Yeni medyanın dizi büyücüleri: DiziWiz

Yeni medyanın dizi büyücüleri: DiziWiz
Fotoğraflar: Sinan Arslan
Nurtopu gibi bir dizi programı var artık: DiziWiz. Fonda İstanbul Boğazı görüntüsünün yer aldığı, zemini renkli halıların süslediği ve spot ışıklarının yerini değişik avizelere bıraktığı evlerine konuk ediyorlar bizi her hafta. Ev diyoruz ama aslında burası İstanbul Bilgi Üniversitesi santralistanbul Kampüsü’nde yer alan ve iletişim öğrencilerinin arı misali çalıştığı bir stüdyo. Youtube üzerinden, RGB kanalı aracılığıyla çeşitli yayınlar yapıyorlar. İşte, DiziWiz de bunlardan biri. Aylin Dağsalgüler ve Ayça Karaduman her hafta ekran karnesi çıkarıyorlar. Önce o hafta izledikleri dizilerin deyim yerindeyse gıybeti başlıyor, ardından da beyazcama daha ciddi yaklaşarak “Reyting sistemi nedir? Nasıl ölçülür?”, “Ekran muhafazakarlaşıyor mu?” gibi soruların cevaplarını arıyorlar.

Aylin Dağsalgüler, aynı zamanda İstanbulBilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekan Yardımcısı. Ayça Karaduman ise yeni mezunlardan. İkili aralarında her gün geçen sohbeti haftalık programa dönüştürmüş. Aslında ekrana dair bu programın televizyonda olması gerektiğini söylüyorlar. Ancak onlar “Ben yerli dizi izlemem. Hem çok uzun, hem de yaratıcı değil” diyen genç kitleyi de beyazcama çekmek için kolları sıvamış ve de bu programı dijital mecraya taşımışlar. Her bölümde farklı bir konuk ağırlayan ikiliyle hem DiziWiz’i hem de ekranımıza takılanları konuştuk. Sözü onlara bırakmadan DiziWiz ekibinin çağrısını da iletelim: “Ranini’yi de stüdyomuzda konuk etmeyi çok istiyoruz. Ayrıca Ahmet Mümtaz Taylan’ı da ağırlamak çok isteriz, hem Bayram Cevher’in şerefine ona mükellef bir sofra da hazırlayacağız.”.

 

DiziWiz projesi nasıl oluştu?
Aylin Dağsalgüler: İletişim Fakültesi olarak santralistanbul Kampüsü’nde geçtiğimiz yıl bir yayın stüdyosu kurduk. Hedefimiz ağırlıklı olarak İletişim Fakültesi’ndeki dördüncü sınıf öğrencilerinin burada çalışması ve düzenli bir yayını sürdürmeleriydi. Bir süre sonra kendimizi RGB (Red Green Blue) adıyla açtığımız kanal aracılığıyla, Youtube üzerinden yayın yaparken bulduk. RGB’yi oluşturunca devamlı içerik ihtiyacı doğdu. DiziWiz’deki partnerim Ayça (Karaduman), geçtiğimiz haziran ayına kadar öğrenciydi. Benden de ders almıştı. İzleyici Çalışmaları adlı bir ders veriyorum İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde. Bu dersin bir bölümünde öğrencilerle uygulama yaptığımız çalışmalar oldu; dersiniçeriğini değerlendirelim, karşılıklı dizi sohbetlerimizi de katalım diyerek DiziWiz’e başladık. Stüdyoda bizim dışımızda herkes öğrenci. Programın adını dekanımız Halil Nalçaoğlubuldu. Adı wizard kelimesinden yani büyücüden geliyor. Dekor ve ışık RGB’de yapım koordinatörü görevini üstlenen Oğuz Yenen hocanın tasarımı.Evden halılar getirdik, avizeler aldık. Fonda yer alan İstanbul Boğazı görüntüsünü öğrencilerimiz çekti. Ev halini yansıttığımız stüdyomuzda ekrana dair pek çok konuyu, özel konuklarımızla birlikte konuşuyoruz.
 
