Karaköy’de iğne
atsanız yere düşmeyecek, lodosun İstanbul’u sarstığı bir cumartesi günü buluştuk
Fatma Toptaş’la. Çekim gününden birkaç gün önce kendisiyle ilk defa telefonda
görüştüğümde ekrandan yansıyan samimi enerjisi tescillenip onaylanmış oldu.
Röportaj günü yanımıza geldiğinde ise “Eeee… Nerede kalmıştık? Hadi sohbete
devam” der gibiydi. Tabii ilk konumuz yaz dizisi olmakla yetinmeyen ve dikkat
çeken bir başarı yakalayan
No: 309’du.
Ona göre işin sırrı salt tek bir tür sunmamakta. “Senaristimiz aslında zoru
başarıyor. Romantik komedi ile komediyi harmanlıyor” diyen Toptaş, söz ekrandaki
diğer işlere geldiğinde ise Halit Ergenç’i tek geçiyor.
İçerde’den de fandom’ına rakip koşacak şekilde övgüyle söz ediyor. Laf
tüm etiketlerinden sıyrılmış Fatma Toptaş’tan açıldığında da sözünü sakınmayan
ya da “ne düşünürler hakkımda” tedirginliği taşımayan, olduğu gibi bir kadın o.
Türkiye’de özellikle son zamanlarda yaşanan kadına şiddet olaylarına tepkisini
de en sert dile getiriyor. Hatta Emre’nin (Yunusoğlu) deyimiyle
Scarface’ten bir sahne canlandırıyormuş
hissi uyandırıyor. Fakat eğer Fatma Toptaş’la sohbet ediyorsanız konuşmanın
lodostan poyraza geçtiği bu sert anda bir kahkahayla yine lodosa döneceğini
bilirsiniz. Tam da bu anda Güneş’in gökyüzünde bıraktığı turunculuğu, akşamın
mavisine doğru bıraktığı dakikaları kaçırmak istemiyor ve Karaköy’ün sahil
hattı boyunca başlıyoruz ilerlemeye. Fatma, cep telefonlarına hapsettiğimiz
Karaköy karelerindeki doğal bir renk veya doku gibi olunca Emre de makinesinin
hafıza kartını doldurmaktan çekinmiyor. Ve ortaya seçmekte zorlandığımız bu
karelerle, kahveye eşlik eden lokum misali sohbet buluşuyor.
● Romantik komedi türünün alametifarikalarından Kiraz Mevsimi’nin ardından, yine aynı
türün komedi sosu fazla bir işindesin. No:
309, hangi yanıyla kalbini çaldı?
Kiraz Mevsimi’nden sonra yedi ay geçti. Çok iyi
bir dinlenme süreciydi benim için ve ardından da No: 309 karşıma çıktı. Tabii ki ilk etapta hikâye ve senaryo ile
Sumru Yavrucuk’un varlığı etkili oldu. Bir aile komedisinin içinde, o ailenin
fertlerinden biri olmak kalbimi çaldı diyebilirim. Nilüfer karakteri de ailenin
en büyüğü ve en safı, samimi, her şeyin sevgiyle çözülebileceğine inanan,
hareketli, aşk dolu, umut etmeyi bir an olsun bırakmayan bir kadın.Annesinin tüm
itirazlarına rağmen üçkağıtçı bir adama âşık olup evden kaçmış, sonra da
boyunun ölçüsü alıp çocuğuyla beraber anne evine dönmüş. İşte, bu
özellikleriyle cezbetti beni. Senaristimiz Aslı Zengin’in ellerine sağlık. Beni
de yapım firmasına o önermiş. Daha önce beraber çalışmıştık kendisiyle. Sumru
Abla ile Demet (Özdemir), Pelin (Uluksar) ve ben birbirimize de benziyoruz
biraz tipoloji olarak. Enerji açısından da çok güzel uyum yakaladık. Sanırım bu
aileyi seyirci sevdi ne mutlu bize!
● İlk teaser’dan sonra "Furkan Palalı mı? Nasıl
olacak acaba?" diyenler oldu ama o, bu soru işaretini çok kısa sürede ortadan
kaldırdı.
