Nurtopu gibi
bir dizi programı var artık:
DiziWiz.
Fonda İstanbul Boğazı görüntüsünün yer aldığı, zemini renkli halıların
süslediği ve spot ışıklarının yerini değişik avizelere bıraktığı evlerine konuk
ediyorlar bizi her hafta. Ev diyoruz ama aslında burası İstanbul Bilgi
Üniversitesi santralistanbul Kampüsü’nde yer alan ve iletişim öğrencilerinin
arı misali çalıştığı bir stüdyo. Youtube üzerinden, RGB kanalı aracılığıyla
çeşitli yayınlar yapıyorlar. İşte,
DiziWiz
de bunlardan biri. Aylin Dağsalgüler ve Ayça Karaduman her hafta ekran karnesi
çıkarıyorlar. Önce o hafta izledikleri dizilerin deyim yerindeyse gıybeti
başlıyor, ardından da beyazcama daha ciddi yaklaşarak “Reyting sistemi nedir?
Nasıl ölçülür?”, “Ekran muhafazakarlaşıyor mu?” gibi soruların cevaplarını
arıyorlar.
Aylin Dağsalgüler, aynı zamanda İstanbulBilgi
Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekan Yardımcısı. Ayça Karaduman ise yeni
mezunlardan. İkili aralarında her gün geçen sohbeti haftalık programa
dönüştürmüş. Aslında ekrana dair bu programın televizyonda olması gerektiğini
söylüyorlar. Ancak onlar “Ben yerli dizi izlemem. Hem çok uzun, hem de yaratıcı
değil” diyen genç kitleyi de beyazcama çekmek için kolları sıvamış ve de bu
programı dijital mecraya taşımışlar. Her bölümde farklı bir konuk ağırlayan
ikiliyle hem
DiziWiz’i hem de
ekranımıza takılanları konuştuk. Sözü onlara bırakmadan
DiziWiz ekibinin çağrısını da iletelim: “Ranini’yi de stüdyomuzda
konuk etmeyi çok istiyoruz. Ayrıca Ahmet Mümtaz Taylan’ı da ağırlamak çok
isteriz, hem Bayram Cevher’in şerefine ona mükellef bir sofra da hazırlayacağız.”.
DiziWiz projesi nasıl oluştu?
Aylin Dağsalgüler: İletişim Fakültesi olarak santralistanbul
Kampüsü’nde geçtiğimiz yıl bir yayın stüdyosu kurduk. Hedefimiz ağırlıklı
olarak İletişim Fakültesi’ndeki dördüncü sınıf öğrencilerinin burada çalışması ve
düzenli bir yayını sürdürmeleriydi. Bir süre sonra kendimizi RGB (Red Green
Blue) adıyla açtığımız kanal aracılığıyla, Youtube üzerinden yayın yaparken
bulduk. RGB’yi oluşturunca devamlı içerik ihtiyacı doğdu. DiziWiz’deki partnerim Ayça (Karaduman), geçtiğimiz haziran ayına
kadar öğrenciydi. Benden de ders almıştı. İzleyici
Çalışmaları adlı bir ders veriyorum İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde. Bu
dersin bir bölümünde öğrencilerle uygulama yaptığımız çalışmalar oldu; dersiniçeriğini değerlendirelim, karşılıklı dizi
sohbetlerimizi de katalım diyerek DiziWiz’e
başladık. Stüdyoda bizim dışımızda herkes öğrenci. Programın adını dekanımız Halil
Nalçaoğlubuldu. Adı wizard kelimesinden yani büyücüden geliyor. Dekor ve ışık RGB’de
yapım koordinatörü görevini üstlenen Oğuz Yenen hocanın tasarımı.Evden halılar getirdik, avizeler aldık. Fonda yer
alan İstanbul Boğazı görüntüsünü öğrencilerimiz çekti. Ev halini yansıttığımız
stüdyomuzda ekrana dair pek çok konuyu, özel konuklarımızla birlikte
konuşuyoruz.
İlk bölümünüzde mottonuz olarak
tanımlayabileceğimiz bir cümleyle açılışı yapıyorsunuz: “Geleneksel ekranın
konuşulmayanlarını konuşuyoruz.” Sizin için geleneksel ekran tanımı nedir?
Neler konuşulmuyor?
