Ömer Faruk
Sorak, hafta içi veya hafta sonu demeden güne erken başlayanlardan. Öyle ki
kendisiyle bir cumartesi günü Levent’teki Böcek Film’in bahçesinde
buluştuğumuzda sadece birkaç aceleci motor homurtusu ve çöp kamyonunun sesinin
huzursuzluğuyla uykularından uyandırılan sokak köpekleri sessizliği bıçak gibi
kesiyordu. Sinema filminden müzik videosuna, reklam filminden diziye görsel
alanın neredeyse her türünde iş üreten bir ‘fabrika’ olmak da kolay değil.
Ancak onunla oturup sohbet etmeye başladığınızda, bir reklam filmi seti veya
okunacak bir senaryo onu beklerken sadece size odaklanıyor.
Ajandası ne kadar
yoğun olursa olsun salt kendi işlerine değil, hayallerini üç boyutluya
dönüştürmek isteyen kişilere de rehberlik ediyor. “Senaryosunu bana göstermek,
fikrimi veya desteğimi almak isteyen herkese kapım açık” diyen Sorak ile
haliyle ilk olarak yeni projeleri üzerine konuşuyoruz. Ufukta
’yle birlikte biri gençlik olmak üzere üç yeni dizi projesinden
bahsediyor. Tabii konu detaylar olduğunda işte o noktada ser verip sır
vermiyor. Sektöre bu kadar hâkim biriyle karşı karşıyayken söz dizi
piyasasından açıldığında “Bir dokun, bin ah işit” misali Sorak, piyasadaki
çarpık ve kaotik düzenden dem vuruyor. Ve onun tüm “keşke”leri özellikle 2017’nin başında yeni yılda sektörden beklentilerimize dönüşüyor.
● Sizin için ‘proje fabrikası’ desek yeridir. Sinema
filmi, müzik videosu, reklam filmi ve son olarak Kördüğüm’le dizi piyasasına da adım attınız. Yakın zamanda ne gibi
yeni projeler var?
Biri gençlik
olmak üzere üç dizi projemiz var. Hem rol alacak oyuncular hem de hikâyeleri
açısından yurt dışına da açılabileceğimiz işler.
● Neredeyse kasım ayına kadar 10-11’li reytingleri
görmediğimiz, kurak bir dönem geçirdik televizyonda. Belli işler sayesinde yine
bu rakamları görüyoruz. Nasıl yorumluyorsunuz bu tabloyu?
Bu yıl
maalesef oldukça zorlu geçti hepimiz için. Darbe girişimine tanık olduk,
maalesef her yeni güne terörle uyandık. Herkesin gözü kulağı haberlerdeydi ve
kimsenin önceliğinin dizi izlemek olmadığı bir dönemdi. Tabii, bu tek etmen
değil. Ekran, birbiriyle aynı işlerle dolu. Açıkçası televizyon izlerken
kayboluyorum. Hangi kanalda olduğumu unutuyorum ya da fark etmiyorum. Farklılık
yaratma çabası değil, garantiye oynama söz konusu. Bir iş başarılı olduğunda
anında aynılarından türüyor. Aslında bu daha riskli bir yöntem. En nihayetinde
izleyici sıkılıyor bundan. İnternet ya da Pay TV kanalları üzerinden dünyanın
dört bir yanındaki iyi işleri seyredebilme şansı var izleyicinin. Bir ara kanal
yöneticilerinin ve yapımcıların diline, “Türk milleti o kadarını anlamaz”
cümlesi yapışmıştı. Aslında kendi kapasitelerini izleyiciye biçmedir bu. “Ne
kadar az parayla, ne kadar çok para kazanılır” düşüncesi üzerine odaklanıldı.
● Prodüksiyon anlamında çok iyi işler de var, bunlardan biri de 13 bölüm dahil olduğunuz Kördüğüm...
Tabii,
bunlar yadsınamaz zaten. Mesela en başta Muhteşem
Yüzyıl gibi işler, bu algının tersini kanıtladı. Kendini ve izleyiciyi
ciddiye alan ve ona göre emek sarf eden, örnek bir iştir Muhteşem Yüzyıl. Ancak yine de “Panel değişti, artık izleyici ondan
anlamaz. Bu yaptığın çok AB kalıyor” düşüncesi hâkim. Evet, total’e oynamayı
ben de biliyorum. Müslüman mahallesinde salyangoz satmak çok doğru bir
terimdir. İzleyiciyi salt 40 yaş ve üstü sanmak da yanıltıcı. Romantik
komedilerin çoğu gençlik dizileri. Fakat o gençlik de 170 dakikalık bir dizi bölümü izlemek yerine Netflix’ten bir akşamda daha kaliteli bir işin üç veya
dört bölümünü izleyebiliyor.