Evet,
bakıldığında Furkan bildiğimiz klasik başrol tanımının dışında. Sarışına yakın
kumral biraz. Belki de Türk izleyicisine tipoloji olarak farklı gelmiş
olabilir. Ekrana baktığında kara kaş, kara göz, hafif kirli sakallı jönler
ağırlıkta. Onur karakteri tıraşını yapmış, tertemiz giyinmiş, takım elbiseli, tabiri
caizse janti bir iş adamı. Furkan da bence bunu çok güzel giydi. Biz daha önce
Boyut Film’in Hayat Devam Ediyor adlı
dizisinde de birlikte çalıştık onunla. Hem set adabı hem de arkadaşlık
açısından birlikte çalışması çok keyifli biri. İzleyicilerin kafasında galiba
romantik komedi oynayamaz gibi bir algı vardı. Ben bu algıyı kırdığını
düşünüyorum.
● Her bölüm aslında hepiniz inşa ettiğiniz karaktere
bir tuğla daha ekliyorsunuz.
Türkiye’de
söz konusu dizi dünyası olduğunda maalesef uzun bir hazırlık süreci olmuyor.
Her işimde olduğu gibi No: 309’da da karakter
koçum Ayşegül Aydın Baydar ile çalıştım. Bu süre zarfında sağolsun rol
arkadaşım Gökçe (Özyol) de beni yalnız bırakmadı. Birkaç derste benimle
birlikte çalışmasını rica ettim. Sete çıktığımızda işi bitirmiş olmayı istedim.
Keza öyle de oldu, ilk set günü hemen hemen hazırdık. Ayrıca Sumru Yavrucuk
gibi bir duayen var. Onunla karşılık oynayacak olmak çok büyük bir heyecandı
benim için. Bu röportajda onun kulaklarını hep çınlatacağım. Bizi sevdi ve o
güzel enerjisi ile etrafımızda muazzam bir çember ördü. Set dışında da
görüşüyoruz onunla. Kucağında ağladığım ve dertleştiğim zamanlar oluyor. Ve
canım kardeşimi oynayan Demet Özdemir, tüm neşesi ve içtenliğiyle iyi ki
kardeşimi oynuyor dediğim genç bir oyuncu arkadaşım. Çok çabuk adapte olmuş ve
yetenekli biri, onunla göz göze oynamak ayrı bir keyif. Partnerim Gökçe Özyol,
komedi algısı inanılmaz büyük bir oyuncu. Ondan çok şey öğreniyorum, beraber
oynamak çok keyifli, bana katkısı büyük. İyi ki böyle bir işin içindeyim, çok
mutluyum çok!
● Karakter koçuyla çalıştığından bahsettin. Nasıl bir
süreçten geçtin?
Bir önceki
oynadığım işle sonraki birbirine benzememelidir bana göre. Fakat yeri geliyor
dışarıdan bakamıyorsun karakterine. Klişeye kaçmamaya gayret ettim. Biz de Fatma’nın
içindeki Nilüfer’i aramaya koyulduk. İki
ay boyunca haftanın üç günü çalıştık. Kendi içimdeki Nilüfer’i bulup çıkardım ve
bu süreçte Stella Adler oyunculuk
tekniğine başvurduk. Karakteri, saçından tırnağına sürecek ojenin rengine kadar
yapılandırdık. Bana göre oyunculuk bir keşif ve astral seyahat gibi bitmeyen
bir yolculuk. Ben bu yolculuğun en başındayım ve kendimi dışarıdan izliyorum.
● Bir önceki işin Kiraz
Mevsimi önemli bir başarıya imza attı. Kirazcanlar hâlâ ilk günkü gibi bağlı
bu işe. Şu anda da İtalya’da yayınlanıyor. İtalya’daki etkisini nasıl
değerlendiriyorsun? Kiraz Mevsimi,
kariyerinde nasıl bir konuma sahip?
Evet,
aynen öyle. Kiraz Mevsimi benim kıymetlilerimden.