A. D.: Televizyon çalışmaları akademik alanda ekran
çalışmalarına evrildi. Geleneksel ekran dediğimizde televizyonu kast ediyoruz
ama cep telefonundan, tablete pek çok ekranın karşısında izleyiciyiz. İzleyici Çalışmaları dersime gelen
öğrencilerden neredeysehiçbiri televizyon
izlemiyordu. Fakat dersteki odak noktamız televizyon ekranıydı.Ben de onlara bir dönem boyunca medya günlüğü
tutturdum. Şu anda prime time’da yayınlanan programlar arasında seçimlerini
yapıp bazılarını izlediler. Amacım gündüz
evlilik ve yemek programları, akşam ise dizi ve tartışma programlarının yer
aldığı geleneksel ekranı, iletişim, özellikle de medya dersi alan öğrencilere
tanıtmaktı. Böylece
iletişim öğrencileri televizyon ekranını eleştirmeden önce derinlemesine okuma
sürecini gerçekleştirdiler.
Ayça Karaduman: Geleneksel ekranda reyting, reklam
vb. kalıpları çok belli. Türkiye’deki televizyon sektörü, yenilik üretim
açısından çok dar alana sahip. Ancak RGB böyle değil. Reyting almamız için
belli konuşma kuralları sunulmuyor bize, cezalandırılma kaygılarımız yok. Bu
nedenle daha özgür ve modern bir medya kanalıyız.
A. D.: RGB’de üretilen tüm programlar da sonuçta
geleneksel ekrandakinin bir benzeri. Ancak DiziWiz
gibi bir televizyon kritik programı ekranda yok. Armağan Çağlayan bazen gündeme
bağlı olarak diziler veya diğer programlarla ilgili konuşuyor ama başlı başına
bir program söz konusu değil. Belki RaniniTV ve Ekranella gibi mecraların çıkması bizde de bunun görüntülü versiyonunu yapalım
şeklinde bir fikir doğurdu. Ben çok uzun zamandır sadece haber kanalı
izliyordum. Birkaç yılım Şirin Payzın ve Ahmet Hakan’ın karşısında geçti. Fakat
15 Temmuz sonrasında akıl sağlığımı da korumak adına dizi izlemeye başladım.
Önceleri işim gereği bakıyordum. Şimdiyse kendime dizi izleyicisi diyebilirim.
Aylin Hanım siz aynı zamanda İletişim Fakültesi
Dekan Yardımcısı görevini üstleniyorsunuz. Malum belli bir entelektüel düzeyde
olanlar şu klişe yorumla karşılaşıyor: “Neden yerli dizileri izleyip vakit
kaybediyorsun? İzlesene mis gibi bir sezon Sense8,
Narcos veya House of Cards.”
Sizin için de bu durum geçerli mi?
A. D.: Haklısınız (gülüyor). Bu yorumu sıklıkla, hatta
öğrencilerimden bile duyuyorum. Bakıldığında iletişim öğrencisinin bile Türk
ekranlarına bakmıyor olması televizyonun ne kadar zayıf olduğunu gösteriyor. Bana
gelirsek, ben akşamları evime geldiğimde sadece televizyon izlemiyorum. O
sırada mutlaka başka bir işle meşgul oluyorum. Malum akademisyen olduğunuzda
“Saat 5 oldu, işim bitti çıkayım” gibi bir durum söz konusu değil. Sonraki
günün dersine hazırlanmaktan kağıt okumaya kadar pek çok şeyi evde yapıyorum.
Öyle olunca dizileri de rahatlıkla izleyebiliyorum. Öğrencilerim benimle başka
bir konu hakkında dalga geçiyorlar; o da halaGrey’s Anatomy’yi izlemem (gülüyor). Sadık
izleyicisiydim dizinin. Neyse ki şimdilerde Black
Mirror’a sardım. Game of Thrones’u
da hiç izlemediğim için eleştirilmiyor değilim. Baktığınızda yabancı diziler
sizi sarınca bilgisayar başından kalkamıyorsunuz. Tüm dikkatinizi oraya
vermeniz gerekiyor. Ancak yerli diziler, zamana karşı yarıştığımız bugün için
aynı zamanda ilaç kıvamında. Yine de 3 saat bir yerli dizinin karşısında hiç
oturmuyorum.