Bizde bir dizinin en az dört kuşak reklam alması
ve bu kuşakların birer saat arayla olması süreleri uzattı. Sektör de 70
dakikalık işler yazabilme yeteneğini kaybetti. Bunu gerçekten kabul edemiyorum.
Bizler daha iyisini birileri bizi dürtmeden nasıl yapacağız? Ya da dürtülmeye
mi ihtiyacımız var? “Bugün de karnımız doydu” deyip dükkan kepengi indiriyoruz
sanki. Halbuki orada kreatifliği her saniye beslenen bir iş olmalı. Dizilerde
arkasında duracağımız bir cümle dahi kuramaz hale geldik. Neden daha kalitesiz
işler yapmayı tercih ettiğimiz bir sektörde yaşıyoruz ki? Adet çoğaldı sadece
ama bir adım bile ileri gidemedik. Yılda 150 film yapılıyor ama maalesef 140’ı
üzgünüm ama çöp. Günah değil mi harcanan emeğe, paraya? İstavrit sezonunda beş
uçlu oltayı denize atar gibi iş yapıyoruz. “Ya tutarsa?” mantığı var. Bu
anlayışla balık tutulur ama film yapılmaz. İyi işin de izlenme ihtimali ortadan
kalkıyor. Ayrıca birbirine kafa tutabilecek “iddialı” işler resmen
çarpıştırılıyor.

● Bu yıl özellikle pazartesi günü bu bahsettiğiniz
yaşandı.
Maalesef her
iş izlensin değil de, diğeri izlenmesin duygusu hâkim. Keşke bir konsensus
yaratılsa… Nasıl sektörleşeceğiz ki? Var olanı büyütüp geliştirmek yerine olanı
didiklemek üzerine yaşıyoruz. Sinemada bir yıl önce izleyici sayısı 60
milyonmuş, bu sene ise 25 milyona düşmüş. Terör saldırıları yaşanırken
izleyicinin AVM’de sinemaya gidip izlediği filmi başkasına önermesini beklemek
hayalcilik olur. Ancak bununla birlikte “Niye buna para ödüyorum ki? Zaten yarın
öbür gün televizyonda izleyeceğim” düşüncesi söz konusu. Bununla birlikte
televizyona üretilen işler sinemaya üretilenin üretim aracı aynı artık.
Televizyonda yayınlansa bile izleyemeyeceğim veya ancak orada yayınlanabilecek
işlerle karşılaşıyorum. Babaannemin bir lafı vardır: “Yılan bile toprağı
kanaatle yer bir gün bitecek korkusuyla”. İşte, bu noktada nicelik yerine
niteliğe odaklanılmalı.
● Senaryo, tür ve ekipman benzerliği dışında ne gibi
yanlışlarla karşılaşıyorsunuz televizyonda?
Sinematografisi
yüksek olması gereken işlerde varsayılan sinema filmi veya dizilerde sitcom
mantığına bağlı kurgu aranıyor. Bu tarz yargılar oluşmuş. Ben buna karşı çıkma
üzerine bir şeyler yapmaya çalıştım hep. Piyasada böyle şeyler yaşanırken
Netflix’in Türkiye’ye girmiş olmasına seviniyorum.
● Netflix’te Türk dizilerinin de yayınlanmasını nasıl
yorumluyorsunuz? MIPCOM gibi fuarlarda da Türk yapımlarına ilgi büyük.
Yerel
hikâyelerin evrensel bir dünyada buluşuyor olması harika. Kendi kültürümüzden
dokunuşlar katan işlerin bu şekilde yayılması dizi piyasası için oldukça önemli
bir gelişme. Umarım bu şekilde de devam eder.
● Sizce ne zaman Netflix için orijinal iş
üretebiliyor hale geliriz? Bu iş birliğinin olması için ne gibi koşulların
sağlanmış olması gerekir?
Her şeyden
önce memlekette bozulan huzurun ve de istikrarın yerine gelmesi gerekiyor.
Güvenlik duygusunu tamamen yitirdik, şans eseri yaşıyoruz resmen. Teknik kısma
gelecek olursak bu dili bilmeyi gerektirmeyen işler yaratmamız lâzım.
Yaptığımız işin öncelikle görsel anlatım gücü yüksek olmalı.
● Türkiye’de de dijital platform açısından
hareketlenmeler var. Bir yanda BluTV, diğer yanda ise PuhuTV. BluTV’de Bayrak, PuhuTV’de Fi, Çi ve Pi gibi işler izleyici karşısına çıkacak. Haluk Bilginer,
Onur Ünlü, Berkun Oya, Serenay Sarıkaya, Ozan Güven, Mehmet Günsür gibi güçlü
isimler söz konusu. Nasıl yorumluyorsunuz bu iki platformu?