İlk bölümünüzde mottonuz olarak tanımlayabileceğimiz bir cümleyle açılışı yapıyorsunuz: “Geleneksel ekranın konuşulmayanlarını konuşuyoruz.” Sizin için geleneksel ekran tanımı nedir? Neler konuşulmuyor?
A. D.: Televizyon çalışmaları akademik alanda ekran çalışmalarına evrildi. Geleneksel ekran dediğimizde televizyonu kast ediyoruz ama cep telefonundan, tablete pek çok ekranın karşısında izleyiciyiz. İzleyici Çalışmaları dersime gelen öğrencilerden neredeysehiçbiri televizyon izlemiyordu. Fakat dersteki odak noktamız televizyon ekranıydı.Ben de onlara bir dönem boyunca medya günlüğü tutturdum. Şu anda prime time’da yayınlanan programlar arasında seçimlerini yapıp bazılarını izlediler. Amacım gündüz evlilik ve yemek programları, akşam ise dizi ve tartışma programlarının yer aldığı geleneksel ekranı, iletişim, özellikle de medya dersi alan öğrencilere tanıtmaktı. Böylece iletişim öğrencileri televizyon ekranını eleştirmeden önce derinlemesine okuma sürecini gerçekleştirdiler.
 
Ayça Karaduman: Geleneksel ekranda reyting, reklam vb. kalıpları çok belli. Türkiye’deki televizyon sektörü, yenilik üretim açısından çok dar alana sahip. Ancak RGB böyle değil. Reyting almamız için belli konuşma kuralları sunulmuyor bize, cezalandırılma kaygılarımız yok. Bu nedenle daha özgür ve modern bir medya kanalıyız.
 
A. D.: RGB’de üretilen tüm programlar da sonuçta geleneksel ekrandakinin bir benzeri. Ancak DiziWiz gibi bir televizyon kritik programı ekranda yok. Armağan Çağlayan bazen gündeme bağlı olarak diziler veya diğer programlarla ilgili konuşuyor ama başlı başına bir program söz konusu değil. Belki RaniniTV ve Ekranella gibi mecraların çıkması bizde de bunun görüntülü versiyonunu yapalım şeklinde bir fikir doğurdu. Ben çok uzun zamandır sadece haber kanalı izliyordum. Birkaç yılım Şirin Payzın ve Ahmet Hakan’ın karşısında geçti. Fakat 15 Temmuz sonrasında akıl sağlığımı da korumak adına dizi izlemeye başladım. Önceleri işim gereği bakıyordum. Şimdiyse kendime dizi izleyicisi diyebilirim.
 
Aylin Hanım siz aynı zamanda İletişim Fakültesi Dekan Yardımcısı görevini üstleniyorsunuz. Malum belli bir entelektüel düzeyde olanlar şu klişe yorumla karşılaşıyor: “Neden yerli dizileri izleyip vakit kaybediyorsun? İzlesene mis gibi bir sezon Sense8, Narcos veya House of Cards.” Sizin için de bu durum geçerli mi?
A. D.: Haklısınız (gülüyor). Bu yorumu sıklıkla, hatta öğrencilerimden bile duyuyorum. Bakıldığında iletişim öğrencisinin bile Türk ekranlarına bakmıyor olması televizyonun ne kadar zayıf olduğunu gösteriyor. Bana gelirsek, ben akşamları evime geldiğimde sadece televizyon izlemiyorum. O sırada mutlaka başka bir işle meşgul oluyorum. Malum akademisyen olduğunuzda “Saat 5 oldu, işim bitti çıkayım” gibi bir durum söz konusu değil. Sonraki günün dersine hazırlanmaktan kağıt okumaya kadar pek çok şeyi evde yapıyorum. Öyle olunca dizileri de rahatlıkla izleyebiliyorum. Öğrencilerim benimle başka bir konu hakkında dalga geçiyorlar; o da halaGrey’s Anatomy’yi izlemem (gülüyor). Sadık izleyicisiydim dizinin. Neyse ki şimdilerde Black Mirror’a sardım. Game of Thrones’u da hiç izlemediğim için eleştirilmiyor değilim. Baktığınızda yabancı diziler sizi sarınca bilgisayar başından kalkamıyorsunuz. Tüm dikkatinizi oraya vermeniz gerekiyor. Ancak yerli diziler, zamana karşı yarıştığımız bugün için aynı zamanda ilaç kıvamında. Yine de 3 saat bir yerli dizinin karşısında hiç oturmuyorum.
 
