"Senin yerinde olsaydım, kendimi evden içeri
almazdım’’. Tyrell Wellick’in ağzından duyduğumuz bu söz aynı zamanda ona hayat
veren Martin Wallström’ün de favori repliği. Steve Jobs’dan ‘Açlık Oyunları’
üçlemesine, ‘Big Brother’dan sosyal medyaya günümüz sisteminin tüm üyelerinin
sertçe eleştirildiği ‘Mr. Robot’un kötü adamı o. Ayna karşısında kendini
tokatlayıp dünyanın en kötü motivasyon konuşmasını yapan ve düşmanının eşini
öldürmekten çekinmeyen bir karakterden söz ediyoruz.
Bu eylemlerin her biri,
Tyrell için 5k koşmaya veya bilgisayar oyunu oynamaya eş değer. Hatta onun
kahvaltı, akşam yemeği gibi günlük öğünü bu. Ancak karakterinin ardında sonsuz
bir korku girdabı söz konusu. ‘’Kaybetmekten deli gibi korkan karakterlere
alışık değiliz’’ diyen İsveçli oyuncu Martin Wallström ile röportajı telefonla yaptık. Onun sesini duyduğum an tam 15
dakikam vardı ve tabii ki pek çok soruyu soramadım. Ancak Hannibal’ın tahtına feci şekilde oynayan,
günümüz sisteminin bizzat elleriyle yoğurduğu bu kötü adamın, Tyrell Wellick’in
bir nebze de olsa iç dünyasına uzandık.
O, yeni model bir kötü..
● 15
dakika içinde size olabildiğince fazla soru soracağım. Hazır mısınız?
Kesinlikle! Heyecanlandım şu an
(gülüyor).
● Öncelikle
sizi ‘Mr. Robot’a çeken unsur neydi?
Sanırım Tyrell Wellick’in ilginç bir karakter
olması. Şaşırtıcı olmadı bu, değil mi? (Gülüyor). Bana teklif geldiğinde sadece
pilot bölümü biliyordum. Dizi hakkında fazla bir bilgim yoktu. Ancak çok iyi
bir potansiyeli olduğunu düşündüm. Tyrell’in virajın hiç bitmediği yola benzer
bir karakter olacağını hissediyordum. Galiba bu konuda yanılmadım da, sence?
● Bence
bu betimleme Tyrell için az bile kalır. Dizinin takipçileri Tyrell’i, günümüzün
Patrick Bateman’ı olarak görüyor. Sizce ikisi arasında ne gibi benzerlikler
var?
Pek çok kişi bundan bahsediyor. İtiraf edeyim
‘American Psycho’yu izlemedim. Fakat duyduğum yorumlara bağlı olarak ikisinin
galiba en büyük ortak özelliği aynı kültürden ve en önemlisi sistemin içinden
gelmeleri. Diğer insanların onlar hakkındaki düşünceleri konusunda ikisi de çok
hassas. Kabul görme açlığına sahipler aslında biraz. İktidar gücünün getirisi
tabii bu da. Benzer işleri yapıyorlar. Ve ikisinin de aynı derecede çözmeleri
gereken problemleri var.
● Peki,
Tyrell Wellick’in tutkusunu ve paranoyasını nasıl tarif edersiniz? Gerçekten
zorlayıcı ve sürekli ani dönüşleri olan bir karaktere hayat veriyorsunuz.
Tyrell’in tüm hayatı korku üzerine kurulu.
‘Korku imparatorluğu’ denilen kavram başrolde. Yaptığı her şeyi kaybetmekten
çok korkuyor. Her şeyin bir anda yıkılabileceği tedirginliği içinde hep. Hiçbir
şeye sahip olmadığı ana, sıfır noktasına dönme korkusu üzerine hareket ediyor,
nefes alıyor, kararlarını veriyor. Bence bu da bir çeşit paranoya ve korku size
bu adımları attırır. Ayrıca eşi de onu sürekli zorluyor.
● Rolünüz
için öncesinde bir hazırlık aşaması oldu mu?
Bu ilginç bir soru. Başlayalı çok oldu, bu
nedenle şimdi neredeyse doğal geliyor. Açıkçası çoğunlukla senaryo beni
yönlendiriyor. Özellikle ekstra bir çalışma gerektirmeyen, çok iyi yazılmış bir
metin. Dili çok net, akıcı. Altındaki doneleri çok açık şekilde veren bir
senaryo. Ve bugünün dünyasına baktığımızda, aslında geçmişi de alabiliriz
kontrol oyunları, kontrolü kaybetmeyle ilgili konuşacak bir şeyler her zaman
olmuştur. Evet, Tyrell aykırı bir karakter. Korkusuyla yüz yüze gelmemek için
her türlü kötülüğü yapmayı mübah görüyor. Tyrell aynı zamanda çok sakin kalmayı
da başarabiliyor. İlk sezonda birini kovduğu bir sahne vardı; orada bu yanını
görebiliyorsunuz. Bazen kontrolü ele alıyor, bazen de kaybediyor. Bu oyuncu
bence tüm dünyayı etkiliyor. Tyrell’in tüm bu özellikleri, kısacası her şey
senaryoda var. Ve sadece o bölümün senaryosunu okumak da onu ortaya çıkarmak
için yeterli.
● Birinci
sezon finalinde E Corp hacklenmişti ve Tyrell’e ne olduğuyla ilgili herhangi
bir şey bilmiyorduk. Hatta bu gizem ikinci sezon prömiyerinden sonra da bir
süre devam etti. Siz o sırada karakterinizin başına ne geldiğini biliyor
muydunuz?