Bu sektörde
geleceğin nerede olduğunu ve nasıl şekilleneceğini nihayet fark ettik. En
azından ben bu şekilde yorumluyorum. Ancak bence bunu yapmakta geç kaldık
biraz. İnsanlar uzun zamandır severek ve de seçerek dizi izleyebilecekleri bir
platform arayışındaydı. Bu nedenle zaten büyük hikâyeleri, büyük isimlerle
anlatmak gerekiyordu. Bence bu iki işin yansıması da güzel olacak.
● Sinema izleyicisinde azalma olduğundan bahsettiniz.
Birkaç ay önce Zafer Algöz’le yaptığım bir röportajda da kendisi vizyona çıkan
film sayısında da düşüş olduğunu söylemişti.
Ben çok
takip edemedim açıkçası ama herkesin çekmeyi düşündüğü film sayısı üzerinden
bunun doğru olduğunu söyleyebilirim. “Bu yıl beş film çekmeyi planlıyoruz ama
acaba üçünü mü yapsak?” diyenleri çok duydum. Sinema sektörü ekim ila mart ayı
arası etkindir. Geçen yıl bu süre zarfında 150 film tabiri caizse birbirini
yedi. 12 ay boyunca izleyiciyi film izletebilecek nitelikte işler yaratıp bir
yıla yaymak gerekiyor. Baharda kimse sinemaya gitmiyor olabilir ama yüzde 80
nem oranı ve 40 derece sıcakta dışarıda gezinmek yerine serin serin sinema
salonunda vakit geçirmek isteyebilir.
● Sinemadan söz açılmışken, Aşk Tesadüfleri Sever 2’yi izleyeceğiz galiba yakında, değil mi?
Evet, o da
bizim 2016 yılında yapmasak mı acaba diyerek 2017’ye bıraktığımız bir iş. Yaz
aylarında sete çıkıp 2017’nin sonlarına doğru vizyonda olmasını planlıyoruz.
İlkinin gösterim tarihi biliyorsunuz Sevgililer Günü’ne denk gelmişti. Şimdi de
yine o civarlarda olabilir ama tabii 2018 yılında.
● İlkinin finalini izlemiştik. Bu sefer bambaşka bir
tesadüf hikâyesine mi tanık olacağız?
Evet, farklı
bir tesadüf hikâyesi ama ilki gibi yine gerçek bir olaydan hareketle kaleme
aldık. Hikâyenin örgüsü yüzde 80 gerçek. Aşk
Tesadüfleri Sever’in ardından o kadar çok tesadüfen yaşanmış olaylar
dinledik ki bunu bir isim, marka olarak tutup filmlere dönüştürmeye devam etmek
istedik. Eğer ikincisi başarılı olursa ileride üç, dört veya beşincisi de
olacak. Ancak ilkinden farklı olarak artık diğerlerinin finallerini, bir
sonrakilerin başlangıçlarına bağlayacağız. Bakalım önümüzde büyük bir sınav
var.
● Oyuncu kadrosunda kesinleşen isimler var mı?
Prensipte
anlaştığımız, hikâyeyi anlattığımızda çok heyecanlanıp bu filmin içinde olmak
istiyorum diyen arkadaşlarımız var. Şu an için prensipte anlaştığımız bazı
isimler var. Tamamen kesinleşen tek isim söz konusu; o da Ayşegül Aldinç. 16-17
yaşlarındayken birbirlerine âşık olmuş ve yaklaşık 20-25 yıl sonra çocukları
vasıtasıyla birbirlerini bulmuş bir çiftin hikâyesi anlatılıyor filmde.
Geçmiştekilerin, bugünkülerin ve çocuklarının aşkları olmak üzere üç evre aşk
hikâyesi söz konusu. Aslında size söyleyebileceğim bir isim daha var. Öyküyü
çok beğendi ve heyecan verici buldu, hatta “Çocuğunu mu yoksa gençliğini mi
oynayayım?” gelgitleri yaşadı bu arkadaşımız. Kerem Bursin’le görüştük. Biz de
onun hikâyede olmasını çok istiyoruz. Ancak tabii son noktayı koymadık,
bakalım.
● Senaryo aşamasında oyuncu seçimi hangi süreçte
devreye giriyor sizin için?
Hikâye
çıktıktan sonra, henüz birinci draft aşamasında oyuncu şekilleniyor bizim için.