A. K.: İletişim Fakültesi’nde okuyan birinin diziler için “Zaman kaybı, çok uzun ve de sıkıcı. Zaten yaratıcı bir iş de çıkaramıyorlar” yorumunda bulunması biraz mantık dışı da geliyor bana. En nihayetinde diziler, sektörün çok önemli bir parçası. Ve öğrencilerimiz de akademik çalışmaları veya işleri gereği bir şekilde o büyük paydada yer almak durumunda kalıyor.  
 
Dizilerle birlikte ekranın sabah kuşağını da atlamamak gerek. Pek çok iletişim, sosyoloji ve psikoloji öğrencisi için en güzel tez konusu olmuştur evlilik programları.
A. D.: Kesinlikle! Salt dizi olarak düşünmemek gerekiyor. Gündüz kuşağı büyük bir malzeme kaynağı. Kurgu olsa da çok ciddi gerçeklik payına sahip yayınlar sabah ekranını süslüyor. O da en az diziler kadar etkin bir paydayı temsil ediyor. Analiz etmem için hem bu programlara hem de dizilere bakmam gerekiyor. İşin mesleki boyutunu bir kenara bırakırsak geçen yıl her hafta sadece tek bir diziyi takip ettim; o da Hayat Şarkısı. Şimdiyse DiziWiz sayesinde bakmadığım kanallara da göz atmaya başladım. Bu arada şunun da altını çizmek lâzım; insanlar kanallar arasında zap yapmamaya başladı. Futbol takımı misali herkesin kendi kanalı var. Ülkedeki kutuplaşmanın karşılığını izleyicide de görüyoruz. Haberin dışında eğlence alanı içinde bu durum geçerli.
 
Hayat Şarkısı demişken, gün gün kanalların dizi ekranlarını değerlendirmenizi istesem. Pazartesiden başlayalım.
A. D.: Benim tercihim İçerde’den yana. Yamaç Okur’un varlığı bile benim için yeterince ilgi çekici. Altyazı ekibinden adını biliyorum. İçerde’de beylik klişeler ve hatalar yok değil ama yine de izletiyor kendini. Geçtiğimiz yıl günün birincisi Kırgın Çiçekler, tabir caizse tahammül edemeyeceğim bir iş. Bu şekilde yorum yapmaktan çekiniyorum aslında; çünkü en nihayetinde her yapımda çok ciddi emek söz konusu. Ve kimsenin emeğine de saygısızlık etmek istemem ama içerik anlamında gerçekten dayanılır değil benim için.
 
A. K.: Kırgın Çiçekler’de maalesef üzerine hiç düşünülmemiş, derinliği olmayan karakterler var. Bir insan bu kadar siyah veya beyaz değildir.
 
A. D.: Ülke olarak da psikolojimiz bozuldu, içimiz karardı. Sanırım daha rahatlatacak işler arıyoruz. Hayat Şarkısı benim için bu ihtiyacı karşılıyor. Teorik olarak da kabul edilmiş bir durum bu: izleyicinin bir kısmı hangi içeriği neden tercih ettiği sorusuna rahatlamak için cevabını veriyor. Sosyalleşmek, bilgi edinmek de olabilir bu cevaplar.Keşke tam da böyle bir dönemde sitcom çıksa karşımıza.
 
İkinci Bahar yıllarından bu yana izleyici sitcom veya aile komedilerinin özlemini çekiyor ama olduğunda da genellikle reytinglere yenik düşüyor.
A. K.: O zaten kanayan bir yara. Dediğiniz gibi bir türlü olmuyor. Açıkçası bunda kanal stratejilerinin payı da var. İkinci Bahar da aslında final yapacakken devam eden ve sonrasında fenomen olan işlerden. Yapımcı ve kanalın da bu değişime açık olması gerek. Ancak bugün matematik net. O değişime gönlü yok sektörün. Çünkü nereden ne geleceğini, izleyicinin ne tepki vereceğini ya da birinci sırada olan bir dizinin ne zaman düşeceğini biliyor artık.
 
A. D.: Akademik taraftadeğil de sektör tarafında çalışsaydım büyük ihtimalle kanalda çalışmak ve bu programlama, strateji kısmında çalışmak isterdim. Bence işin en zevkli taraflarından biri, yeter ki her şeyi okumayı ve analiz etmeyi iyi bilin.