İyi ki içinde olmuşum, iyi ki varım dediğim işlerimden biri. Güzel tecrübeler
edindiğim, arkadaşlıklar ve dostluklar kurduğum bir iş. Bizi seven ve destekleyen
herkese teşekkür ederim kendi adıma, özellikle de Kirazcanlanlara. Onlar bizi,
biz de onları çok sevdik; iyi ki varlar. İtalya’daki fanatizme başta gerçekten
inanamadım. Yaptığımız iş evrensel; dini, dili ve ırkı yok. Aşkı, dostluğu anlattık
biz Kiraz Mevsimi’nde ve bunun karşılığını
bulması gurur verici. Çok fazla mesaj
alıyorum sosyal medyada, dillerini bilmiyorum ama sevgiyi anlatmak için dile de
gerek yok bence.
● Fatma’nın içindeki klişelerden bahsettin. Neler
onlar?
(Gülüyor). Hmm...
Fazlaca optimist bir karakterim mesela. Her şeye ve herkese yetişmeye çalışan,
kendimden çok başkasını düşünen biriyim (gülüyor). Evet, çuvalladığım zamanlar
oluyor tabii ki ama bu beni ben yapan özelliklerden. Affetmek için 40 bahane üretme
potansiyeline sahip ama ben nokta nedir biliyorum. Nilüfer bana göre daha
virgüllü bir karakter, işte tam bu noktada ayrılıyoruz. İyi ki bu noktada
farklılaşıyoruz (gülüyor).
● Reyting savaşı her geçen gün daha da
acımasızlaşıyor. No: 309, yazın
sağladığı istikrarı devam ettiriyor ama genelde baktığında bugün televizyona iş
yapmayı nasıl değerlendiriyorsun?
Bence her
geçen gün zorlaşıyor. Artık beş altı değil de bir sezonluk işler geliyor. Bizim
işin güzel tarafı komedinin daha ağırlıkta olması sanırım. Salt romantik komedi
değil No: 309. Cast çok iyi ve yan
cast’ın bile hikâyesi var. Senaristimiz aslında pek yapılmayan bir şeyi yapıyor
bence. Diğer işler arasından sıyrılmamızın nedenini de buna bağlıyorum. Bide bence İlla birinci olmaya da gerek yok sevgiyi
taktiri sokaktan da alabilen bir işi yapıyoruz biz. Televizyonda, sokakta ya da
evde karşılığını bulduğunu düşündüğüm bir projenin içindeyim ve bunun
mutluluğunu yaşıyorum, yaşıyoruz. Şu dönemde, özellikle çarşamba akşamı bütçesi
çok daha yüksek işlerle kafa tutuyor olması benim için gerçekten büyük
mutluluk. Demek ki biz doğru bir şey yapıyoruz. Fakat bugünkü reyting savaşına
da bakıldığında açıkçası kanalların ve yapımcıların proje seçerken biraz daha
dikkatli olmaları gerektiğine inanıyorum. Her şeyi çok çabuk tüketiyormuşuz
gibi geliyor. Ben oyuncu olduğum için kendi mesleğimi göz önünde bulundurduğumda
işimizin çok zor olduğunu söyleyebilirim. Yapım firmasıyla anlaşıyorsun; hazırlık
süreci, sete girdin, yayınlandı derken tutup tutmayacağı paniği başlıyor ve hop
dört bölüm sonra iş yayından kalkıyor. Bir oyuncu olarak yeni bir dizi bulup ona adapte olman yeri
geliyor yedi sekiz ayını alıyor. Maddi ve manevi kaygıların da işin cabası,
biraz sinirler bozulabiliyor tabii bu noktada.
● Dizi piyasası bu denli sertken rol alacağın yapımın
türünü seçme lüksüne sahip olma imkanı bulabiliyor musun? Romantik komediden
sonra dram oynayayım, ters köşe yapayım gibi bir derdin yok anladığım
kadarıyla.
Kesinlikle!
Benim için en önemli şeylerden bir tanesi hatta en önemlisi işin senaryosu.
Türe bakmıyorum. Yeter ki karaktere inanım.
Ben kendimi sınıyorum bir nevi. Para için hiçbir işi kabul etmiyorum. "Karaktere
bürünebilir miyim?", "O işin içinde var olabilir miyim?", "Kendimi kabul
ettirebilir miyim?" gibi soruların yanıtlarını arıyorum. Senaryo bana ve
izleyiciye ne anlatıyor, nasıl bir değişime uğrayacak gibi durumlara bakıyorum.
● Senaryo geldiğinde hislerin mi ön plandadır?
Birilerinin görüşlerine başvurur musun?
