştık.
Hep birlikte karakter koçuyla rollerimize hazırlandık. 1 ay boyunca haftanın
dört günü sürekli birlikteydik. Kamp gibiydi. Saat 12’de başlayıp akşam 9’a
kadar çalışıyorduk. 1 ay içinde en yakın arkadaşlarımız birbirimiz olmuştuk.
● İlk bölümü ekipçe mi izlediniz? Nasıl
yorumlarda bulundunuz birbiriniz için?
Maalesef birlikte izleme şansımız olmadı.
Ben evde, ailemle birlikte izledim. Bölüm bitene kadar telefonumu unutmuştum.
Ancak bitiş jeneriğini gördüm ve öyle baktım telefona. Kendi aramızda bir
“hayırlı olsun” muhabbeti döndü. Sosyal medyadaki yorumlara sonradan baktım.
Rojda (Demirer) gelip RaniniTV’deki “Nasıl olur da hocamızın büyük kızının
sevgilisi sadece yakışıklı olduğu için seçilmemiş? İyi oynuyor çocuk.” yorumunu
söyledi. Tabii o an çok mutlu oldum. Rojda, ilk bölümün yayınının ardından
Almila ve benimle karşılaştığında gelip sarıldı hemen bize. “Çok sevindim sizin
için, çok iyiydiniz. Tebrik ederim.” dedi. Ekranda severek izlediğiniz ancak
şimdi karşılıklı oynama şansı yakaladığınız bir oyuncudan bunu duymak muazzam
bir şey tabii. Bir de Reha Abi’den (Özcan) bir aferin aldım. Fakat beni
duygulandıran ve çok mutlu eden bu yorumunu kendime saklayayım. (gülüyor.)
● İlk bölümün ardından özellikle dörtlü ekip
çok konuşuldu. Kıvanç karakterini canlandırmıyor olsaydın aralarından hangisini
oynamak isterdin?
Evet, ilk bölümü izlediğimizde güzel bir
arkadaş grubu gördük. Hepsi ayrı ayrı iyiydi. Galiba dördü arasında seçim
yapamazdım. Hepsini oynamak isterdim (gülüyor.) Ali’nin iç dünyasını çok
beğeniyorum. Fiko’yu oynamak inanılmaz eğlenceli olurdu. Bence Baran da
başarılı o karakterde. Sanki gerçekte de Baran’ı o mahalleden alıp “Hadi
bakalım kendini oyna” demişsiniz gibi. Benim otomobilimi yürütüp sevgilisine
romantik akşam yemeği olarak yarım köfte ekmek ısmarladığı sahnede gülmüştüm.
Hakan’a gelirsek o da kendi dünyasında çok şey yaşıyor ki. Çok renkli bir
karakter. Bence her oyuncunun oynamaktan keyif alacağı bir rol. Hakan (Ummak),
Sadık’ı canlandırarak bence zoru başarıyor. Kendini çok açık etmeyen, zorlu bir
karakter Sadık. Bir de 1.95 boyla öyle bir rolü oynamak güç olmalı. Onu
izlerken de çok gülüyorum. Hem rollerini hem de kendilerini çok seviyorum bu
dörtlünün. Bakıldığında Kıvanç karakteri de aslında sonradan açılabilecek
katmanlı bir rol. Onun da eminim kendine göre dertleri var, bilmediğimiz bir iç
dünyaya sahip. Çocuklara dünyayı dar etmeye çalışıyor ama bence ileride onun
yaralarını da görmeye başlayabiliriz.
● Kıvanç’tan sana geçelim. Ajansa yazıldın
ama oyunculuk sende ne zaman hevese dönüştü?
İlk işim bittiğinde oyunculuğun bende hevese dönüştüğünü fark
ettim. Çekimler Muğla’daydı. Eve dönmemin ardından bir iki hafta geçtikten
sonra kendimi “Niye bitti? Ben çok sevmiştim kamera karşısında olmayı” derken
buldum. Zaten ondan sonra beni, cast direktörü Selim Bahar, Craft’a götürdü.