Bu nedenle hemen konuşuyoruz o kişiyle. Onları tanımak, iç dünyalarını bilmek
ve onların kendi dünyalarından da bir şeyler katabilmelerini sağlamak için
terzi gibi senaryoyu işlemeye devam ediyoruz. Bu nedenle de oyuncu görüşmeleri
erken başlıyor. Mesela ilkinde Belçim (Bilgin) ve Mehmet (Günsür) serüvenimize
birinci draftta dâhil oldular. Kendi özel hayatlarından pek çok dokunuş
kattılar. Keza aynı durum 8 Saniye için
de geçerli. Ben inatla “Bu filmin başrolü, hikâyeyi anlatan arkadaşımızın
kendisidir” dedim. Bana deli gözüyle bakan çok oldu o sırada. Tahmin ettiğimiz
kadar kişi tarafından izlenmediğinde, “İşte, biz de bunu demeye çalıştık”
diyenleri duyuyorum ama fikrim hâlâ aynı; o rolün karşılığı Esra İnal’dır.
Çekimler sırasında Esra’nın bize anlattığı tüm hayat hikâyesi sanki gerçekten
karşımızda yaşanıyordu ve biz de gizli kamerayla çekiyorduk. Bu duygu inanılmaz
gerçekten.
● Sinema, reklam filmi, video klip ve dizi. Bu
alanlarda sete girmeden veya sete girdiğiniz gün ne gibi handikaplarla karşılaşıyorsunuz?
Açıkçası
herhangi bir handikap duygusu hissetmedim bugüne kadar. 1996 yılında müzik
videoları çekmeye başladım. Bu serüven beni bugün sinema filmi ve dizi
çekebilir hale getirdi. Bugün sizinle Böcek Film’in ofisinde görüşüyoruz.
Burası kreatif bir yapıdır. Aslında ben ticaret adamı kimliğiyle hiçbir zaman
bu işin içinde var olamadım. Yanımda hep “İşin bu kısmını da bize emanet et”
diyen birilerinin ihtiyacını duydum. Aşk
Tesadüfleri Sever’de “Biz bunu yapmak istiyoruz” diyenlerin çoğu flashback
sahnelerini anlamadıkları için projeyi desteklemekten vazgeçti ve banka kredisi
alarak çektik o işi. Buradan izninizle bir kişinin adını vermek istiyorum;
DenizBank Genel Müdürü Hakan Ateş. Biz hayal alıp satarken, o bizim bu yönümüzü
bir sinemacı duygusuyla besledi. Kendisine minnettarız. Keşke herkes işin
kapital değil, yaratıcı yönüne de onun gibi baksa. Benim hayatım maalesef
sürecin yüzde 20’si işi yapmak ve yapacağından emin olmak, yüzde 80’i ise
karşımdakini işe yapacağıma ikna etmekle geçiyor. Ben Böcek Film ve Böcek Yapım
olarak ikiye ayrılan bu şirketi fatura kesme zorunluluğundan kurdum ve iyi
işlerin altındaki imza olalım düşüncesiyle devam ettirdim. Müzik videolarında
bu durumu çok şükür hiç yaşamadım. “Sizinle çalışırım ama siz de biraz pahalı
değil misiniz?” ya da “Şurayı da şöyle yapalım” diyen tek bir kişi duymadım
müzik sektöründe. Özellikle bu konuda dört isim söylemek isterim; Şebnem Ferah,
Kenan Doğulu, Feridun Düzağaç ve Yalın. Onlarla ömrümün sonuna kadar bu alanda
yürürüm.
● Televizyondaki işlere bakma şansınız oluyor mu?
Hangilerini beğeniyorsunuz?
Vatanım Sensin ve İçerde’yi beğeniyorum.
● Bir türlü imkan bulamadığınız ama çalışmayı
istediğiniz isimler kimler?
İmkan
bulamamak değil de denk gelemediğim birkaç isim var; Serenay Sarıkaya, Burak
Özçivit, Halit Ergenç ve Kenan İmirzalıoğlu.
● Son zamanlarda hangi filmler dikkatinizi çekti,
beğendiniz?
İkimizin Yerine ve Ekşi Elmalar.
● İşinizin yüzde 80’inin karşınızdakini ikna etmek
olduğunu söylediniz. Bu derdiniz ortadan kalksa, tüm projelerinizi göz önünde
bulundurduğunuzda ilk olarak nasıl bir iş için kolları sıvarsınız?
Tutkal adında bir projem var; İkinci Dünya Savaşı
esnasında geçiyor. Beykoz Kundura Fabrikası’nın kurulduğu dönemi anlatıyor.
İşte ikna etmeye daha az mesai harcarsam bu projeye başlayacağım.