 

Salı günkü ekranınıza gelelim.
A. D.: Bende iki yıldır Hayat Şarkısı hâkim salı akşamlarıma. Bu sezon karşısında Anne var. İkisinin de annelik kavramı üzerinden ilerlemesi ve uyarlama olması ilginç bir tesadüf olsa gerek. Gonca Vuslateri’nin performansıyla ilgili çok iyi şeyler okuyorum ama acıya oynama durumu söz konusu olduğundan benim ilgialanıma pek girmiyor. Geçtiğimiz sezon Berkun Oya’nın Analar ve Anneler adlı bir işi vardı. Bence müthiş bir kadroyla çekilmiş, oldukça başarılı bir senaryoydu. Ancak ATV izleyicisini çekemedi.Hayat Şarkısı’na geri dönersek öncelikle her karakterin çok iyi seçildiğini söylemeliyim. Cast harika. Ancak bir yandan da eleştirilecek unsur çok. Aile teması altında bakıldığında sürekli aynı evin içinde görüyoruz karakterleri, acayip bir hiyerarşi söz konusu. Kadınların rolüyle ilgili de epey sıkıntı var ama oradaki o ince nüansları, esprileri ve duyguyu o kadar iyi izleyiciye aktarıyorlar ki bir süre sonra bu sorunları görmemeye başlıyorsunuz.
 
A. K.: Bayram Cevher’in torunu Memo’yla olan bir sahnesinden sonra programda da “Ahmet Mümtaz Taylan bunların hepsini kendi buldu galiba” şeklinde yorum yapmıştık. Senaryo o kadar güzel yediriliyor ki rejiyi ve oyuncuları unutuyorsunuz. Her biri artık o karakter oluyor.
 
A. D.: Bazen kendilerini de kritik ediyorlar. Ahmet Mümtaz Taylan bir bölümde “Akrabalık hastalıktır” demişti. Bence çok iyi bir göndermeydi.
 
DiziWiz’in bir bölümünde yerli dizilerde çekirdek ailenin neredeyse hiç olmadığından bahsediyorsunuz.
A. D.: Evet, saydık da biz (gülüyor). Hepsinde geniş aile var, oysa ki bu gerçeğin yansıması değil. Dizilerde sürekli herkes evleniyor ama kimse evden ayrılmıyor. Bugünün Türkiye’sine baktığınızda en basitinden kentsel dönüşüm bu kadar kalabalık hanelere izin vermiyor. İlginç bir durum bu. Bence senaristlerin de işine geliyor. En nihayetinde 150 dakikayı doldurman gerekiyor. Dizi uzadıkça replikleri artırmak için karakter ve olayları da artırıyorlar. Bunun için de herkesin bir arada olduğu, gösterişli tek mekânlar ideal.
 
Çekirdek aile kavramıyla birlikte masaya yatırdığınız bir diğer konu da “Diziler muhafazakarlaşıyor mu?” oldu. Malum son yıllarda öpüşme sahnesinden çok, o ana doğru evrilip U dönüşü yapan sahneler ağırlıkta.
A. D.: 1990’lardan bu yana ağır bir muhafazakârlaşma altında ekran. Türkiye’de toplum hep muhafazakar ama ekranda muhafazakarlığa ait temsilleri daha fazla görüyoruz. Bir de RTÜK faktörü var, her şeye ceza verebiliyor. Geçtiğimiz bölümlerde Cesur ve Güzel’deki bir sahneyi konuşmuştuk. Bakıldığında sahne oldukça masumane ve basit; Sühan Cesur’a pansuman yapıyor. Ancak etrafında dolaşarak, neredeyse ağır çekimde yavaşça ilerliyor sahne.
 
A. K.: Bir çeşit sevişme sahnesi aslında (gülüyor). Bugün belki ütopik geliyor ama umarım bu muhafazakârlaşma durumu daha da güçlenmez.
 