● Rol kesmemenin nedeni belli oldu
(gülüyoruz.) İpek Bilgin ve Çağ Çalışkur’un süzgecinden geçmişsin.
Evet, Craft Atölye yeni başlayanlar için
iyi bir seçenek. Ayrıca orada eğitmenlerden biri olan Nazlı Benan Özkaya’ya da
ne kadar teşekkür etsem azdır. Her birinin bende emeği var. Diğer oyunculuk
eğitimi veren yerlere hiç gitmediğim için onlarla ilgili bir yorumda bulunmam
yanlış olur ama Craft sistem olarak çok farklı. Bir oyuncunun gerçekten
gelişmediğini hissediyorlarsa onu bir üst kura geçirmiyorlar. Dört ayda bir
sınav oluyor. Çağ Hoca izliyor. Yetersiz bulursa da o kuru tekrar almanı
öneriyor. Zaten hayatının hiçbir anında “tamam, oldum” dememelisin. Craft’ta
ben daha çok bunu öğrendim.
● Zor çalışma koşullarını bilsek bile “Oh
ya, ne güzel! Oyuncu olmak var bu hayatta” yorumunu izleyiciden sıklıkla
duyarız. İzleyici koltuğundan kalkıp sete adım attığında oyunculukla ilgili
karşılaştığın sıkıntılar oldu mu?
Kendimi yorgun hissettiğim veya eve
gittiğimde “Ben çok zorlanıyorum” dediğim olmadı. Sahne bazında düşünecek
olursam bir keresinde çok üşüdüm ve sırf bu yüzden zorlandım. Geçen hafta
yayınlanan gece kulübü sahnesiydi hatta. Zaten izlerken fark ettiniz mi
bilmiyorum ama başımdan aşağı buz düşüyordu (gülüyor.) Bayağı üşümüştük o gün.
Benim üstüm bir tık daha ince olduğu için Cem’in gelip sırtımı sıvazladığını
hatırlıyorum ısınayım diye. Fakat buna rağmen yine de çok şanslıyız. Çünkü
aralarda içeri giriyorduk. Ancak set ekibi hep dışarıdaydı. Zaten işin zor
tarafını onlar üstleniyorlar. Görünmez süper kahraman bence her biri. Bizden
önce sete gelip bizden sonra setten ayrılıyorlar. Gerçekten bu sektör onlara
çok şey borçlu, hakları ödenmez.
● Oyunculuğun en çekici yanı nedir senin
için?
Başkasına bürünmek, onun yerinde olmak.
● En çok kimin yerinde olmak istersin o zaman?
Bunu cevaplamak için biraz erken. Ancak
her işte benzer karakterleri oynamak yerine başka karakterlerle de tanışmak
isterim (gülüyor.)
● Çekim sırasında aslında psikoloji okumak
istediğini söyledin. Hâlâ düşünüyor musun? Nereden geliyor bu isteğin?
Bu sene üniversite sınavına gireceğim.
Ancak bir yandan psikoloji de düşünüyorum. “Oyunculuk yapmazsam ne
yapabilirim?” diye düşündüğümde rutin bir şey yapamam diyorum kendime.
Psikoloji ile de aslında başkalarının yerinde oluyorsun bir süreliğine. Karşına
bir hasta oturduğunda 30 dakikalığına da olsa dünyayı onun bakış açısından
görüyorsun. Hem bu nedenle hem de sabit, rutin bir iş olmaması beni cezbetti.
Ancak oyunculuğa devam edeceksem de ki etmeyi düşünüyorum, kendimi sürekli
geliştirmem gerekiyor. Bana göre ne olursa olsun sürekli öğrenmek şart
oyunculukta.
● Nasıl bir ailede büyüdün? Haftanın beş
günü sete giden biri olmadan önce nasıl bir yaşamın vardı?