Senaryo
okumayı çok seviyorum. Ancak herhalde şu an Kurtuluş ve Nilüfer için bir
sayfalık metin yaz deseler yazamam. Her hafta bir sinema filmi yazıyorsun.
Hakkı yenemez senaristlerimizin, Allah onlara kolaylık versin. Her birinin
ellerinden öpüyorum. Danıştığım kişiler var; özellikle iki kişinin görüşüne
mutlaka başvururum. Kendi hislerim de bugüne kadar beni yanıltmadı tabii
(gülüyor).
● Diğer işleri de izlediğini söyledin. Şu an
radarında hangileri var?
Vatanım Sensin; çok güzel ve de ters köşe bir
iş. Halit Ergenç’i izlerken bir Türk oyuncuyu mu izliyorum yoksa yabancı birini
mi ayırt edemiyorum. Muazzam bir oyuncu. Bir de şu sıralar İçerde radarımda. Kadının da güçlü ve söz sahibi olduğu, erkeksi
işleri çok seviyorum. Yabancı işlerin de pek çoğunu takip ediyorum.
● Çocukken nasıl biriydin? Hiperaktiflik
uğraştırmıştır aileni.
Travmatik
bir çocukluktu benimkisi ama kendime değil, annem ve babama (gülüyor). Beş
dakika bile yerinde duramayan bir çocuktum. Bahçeli bir evde oturuyorduk. Tulumbası
ve küçük bir havuzu vardı, Ağaçlarla doluydu. Sürekli ağaçlara tırmanırdım. Bebeklerle
değil de daha çok futbol topunun peşinde koşan bir çocuktum. Tabiri caizse erkek
Fatma gibiydim desem yeridir (gülüyor). Lisede uslandım. Belki de en uslanmamam
gereken dönemde derslerime yoğunlaştım. İlkokul dördüncü sınıftayken de
voleybola başladım. Spor yapmak beni sakinleştirdi, ailem de rahat bir nefes
aldı (gülüyor).
● Oyunculuk nasıl girdi kanına?
Aslında
şimdi bakıyorum hayatımın her döneminde bir şekilde yaptım bu mesleği fakat hiç
profesyonel olarak yapmayı düşünmemiştim. Orta okul, lise döneminde sahneye
çıkıyordum. Aklımda hep polis olmak vardı. Abim polis, sanırım rol model olarak
onu seçtim çocukluğumda. Büyüyünce değişiyor tabii düşüncelerin. Banyo ve
tuvalet ekipmanları satan bir firmada çalışıyordum. ‘’Çenesi düşük, ağzı iyi
laf yapıyor ama Fatma’yı bir diksiyon kursuna gönderelim’’ dediler ve Müjdat
Gezen Sanat Merkezi’ne gönderdiler beni. Gidiş o gidiş, sonra bir daha oradan çıkmadım.
İki yıl boyunca Actors Studio ile çeşitli workshoplara gittim. Kısa filmler
çektim. Hem oynadım hem yönettim, hem de yapımcılığını üstlendim. Ödüllerim de
var. Fakat oyunculukta kendimi buldum. Yaptığım mesleği çok seviyor ve
önemsiyorum, insana insanı anlatmanın en güzel yolunun bu olduğunu düşünüyorum.
Umarım ömrümün sonuna kadar mesleğimi icra edebilirim.
● Ailen oyunculuğunu eleştirir mi?
Çok eleştirmezler
aslında, annemle abim tercihlerimi beğeniyor ve destekliyorlar. Onların desteği
benim için çok önemli. Fakat annem en çok No:
309 için saçımı kestirdiğimde kızmıştı (gülüyor). Saçım uzundu ve annem de
uzun saç hastası. Yıllarca bu yüzden kestiremedim. Fakat kısalttığımda da söylemedim,
ekranda gördü. Beni arayıp ‘’Ne yaptın sen?’’ diye bağırmıştı. Şimdi o da kısalttı
ve iyi ki kestirmişsin, çok yakışmış diyor. Canım annem! (Gülüyor). Geçenlerde
Sevinç (Erbulak); ‘’Ya ben senin uzun saçlı halini de biliyorum, o zaman da ne
güzel kadın diyordum. Ama şimdi bakıyorum da kısa saç bir insanı bu kadar mı değiştirir?’’
dedi. Evet, aslında yıllarca neden uzun saç kullanmışım diyorum şimdilerde. Biz
bu muhabbete nereden geldik böyle? (Gülüyoruz).