Haftanın ortasına geldik; çarşamba günleri hangi kanal açık ekranınızda?
A. D.: 2009 yılından bu yana ilk defa Çarşambaları evdeyim. Hep yüksek lisans dersim oluyordu. Ancak buna rağmen her hafta düzenli olarak izlediğim bir iş yok. Poyraz Karayel’e bakıyorum arada. Bence çok iyi bir iş. Zülfikar karakterini beğeniyorum. Trafik ışıklarını bile kapitalizm kaynağı olarak yorumlayan nevi şahsına münhasır karakterlerden (gülüyor). İlker Kaleli ve Burçin Terzioğlu çok iyi. Lineer bir kurgu olmaması da hoşuma gidiyor. Kara Sevda’yı genellikle hafta sonu tekrarlarında yakalıyorum. Yıldız kadroya sahip, klasik bir iş bana göre.
 
A. K.: Kaan Urgancıoğlu’nun performansı çok beğeniliyor bu işte. Başka bir programımıza da konuk olmuştu kendisi RGB’de. Burak Sergen’i de es geçmemek lâzım. Çarşamba günü bir de Diriliş Ertuğrul var. Sadece gününde değil, tüm hafta göz önünde bulundurulduğunda dahi reyting rekoru kırıyor. Hiç izlemedim ama Medya Günlükleri’nde öğrencilerin yorumlarından az çok biliyorum.
 
A. D.: Derste hiç televizyon izlemeyen öğrencilerden Diriliş Ertuğrul izleyen vardı. Özellikle de erkek öğrenciler arasından. Açıkçası mantığını da pek anlamıyorum. Çünkü kendi adıma Türkiye’den Muhteşem Yüzyıl, dünyadan ise Tudors veya Game of Thrones gibi karanlık atmosfere sahip işler beni pek cezbetmiyor.

 

Perşembe günündeyiz; iki güçlü yapım karşı karşıya ve şimdi üçüncüsü ekleniyor. Vatanım Sensin, Cesur ve Güzel ve de Ölene Kadar.
A. D.: Vatanım Sensin’e iki bölüm baktım. Sonra Cesur ve Güzel’de kaldım. Vatanım Sensin’de bir dekor problemi var. 1980’lerden kalmış bir set gibi.
 
A. K.: Veda dizisinin setine benzetiyorum ben. Bence o da aynı sorundan muzdaripti. Ben her ikisini de izlemeye çalışıyorum. Cesur ve Güzel’le ilgili bir önerim var; lütfen o kadar turuncu yapmasınlar (gülüyor). Gözleri de fazla mavi color yapıyorlar.
 
A. D.: Aynısını İçerde’de de Rıza Kocaoğlu’na yapıyorlar. Bu arada belirtmeden geçemeyeceğim; Tuba Büyüküstün bence güzelliğinin doruklarında. Bir erkek arkadaşım Cesur ve Güzel’i izlediğinde “Tuba Büyüküstün’ün yüzü bile erotik, seksi” yorumunda bulunmuştu. Cesur ve Güzel’in görüntülerini, doğayı ve çiftliği gösterme biçimini de çok beğeniyorum. Bir de bu dizi sayesinde Gökçe Kılınçer’i keşfettim. Sühan karakteri koşarken onun şarkılarını dinliyor. Pastoral sahnelerle çok uyumlu müziği.
Cuma gününe gelirsek Arka Sokaklar’ı hiç izlemiyorum. Kiralık Aşk’ı izliyordum ama bu sezon bıraktım. O gün ben ekran karşısında yokum.
 
Haftasonu sizi etki alanına alan yapımlar neler?
A. D.: Bodrum Masalı’na bakıyorum. İlk bölümlerde aslında işe ısınamamıştım. Şevval Sam’ın anladığım kadarıyla değişik işlemlerden ötürü yüzü, mimikleri değişik gelmişti. Ancak sonra oturdu. Genç kadro da ilk başlarda biraz itici gelmişti. Fakat şimdi her hafta izliyorum. Serhan Onat, Uzay karakterini çok iyi yorumluyor. Resmen bir antikahraman yarattı. Kendine özgü bir dili var. Artık izleyiciye sempatik geliyor. Renkli bir karakter. Bu arada antikahraman demişken bence Türk televizyon tarihinin gelmiş geçmiş tek antikahramanı Behzat Ç. Tekrar yayınlansın diye heyecanla bekliyorum. BluTV’den yayınlanacak duyumları var ama her şey bir anda değişebiliyor. Bakalım umarım gerçekleşir bu.
 