Bunun hakkında konuşmuştuk. O nedenle hiçbir
fikrimin olmadığını söyleyemem. Harika senaristlerimiz var ve tam anlamıyla
fikir fabrikası gibiler. Bu da oldukça rahatlatıcı. Dizinin en sevdiğim
yanlarından biri beni her zaman şaşırtıyor olması. Senaryoyu okumuş olsam bile
oynarken veya izlerken hâlâ şaşırabiliyorum. Ve bunu yapmaya, Tyrell’i oynamaya
devam ettiğim için çok mutluyum.
Tam adı, Carl Martin Gunnar Wallström olan aktör İsveçli ünlü bir sinema oyuncusu
● Sizi en
zorlayan sahne hangisiydi?
İlk sezonun ikinci bölümünde, Tyrell’in
Elliot’ı Evil Corp’a katılması için onunla konuştuğu sahne.
● ‘Mr.
Robot’ senaristleri gibi şu anda da siz beni şaşırttınız. Açıkçası Tyrell’in
sıra dışı sahnelerinden birini bekliyordum.
Galiba bu şaşırtmayı sevme durumu bana da
yansıdı (gülüyor). Pilot bölümden sonraki setteki ilk günümde çekildi bu sahne.
Ve aslında oldukça uzun bir monolog vardı fakat kurguda bunu çıkardılar. O anın
ilk günüm, Tyrell’in ise çok özel bir karakter olduğunu biliyordum. Onu doğru
gösteremezsem ve Tyrell yapan özelliklerine izleyicileri inandıramazsam bir
kaos yaşanacağını düşündüğümü hatırlıyorum. Bu uzun monolog beni çok germişti.
Evet, sanırım en zor kısmı buydu.
● İlk
sezonda Tyrell’i ayna karşısında kendini tokatlarken ve düşmanının eşini
öldürürken görüyoruz. Bunu ve ikinci sezonu göz önüne alınca karakterinin
gelişimini nasıl yorumluyorsunuz?
Pilottan ikinci sezon başlangıcına kadar
baktığımızda Tyrell’in kendi karakteristik özellikleri açısından doğru yola
girdiğini görüyoruz. Nereye gitmek istediğini biliyor. Bu, ikinci sezon boyunca
da aynı ivmeyle devam etti. Bence birinci sezonun yedinci bölümü çok ilginçti.
Kendini tam anlamıyla kaybediyor ve çok ileri gidip düşmanının eşini öldürüyor.
Bence bu sahne de Tyrell’in düşüşünün başlangıcı. Bu da çok ilginç çünkü
kaybetmekten bu kadar korkan ve bunu yansıtan bir kötü karaktere alışık
değiliz.
● Tyrell’e bir sahne yazacak olsaydınız bu nasıl bir sahne olurdu?
(Gülüyor). Bu, bugüne kadar aldığım en iyi
soru olabilir. Çok teşekkür ediyorum. Onu ve Elliot’ı bir helikopterde
görüyorum. Oldukça tehlikeli bir an. Evet, herhalde onları bir helikoptere
koyardım. Güzel soru.
● Elliot
hacklediği her datayı bir CD’ye yazdırıp müzik albümü ismi veriyor. Eğer siz
kendi hayatınıza hangi albümün adını koyardınız?
Ah, güzel soru. Var olan bir albüm ismi mi
seçmeliyim?
● Evet,
tabii.
Herhalde ‘Best of Martin Wallström’ olurdu.
Bilmiyorum; bu da çok güzel bir soru (gülüyor). Pink Floyd’u çok severim.
Martin Knopfler’a bayılıyorum. Galiba Knopfler’ın en beğendiğim albümlerinden
biri olan ‘Sailing to Philadelphia’yı seçerdim.
● Birinin
bilgisayarını hackleme şansınız olsa bu kim olurdu?
Tyrell Wellick (gülüyor). Kaçamak bir cevap
gibi oldu ama gerçekten bunu isterdim.
● ‘Mr.
Robot’tan önce Nordik prodüksiyonlarda rol aldınız. Hollywood ile İsveç’i
karşılaştırmanızı istesem neler söylersiniz?
Açıkçası benim için her şey aynı. Sanırım
başka bir dil olması en büyük farklılık. Ve tabii ki Amerikan dizileri ile
dünyanın neredeyse tamamına ulaşıyorsunuz. Şu an İsveç’teyim ama bir Amerikan
yapımında oynuyorum ve Türkiye’den seninle konuşuyorum. Bu gerçekten muazzam
bir olanak. Bence farklılık da bu, dünyanın her yerinden insanların seni
görmesi. Böylesine politik açıdan bir şeylerinin konuşmanın zor olduğu bir
dönemde risk alarak çok ciddi sistem eleştirisi yapan bir diziyle tüm dünyada
görünür olmak ilginç ve aynı zamanda harika. Türkiye’de neler olduğunu
biliyorum; ‘Mr. Robot’ta da devrim veya değişim gibi konulardan
bahsedebiliyoruz. Bu işin bir parçası olmak gerçekten müthiş.
● Aslında
daha pek çok sorum vardı ancak son bir hakkım varmış. O zaman kendiniz için bir
karakter yazma ve kadın partnerinizi seçme şansınız olsa nasıl bir sonuçla
karşılaşırdık?
İşte, bu kolay oldu çünkü kadın partner olarak
eşimi seçerdim (gülüyor). Kendisi de oyuncu ve İsveç yapımlarında rol alıyor.
Karaktere gelirsek belki ikimiz de bir hayvanı canlandırıyor olurduk. Evet, şu
an düşününce ilginç oldu bu. Ancak aklıma ilk geleni söyledim (gülüyor). Bu
güzel sorularınız için teşekkür ederim.