● Oyunculardan hep "Rolüm için yapamayacağım
değişiklik yok" cümlesini duyarız. Fiziksel görünüş açısından karakterinin
gerektirdiği neyi yapmak senin için zor olur?
Hmmm...
Güzel soru! Sanırım kilo almakta
zorlanabilirim. Yalnız istemediğimden değil, talep edilen kiloyu alamam
diye tereddüdüm olur. Oyuncunun kullandığı malzeme beden olunca onu bir hamur
gibi yoğurup şekillendirdiğinden, ben de rolüm için yapamayacağım değişiklik
yok diyenlerdenim.
● Kadına yönelik şiddet kavramının meşruluğu maalesef
her geçen gün daha da güçleniyor. Nasıl yorumluyorsun yakın geçmişte
yaşananları?
Haberleri
okudukça deliriyorum. Sosyal medyadan tepkimi göstermeye çalışıyorum ama ne
kadar yeterli bilmiyorum. İnsanların bilinçaltı çok kirlenmiş durumda ve bunu
şiddet yoluyla kusuyorlar. Bir kadının mini etek giymesi nasıl bir sorun
oluşturabilir? Sen gerçekten manen temiz ve paksan zaten başkasına dönüp onu
eleştirme hakkını kendinde bulmazsın. Sen o kadar kirlisin ki başkasını dönüp
eleştiriyorsun. Ben kimseyi mini etek giymiş, çarşaflı veya cübbeli diye ayırt
etmiyorum. Asla ötekileştirmeden yana değilim. Özgür bir ülkede yaşadığımızı
düşünmek istiyorum. Neden giysi kodlarıyla ayrım yapıyoruz ki? Zaten yeterince
etikete boğulmuş durumdayız. Okumuyoruz, gezmiyoruz, görmüyoruz anlamıyoruz. Sürekli
birilerini eleştirmek veya kötülemekle uğraşıyoruz. Yanlışı yanlışla
anlatmazsın ki. Ben doğru bildiğimi bile bazen anlatamıyorum insanlara.
Bugünlere zor geldik ve hâlâ da zor yaşamaya devam ediyoruz. Bir bıraksınlar
kim kapalı, kim açık; ne zaman bu kafaya geldik biz? Önce sen iyi insan olmayı
öğren. Gerçekten çok sinirleniyorum. Dini kullanmak ve istismar etmek en büyük
suç, günah bence. Kur’ân diyorsun, ben de okudum. Benim okuduğumla senin
okuduğun bir değil mi? Önce sen kendine bak kendi kapının önündeki çöplüğü bir
süpür temizle sonra konuşuruz. Yazık insanlığımızdan utanacak duruma geldik ve
bu gerçekten vahim bir durum. Kadına şiddet ve ötekileştirme meşrulaştıkça
deliriyorum.
● Delirmemek elde değil zaten maalesef. Biz konuyu
dağıtalım biraz. 30’larını yaşayan Fatma Toptaş nasıl bir kadın? Hangi
özelliklerin seni çevrende sevilen veya şahsına münhasır yapıyor?
Eğlenceli,
komik, hiperaktif, dürüst ve fazlaca anaç olduğumu söylerler. Bir de çok cesur
duruyorum ama aslında acayip utangacım. Sevgi kelimesi benim için çok kıymetli,
sevginin olduğu her yerde mutlu olabilirim ben. Ve meslek hastalığı mı bilmem
ama empati kurmayı, her şeye ve herkese iyi niyetle bakmayı seviyorum sanırım.
● Yaşını rahatlıkla söylüyorsun, bundan
kaçınmıyorsun. Hangi yıllara geri dönüp sil baştan yaşamak isterdin?
Doğru
bir tane Cansucuğum, niye saklıyayım yaşımı?
(Gülüyor). Hiçbir yılımı silmek istemezdim, beni ben yapan yıllar. Hepsi için
bin şükür, iyiye de bin şükür kötüye de. İyi ki hepsini yaşadım. Bir tanesi
eksik olsa şu an karşında olup bu röportajı yapıyor olmazdık sanrım.