A. K.: İletişim Fakültesi’nde okuyan birinin diziler için
“Zaman kaybı, çok uzun ve de sıkıcı. Zaten yaratıcı bir iş de çıkaramıyorlar”
yorumunda bulunması biraz mantık dışı da geliyor bana. En nihayetinde diziler,
sektörün çok önemli bir parçası. Ve öğrencilerimiz de akademik çalışmaları veya
işleri gereği bir şekilde o büyük paydada yer almak durumunda kalıyor.
Dizilerle birlikte ekranın sabah kuşağını da
atlamamak gerek. Pek çok iletişim, sosyoloji ve psikoloji öğrencisi için en
güzel tez konusu olmuştur evlilik programları.
A. D.: Kesinlikle! Salt dizi olarak düşünmemek gerekiyor. Gündüz
kuşağı büyük bir malzeme kaynağı. Kurgu olsa da çok ciddi gerçeklik payına
sahip yayınlar sabah ekranını süslüyor. O da en az diziler kadar etkin bir
paydayı temsil ediyor. Analiz etmem için hem bu programlara hem de dizilere
bakmam gerekiyor. İşin mesleki boyutunu bir kenara bırakırsak geçen yıl her
hafta sadece tek bir diziyi takip ettim; o da Hayat Şarkısı. Şimdiyse DiziWiz
sayesinde bakmadığım kanallara da göz atmaya başladım. Bu arada şunun da altını
çizmek lâzım; insanlar kanallar arasında zap yapmamaya başladı. Futbol takımı
misali herkesin kendi kanalı var. Ülkedeki kutuplaşmanın karşılığını izleyicide
de görüyoruz. Haberin dışında eğlence alanı içinde bu durum geçerli.
Hayat
Şarkısı demişken, gün gün kanalların dizi
ekranlarını değerlendirmenizi istesem. Pazartesiden başlayalım.
A. D.: Benim tercihim İçerde’den
yana. Yamaç Okur’un varlığı bile benim için yeterince ilgi çekici. Altyazı
ekibinden adını biliyorum. İçerde’de
beylik klişeler ve hatalar yok değil ama yine de izletiyor kendini. Geçtiğimiz
yıl günün birincisi Kırgın Çiçekler,
tabir caizse tahammül edemeyeceğim bir iş. Bu şekilde yorum yapmaktan
çekiniyorum aslında; çünkü en nihayetinde her yapımda çok ciddi emek söz
konusu. Ve kimsenin emeğine de saygısızlık etmek istemem ama içerik anlamında
gerçekten dayanılır değil benim için.
A. K.: Kırgın
Çiçekler’de
maalesef üzerine hiç düşünülmemiş, derinliği olmayan karakterler var. Bir insan
bu kadar siyah veya beyaz değildir.
A. D.: Ülke olarak da psikolojimiz bozuldu, içimiz
karardı. Sanırım daha rahatlatacak işler arıyoruz. Hayat Şarkısı benim için bu ihtiyacı karşılıyor. Teorik olarak da
kabul edilmiş bir durum bu: izleyicinin bir kısmı hangi içeriği neden tercih
ettiği sorusuna rahatlamak için cevabını veriyor. Sosyalleşmek, bilgi edinmek
de olabilir bu cevaplar.Keşke tam da böyle bir
dönemde sitcom çıksa karşımıza.
İkinci Bahar yıllarından bu yana izleyici sitcom veya aile
komedilerinin özlemini çekiyor ama olduğunda da genellikle reytinglere yenik
düşüyor.
A. K.: O zaten kanayan bir yara. Dediğiniz gibi bir türlü
olmuyor. Açıkçası bunda kanal stratejilerinin payı da var. İkinci Bahar da aslında final yapacakken devam eden ve sonrasında
fenomen olan işlerden. Yapımcı ve kanalın da bu değişime açık olması gerek.
Ancak bugün matematik net. O değişime gönlü yok sektörün. Çünkü nereden ne
geleceğini, izleyicinin ne tepki vereceğini ya da birinci sırada olan bir
dizinin ne zaman düşeceğini biliyor artık.
A. D.: Akademik taraftadeğil
de sektör tarafında çalışsaydım büyük ihtimalle kanalda çalışmak ve bu
programlama, strateji kısmında çalışmak isterdim. Bence işin en zevkli
taraflarından biri, yeter ki her şeyi okumayı ve analiz etmeyi iyi bilin.
Salı günkü ekranınıza gelelim.