Doğma büyüme İstanbulluyum. Babamlar
göçmen, Arnavut. Yugoslavya’dan buraya gelmişler. Kalabalık bir ailede
büyüdüğümü söyleyebilirim. Küçükken sınıf arkadaşlarım dışında pek arkadaşım
olmadı. Zaten kuzenlerim vardı. Set hayatından önce devamlı top peşinde
koşturan bir tiptim. Hatta erkek çocukların yüzde 80’i gibi ben de futbolcu
olmak istiyordum. Alt yapıda da oynadım. Çocukluğumu yaşadığımı söyleyebilirim.
Babam , “Aman oğlum, şu bölümü oku ve mesleğini eline al” demediler hiçbir
zaman. Babam sadece “Oku oğlum” dedi. Şimdi de oyunculuğumla ilgili pek yorum
yapmıyorlar ama ilk bölümde hissettim keyifle izlediler diziyi. Hem kendi bakış
açım hem de onlara verdiğim sözden ötürü ben de iyi bir bölüm okumak istiyorum.
Bakalım, sınavdan sonra size durumu söylerim (gülüyor.)
● Diğer dizilerden hangilerini takip
ediyorsun?
Açıkçası İçerde dışında çok sıkı
takip ettiğim bir iş yok. İçerde’yi beğeniyorum. Her şeyden önce Çetin
Tekindor var bir kere. Onun varlığı yeter. Minik’inden Celal Baba’sına,
Alyanak’ından Coşkun’una her karakter ayrı ayrı öyle ince işlenmiş ki çok
beğeniyorum. Bu arada Alyanak’ı oynayan Yıldıray Şahinler’in sesini gerçekten
dizideki gibi olduğunu sanan gruptanım. Bunu da itiraf ediyorum (gülüyor.)
● Kendi kuşağından beğenerek izlediğin
oyuncular kimler?
Alperen Duymaz, Mert Yazıcıoğlu ve Boran
Kuzum’u söyleyebilirim.
● Bundan bir yıl sonra aynı gün seninle
röportaj için buluştuk. Sohbetimizin ana başlığı ne olurdu?
Umarım iyi bir tiyatro oyunu veya sinema
filmi olur. Craft’ta bir hocam “Bana diziyle gelmeyin, tiyatro oyunu yapın öyle
gelin. O zaman tamam diyeceğim” derdi. Bende de bu düşünce o kadar yerleşmiş ki
ikisini de yapmayı çok istiyorum.
KISA KISA
Son zamanlarda en çok etkilendiğin film:
The Revenant.
En son izlediğin film:
Masum. Kaçamak cevap gibi gelebilir ama ben Masum’u kesinlikle filmden
sayıyorum.
Takip ettiğin diziler:
Game of Thrones, Black Mirror.
“Bana göre oyunculukta zirve isim …
‘tir.”
Johnny Depp’tir. Enstrümanını muazzam
kullanıyor.
Şu sıralar sıklıkla dinlediğin müzisyen:
Kalben.
Herkese tavsiye etmekten bıkıp usanmadığın roman:
Engin Geçtan – İnsan Olmak. Bu kitapta herkes kendine
dair bir şeyler bulabilir bence.
En pis alışkanlığın:
Takıntılı olmak.
Şu an imkânın olsa dünyanın hangi ülkesine ışınlanmak
isterdin:
Polonya hiç fena
olmazdı.
Bugünlerde seni en çok heyecanlandıran şey:
Yaptığım iş.
Bugüne kadar yaptığın en aptalca şey:
4’üncü sınıftayken
kartopunun içine taş koyup arkadaşıma atmıştım. En saçması buydu sanırım
(gülüyor.)
Bugüne kadar yaşadığın en büyük sürpriz:
İlk görüşmemde
işi almam herhalde; en azından büyük sürpriz olmuştu bana.
Karşılıklı oynamak istediğin oyuncular:
Şener Şen, Çetin Tekindor