● Kadınları 30’lu ve 40’lı yaşlar terletir genelde,
20’leri terk etmek hele de ardından 30’lara veda etmek zordur. 40’a yaklaşırken
sen ne hissediyorsun?
Hiç
terletmiyor aksine serinletiyor (gülüyor). 20’li yaşlarda, 30 ve 40’lara gelmeyeceğini
düşünerek yaşıyorsun. Daha cesur ve düşünmeden. Şu an 35 yaşındayım ve daha
özgürüm, daha mutluyum, daha benim ve ne istediğimi biliyorum. Kararlar alırken
kimseye danışmadan, bir gün alıp başımı gitme fikrine bile yakın olduğum çok
güzel yaşlar bunlar. Farkındalığın arttığı, anın daha kıymetli olduğu, gökyüzüne
bakarken aslında ne kadar değerli bir hayat yaşadığımı fark ettiğim bir yaş. Kırmadan
dökmeden ve hak yemeden sadece sevgi üstüne kurulu, kalabalıktan sıyrılmış ve daha
butik bir hayatı yaşadığım dönemdeyim.
● Hep seçim yapmanın zor olduğundan dem vurursunuz
ama yine de soracağım. Nasıl bir karakteri canlandırmak ayaklarını yerden
keser?
Oynamak
istediğim çok fazla karakter var tabii. Bir dönemde yaşamış, büyük
sorumluluklar almış, belki buluş yapmış, insanların kaderlerini değiştirmiş ve
bir karakteri canlandırmak ayağımı yerden kesebilirdi. Büyük bir sorumluluk ve risk
almayı seviyorum sanırım.
● Hangi isimlerle karşılıklı oynamak istersin? Ve
kamera arkasında hangi yönetmenler olsun?
Oyunculuk
adına kafa yormuş herkesle çalışabilirim aslında. Karşılıklı oynamayı çok istediğim sevgili Sumru Yavrucuk’la oynuyorum
şu an. Sumru Abla’yla oynamak acayip bir duygu. Master yapıyorum, bu iş
bittiğinde ikinci diplomamı isteyeceğim kendisinden (gülüyor). Galiba bir
şekilde hayalini kurduklarım çıkıyor karşıma. Oynamak ve çalışmak istediğim,
hayalini kurduğum oyuncular, yönetmenler ve ustalarım var tabii ama şimdi söylemeyeyim,
sihri kaçmasın. Oynadıkça söylerim dediklerim gerçek oldu diye. Fakat yabancı
aktörlerden dersen Al Pacino derim ilk olarak. Büyük hayranıyım. Hatta onunla
oynamaya bile gerek yok. Karşılıklı oturup iki dakika sohbet etsem de olur
(gülüyor).
KISA KISA
Son zamanlarda en çok etkilendiğin film
The Lobster
Tüm zamanların en iyi filmi
Çingeneler Zamanı
Canın sıkıldıkça açıp izlediğin film
Çok var ama ilk olarak Bir Erkek 10 Günde Nasıl
Kaybedilir?
1000 kere izlemişimdir ve hâlâ seyrettikçe gülüyorum.
Seni son zamanlarda en çok etkileyen tiyatro oyunu
Shirley. Sumru Yavrucuk’a yine yeniden hayran kaldım.
Şu sıralar tekrarda olan şarkı
LP – Lost on You
Başucu romanı
Mesnevi
sıkıldıkça daraldıkça açıp okuduğum ruhuma iyi gelen bir hazine bence..
Hayatını özetleyen alıntı söz
Sevginin
olduğu yerde hayat vardır. (Gandhi)
Gitmeyi en çok istediğin ülke / şehir
O
kadar çok ki... Görebildiğim her yeri görmek istiyorum; şurası burası diyemem.
Fakat illa söyle diyorsan Kutuplar’a gitmek isterdim.
Bilmediğimiz gizli bir yeteneğin var mı?
Aslında var
ama söylemeyeyim şimdi. Dur biraz gizem yaratayım (gülüyor). Hoş, çok beceremem
gizemi. Sanırım bunun üstünde biraz
çalışmalıyım. Bioenerji yapabiliyorum.
Saç: Yalçın Babacan
Makyaj: Behiye Gülle