A. D.: Bende iki yıldır Hayat Şarkısı hâkim salı akşamlarıma. Bu sezon karşısında Anne var. İkisinin de annelik kavramı
üzerinden ilerlemesi ve uyarlama olması ilginç bir tesadüf olsa gerek. Gonca
Vuslateri’nin performansıyla ilgili çok iyi şeyler okuyorum ama acıya oynama
durumu söz konusu olduğundan benim ilgialanıma
pek girmiyor. Geçtiğimiz sezon Berkun Oya’nın Analar ve Anneler adlı bir işi vardı. Bence müthiş bir kadroyla
çekilmiş, oldukça başarılı bir senaryoydu. Ancak ATV izleyicisini çekemedi.Hayat Şarkısı’na
geri dönersek öncelikle her karakterin çok iyi seçildiğini söylemeliyim. Cast
harika. Ancak bir yandan da eleştirilecek unsur çok. Aile teması altında
bakıldığında sürekli aynı evin içinde görüyoruz karakterleri, acayip bir
hiyerarşi söz konusu. Kadınların rolüyle ilgili de epey sıkıntı var ama oradaki
o ince nüansları, esprileri ve duyguyu o kadar iyi izleyiciye aktarıyorlar ki
bir süre sonra bu sorunları görmemeye başlıyorsunuz.
A. K.: Bayram Cevher’in torunu Memo’yla olan bir
sahnesinden sonra programda da “Ahmet Mümtaz Taylan bunların hepsini kendi
buldu galiba” şeklinde yorum yapmıştık. Senaryo o kadar güzel yediriliyor ki
rejiyi ve oyuncuları unutuyorsunuz. Her biri artık o karakter oluyor.
A. D.: Bazen kendilerini de kritik ediyorlar. Ahmet Mümtaz
Taylan bir bölümde “Akrabalık hastalıktır” demişti. Bence çok iyi bir
göndermeydi.
DiziWiz’in bir bölümünde yerli dizilerde çekirdek ailenin
neredeyse hiç olmadığından bahsediyorsunuz.
A. D.: Evet, saydık da biz (gülüyor). Hepsinde geniş aile
var, oysa ki bu gerçeğin yansıması değil. Dizilerde sürekli herkes evleniyor
ama kimse evden ayrılmıyor. Bugünün Türkiye’sine baktığınızda en basitinden
kentsel dönüşüm bu kadar kalabalık hanelere izin vermiyor. İlginç bir durum bu.
Bence senaristlerin de işine geliyor. En nihayetinde 150 dakikayı doldurman
gerekiyor. Dizi uzadıkça replikleri artırmak için karakter ve olayları da
artırıyorlar. Bunun için de herkesin bir arada olduğu, gösterişli tek mekânlar
ideal.
Çekirdek aile kavramıyla birlikte masaya yatırdığınız
bir diğer konu da “Diziler muhafazakarlaşıyor mu?” oldu. Malum son yıllarda
öpüşme sahnesinden çok, o ana doğru evrilip U dönüşü yapan sahneler ağırlıkta.
A. D.: 1990’lardan bu yana ağır bir muhafazakârlaşma
altında ekran. Türkiye’de toplum hep muhafazakar ama ekranda muhafazakarlığa
ait temsilleri daha fazla görüyoruz. Bir de RTÜK faktörü var, her şeye ceza verebiliyor.
Geçtiğimiz bölümlerde Cesur ve Güzel’deki
bir sahneyi konuşmuştuk. Bakıldığında sahne oldukça masumane ve basit; Sühan
Cesur’a pansuman yapıyor. Ancak etrafında dolaşarak, neredeyse ağır çekimde
yavaşça ilerliyor sahne.
A. K.: Bir çeşit sevişme sahnesi aslında (gülüyor). Bugün
belki ütopik geliyor ama umarım bu muhafazakârlaşma durumu daha da güçlenmez.
Haftanın ortasına geldik; çarşamba günleri hangi
kanal açık ekranınızda?
A. D.: 2009 yılından bu yana ilk defa Çarşambaları evdeyim. Hep yüksek lisans dersim
oluyordu. Ancak buna rağmen her hafta düzenli olarak izlediğim bir iş yok. Poyraz Karayel’e bakıyorum arada. Bence
çok iyi bir iş. Zülfikar karakterini beğeniyorum. Trafik ışıklarını bile
kapitalizm kaynağı olarak yorumlayan nevi şahsına münhasır karakterlerden
(gülüyor). İlker Kaleli ve Burçin Terzioğlu çok iyi. Lineer bir kurgu olmaması
da hoşuma gidiyor. Kara Sevda’yı genellikle
hafta sonu tekrarlarında yakalıyorum. Yıldız kadroya sahip, klasik bir iş bana
göre.
A. K.: Kaan Urgancıoğlu’nun performansı çok beğeniliyor bu
işte. Başka bir programımıza da konuk olmuştu kendisi RGB’de. Burak Sergen’i de
es geçmemek lâzım. Çarşamba günü bir de Diriliş
Ertuğrul var. Sadece gününde değil, tüm hafta göz önünde bulundurulduğunda
dahi reyting rekoru kırıyor. Hiç izlemedim ama Medya Günlükleri’nde
öğrencilerin yorumlarından az çok biliyorum.
A. D.: Derste hiç televizyon izlemeyen öğrencilerden Diriliş Ertuğrul izleyen vardı.
Özellikle de erkek öğrenciler arasından. Açıkçası mantığını da pek anlamıyorum.
Çünkü kendi adıma Türkiye’den Muhteşem
Yüzyıl, dünyadan ise Tudors veya Game of Thrones gibi karanlık atmosfere
sahip işler beni pek cezbetmiyor.
Perşembe günündeyiz; iki güçlü yapım karşı karşıya
ve şimdi üçüncüsü ekleniyor. Vatanım
Sensin, Cesur ve Güzel ve de Ölene
Kadar.
A. D.: Vatanım
Sensin’e
iki bölüm baktım. Sonra Cesur ve Güzel’de
kaldım. Vatanım Sensin’de bir dekor
problemi var. 1980’lerden kalmış bir set gibi.
A. K.: Veda dizisinin setine
benzetiyorum ben. Bence o da aynı sorundan muzdaripti. Ben her ikisini de
izlemeye çalışıyorum. Cesur ve Güzel’le
ilgili bir önerim var; lütfen o kadar turuncu yapmasınlar (gülüyor). Gözleri de
fazla mavi color yapıyorlar.
A. D.: Aynısını İçerde’de
de Rıza Kocaoğlu’na yapıyorlar. Bu arada belirtmeden geçemeyeceğim; Tuba
Büyüküstün bence güzelliğinin doruklarında. Bir erkek arkadaşım Cesur ve Güzel’i izlediğinde “Tuba
Büyüküstün’ün yüzü bile erotik, seksi” yorumunda bulunmuştu. Cesur ve Güzel’in görüntülerini, doğayı
ve çiftliği gösterme biçimini de çok beğeniyorum. Bir de bu dizi sayesinde
Gökçe Kılınçer’i keşfettim. Sühan karakteri koşarken onun şarkılarını dinliyor.
Pastoral sahnelerle çok uyumlu müziği.
Cuma gününe
gelirsek Arka Sokaklar’ı hiç
izlemiyorum. Kiralık Aşk’ı izliyordum
ama bu sezon bıraktım. O gün ben ekran karşısında yokum.
Haftasonu sizi etki alanına alan yapımlar neler?
A. D.: Bodrum
Masalı’na
bakıyorum. İlk bölümlerde aslında işe ısınamamıştım. Şevval Sam’ın anladığım
kadarıyla değişik işlemlerden ötürü yüzü, mimikleri değişik gelmişti. Ancak
sonra oturdu. Genç kadro da ilk başlarda biraz itici gelmişti. Fakat şimdi her
hafta izliyorum. Serhan Onat, Uzay karakterini çok iyi yorumluyor. Resmen bir
antikahraman yarattı. Kendine özgü bir dili var. Artık izleyiciye sempatik
geliyor. Renkli bir karakter. Bu arada antikahraman demişken bence Türk
televizyon tarihinin gelmiş geçmiş tek antikahramanı Behzat Ç. Tekrar yayınlansın
diye heyecanla bekliyorum. BluTV’den yayınlanacak duyumları var ama her şey bir
anda değişebiliyor. Bakalım umarım gerçekleşir bu.
Söz BluTV’ye gelmişken dijital platformları nasıl
yorumluyorsunuz?
A. D.: Televizyonu hiç izlemeyen gençler için çok iyi bir
alternatif olacak. Çünkü o nesil aslında Netflix ile biraz umutlandı. Ancak
Netflix’te Türkiye’den yeterli içerik yok. Puhu Tv ve BluTV bence şimdiki
üniversite öğrencilerini kendi platformlarına katacak izleyici olarak.
A. K.: Ben sektörel olarak da önemsiyorum bu durumu. Çünkü
gerçekten çok zorlaşıyor her şey. En başta üreten tarafta olmak güç. Pek çok
yapımcı, yönetmen ve oyuncu, “Bu sektörde olmak istemiyorum” diyor. Bu da bir
kısır döngü yarattı. Ancak şimdi bu platformlarla birlikte yaratıcı içerik
ihtiyacı doğacak. O da bir şeyleri dönüştürecek bence. Dijital platform
denilince akla Youtube geliyor. Youtube’un 15 yaş çevresinde dolaşan bir hedef
kitlesi var. Video içerikleri de çok yetersiz kalıyor. İzleyiciye seçerek
izleyebileceği, satın alma refleksini geliştireceği ve üreticiyi de
destekleyecek içerikler sunmak önemli. İşte, puhutv ve BluTV bence bunu
başaracak.
A. D.: Ana akım kopyalarla dolu. Hep aynı içeriklerin
arasında gidip geliyoruz. puhutv, BluTV ve benzeri mecralar sayesinde bizim
öğrencilerimiz mezun olduklarında artık ana akıma iş başvurusunda bulunmayacak.
Bu dijital mecralar onların asıl muhatabı olacak. Kimse ATV, Star veya Kanal
D’de çalışmak istemeyecek. Açıkçası öğrenci açısından bunu olumlu görüyorum.
Hem akademisyen hem de izleyici gözüyle Türkiye’nin
genel ekran karnesini değerlendirmenizi istesem, nasıl bir tablo ortaya çıkar?
A. D.: Bence çok zayıf. Sadece dizileri düşünerek bu
cevabı vermiyorum. Gerçi habere girersek bu konudan çıkamayız. Sahiplik yapısı,
reklamveren, RTÜK, sektörde çalışanların hakları, siyasi baskı gibi pek çok
unsur var. Bir kere çok değişkenli bir yapı söz konusu. Pek çok taraftan baskı
var. İyi içerik üretilmiyor. Risksiz alanda dolaşılıyor. 2000’lerin ortasından
itibaren sıradan insanlar görmeye başladık ekranda. Ancak bu insanlar da bir
realite çerçevesinde değil, klişe ve toplumsal olarak bizi geriye götüren bir
kurgu içinde var oluyorlar. İşin kötü yanı da idealize ediliyorlar. En büyük
güce ve etkiye sahip mecra bence hâlâ televizyon. Bu nedenle daha kaliteli
içeriklerin üretilmesi lâzım. Televizyon, kitleye hitap eden bir mecra olduğu
için öncelikle bu kitlenin anlaşılır olması gerekiyor. Hep orta sınıfa hitap
ettiği söylenir ekranın. Türkiye’de bugün orta sınıf kim? Ekran karşısındaki
izleyicinin habitusu, beğenileri değişti. Bununla birlikte de siyasal
muhafazakarlığın ön planda olduğu bir ekran çıkıyor karşımıza.
A. K.: Televizyon aslında orta sınıfa hitap eden bir
içerik üretir ve yapısı gereği her izleyenin anlaması hedeflenir aslında. Gündüz
ekranı için şu an her proje satmaya yönelik meta olarak görülüyor ve içeriğin
tamamen boşaltılıp dönüştürülmesi de büyük problem. “Kadın programı mı?” gibi
bir burun kıvırma söz konusu. Evet, öyle bir içerik var ve sadece Türkiye’de de
değil, dünyanın dört bir yanında. Ancak içeriği bizdeki gibi değil ve olmamalı
da. Kadın izleyiciyi küçümseyemezsiniz. Ekran SGK’sı yok diye evlenmeyen
adamlar ve fiyonk yapamadığı için kendini duvardan duvara vuran kadınlarla dolu
maalesef. Bununla birlikte yapımcılarla reklam verenlerin makul bir noktada
buluşamamış olması da üzücü. Bana çok ütopik de gelmiyor. Aslında buluşsalar
her şey harika olacak herkes için.