Söz BluTV’ye gelmişken dijital platformları nasıl yorumluyorsunuz?
A. D.: Televizyonu hiç izlemeyen gençler için çok iyi bir alternatif olacak. Çünkü o nesil aslında Netflix ile biraz umutlandı. Ancak Netflix’te Türkiye’den yeterli içerik yok. Puhu Tv ve BluTV bence şimdiki üniversite öğrencilerini kendi platformlarına katacak izleyici olarak.
 
A. K.: Ben sektörel olarak da önemsiyorum bu durumu. Çünkü gerçekten çok zorlaşıyor her şey. En başta üreten tarafta olmak güç. Pek çok yapımcı, yönetmen ve oyuncu, “Bu sektörde olmak istemiyorum” diyor. Bu da bir kısır döngü yarattı. Ancak şimdi bu platformlarla birlikte yaratıcı içerik ihtiyacı doğacak. O da bir şeyleri dönüştürecek bence. Dijital platform denilince akla Youtube geliyor. Youtube’un 15 yaş çevresinde dolaşan bir hedef kitlesi var. Video içerikleri de çok yetersiz kalıyor. İzleyiciye seçerek izleyebileceği, satın alma refleksini geliştireceği ve üreticiyi de destekleyecek içerikler sunmak önemli. İşte, puhutv ve BluTV bence bunu başaracak.
 
A. D.: Ana akım kopyalarla dolu. Hep aynı içeriklerin arasında gidip geliyoruz. puhutv, BluTV ve benzeri mecralar sayesinde bizim öğrencilerimiz mezun olduklarında artık ana akıma iş başvurusunda bulunmayacak. Bu dijital mecralar onların asıl muhatabı olacak. Kimse ATV, Star veya Kanal D’de çalışmak istemeyecek. Açıkçası öğrenci açısından bunu olumlu görüyorum.
 
Hem akademisyen hem de izleyici gözüyle Türkiye’nin genel ekran karnesini değerlendirmenizi istesem, nasıl bir tablo ortaya çıkar?
A. D.: Bence çok zayıf. Sadece dizileri düşünerek bu cevabı vermiyorum. Gerçi habere girersek bu konudan çıkamayız. Sahiplik yapısı, reklamveren, RTÜK, sektörde çalışanların hakları, siyasi baskı gibi pek çok unsur var. Bir kere çok değişkenli bir yapı söz konusu. Pek çok taraftan baskı var. İyi içerik üretilmiyor. Risksiz alanda dolaşılıyor. 2000’lerin ortasından itibaren sıradan insanlar görmeye başladık ekranda. Ancak bu insanlar da bir realite çerçevesinde değil, klişe ve toplumsal olarak bizi geriye götüren bir kurgu içinde var oluyorlar. İşin kötü yanı da idealize ediliyorlar. En büyük güce ve etkiye sahip mecra bence hâlâ televizyon. Bu nedenle daha kaliteli içeriklerin üretilmesi lâzım. Televizyon, kitleye hitap eden bir mecra olduğu için öncelikle bu kitlenin anlaşılır olması gerekiyor. Hep orta sınıfa hitap ettiği söylenir ekranın. Türkiye’de bugün orta sınıf kim? Ekran karşısındaki izleyicinin habitusu, beğenileri değişti. Bununla birlikte de siyasal muhafazakarlığın ön planda olduğu bir ekran çıkıyor karşımıza.
 
A. K.: Televizyon aslında orta sınıfa hitap eden bir içerik üretir ve yapısı gereği her izleyenin anlaması hedeflenir aslında. Gündüz ekranı için şu an her proje satmaya yönelik meta olarak görülüyor ve içeriğin tamamen boşaltılıp dönüştürülmesi de büyük problem. “Kadın programı mı?” gibi bir burun kıvırma söz konusu. Evet, öyle bir içerik var ve sadece Türkiye’de de değil, dünyanın dört bir yanında. Ancak içeriği bizdeki gibi değil ve olmamalı da. Kadın izleyiciyi küçümseyemezsiniz. Ekran SGK’sı yok diye evlenmeyen adamlar ve fiyonk yapamadığı için kendini duvardan duvara vuran kadınlarla dolu maalesef. Bununla birlikte yapımcılarla reklam verenlerin makul bir noktada buluşamamış olması da üzücü. Bana çok ütopik de gelmiyor. Aslında buluşsalar her şey harika olacak herkes için.


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER