İzzet Çapa: Röportaj yaptığım kişi bana malzeme vermeli ama bu yüzden bedel ödememeli

İzzet Çapa: Röportaj yaptığım kişi bana malzeme vermeli ama bu yüzden bedel ödememeli
Bazı insanları tanımak için geç kaldığınızı düşünür müsünüz? İzzet Çapa ile sohbete başladığımız ilk dakikadan itibaren içime bu his oturdu. Ne yaptığını bilen, hedefine iç güdüleri ve duyguları el ele sağlam adımlarla yürüyen, çok bilen, çok çalışkan, çok içten, çok hesapsız, sorgulamadan içini açan bir adamla tanış olmaya geç kalmışım dedim. Aynı zamanlarda aynı sokaklarda yürümüş, birbirimizi görmeden teğet geçmişiz.

Son zamanlarda Hürriyet gazetesi için yaptığı röportajlar ve yazılarıyla görüşlerindeki hesapsızlık ilgimi çekmeye başlayınca kendisiyle sohbet etmek istedim. Kabul etti. Deli bir hızla akan günlük programında yer açtı. Sohbet ettik. Çok konuştuk. Konuştuklarımızın arasından süzdüklerim, birazdan okuyacağınız sohbeti oluşturdu. İzzet Çapa'yı yakından tanımayan bizler için onu tarif edecek en net duygunun "heyecan" olduğunu söyleyebilirm. "Limon da satsam en iyisini yapmak, değişik bir dokunuş eklemek isterim" derken gözlerinde beliren yaratma heyecanından bahsedebilirim.

Hani o an, orada karar verse, "kalk gidiyoruz" dese, bir aya kalmaz "Çapa" markalı limonların meftunu olacağınıza yemin edebilirim. Digital yayıncılık hakkında konuşurken, "Beynim var ama cebim boş" dediği anda sesindeki içtenlik hayran olmama yetti de arttı bile.. Lafı çok uzatmayacağım, sizi İzzet Çapa röportajıyla başbaşa bırakacağım. Buyrunuz..

Röportaj yaparken telefonu hiç susmadı ama çok elzem olmayanları da asla açmadı..

● Celebrity röportajcılar örneği dünyada var. Türkiye’de beş yıl önce sokağa çıkıp halka sorsak, çoğunluktan bir tek Ayşe Arman’ın adını alırdık ama şimdi o potaya siz de girdiniz.
Ayşe Arman’ı ayrı yere koyar, tek geçerim. Sevin, sevmeyin sayılı gazetecilerdendir, işini hakkıyla yapan biridir. Aynı zamanda da Hürriyet’te bana en büyük desteği veren ender isimlerden biridir..
 
● Ancak hiçbir şeyin keyfi rekabetsiz çıkmaz. Rekabet herkeste bir heyecan yaratır. Bence sizin varlığınız da böyle oldu. Defalarca da anlattınız ama bizim okurumuzun gözünden kaçmış olabilir o yüzden yeniden sormak istiyorum nasıl başladınız bu işe?
Evet bunu ben defalarca anlattım. Lise son sınıftan beri  gazeteciliğin içindeyim. İlk röportajım Aytekin Kotil, arkasından Altan Erbulak, onun arkasından Çetin Altan.. Hemen peşinden de Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları hastanesini gezerek hem bir ödev hazırladım hem de okul gazetesine bir izlenim yazmıştım. Yolculuk böyle başladı. Daha sonra Avantgarde adında bir dergi çıkardım. İyi de bir dergiydi. Eski Nokta’cılar ile çıkarmıştık. Avantgarde dergisinden sonra bir ekonomik sıkıntı yaşadım. Bir süre durdum. Sonra tekrardan bir dergi çıkardım. Dönem dönem adım çok gündeme gelmese de ya da yaptığım işler çok bilinmese de zaten dergiciliğin her döneminde vardım.
 
● Kiminle konuşacağınıza nasıl karar veriyorsunuz? Gündem mi takip ediyorsunuz?
Biraz el yordamıyla oluyor ve yolun götürdüğü yere gidiyorum. Ama iyi bir de ekibim var. Bu işlerin bu kadar tutmasında İzzet Çapa faktörünün değil ekibin önemli olduğuna inanıyorum. Ben aslında televizyondaki bir haber programının anchorman’i gibiyim. Arkada size haberi toplayıp getiren, seçip önünüze koyan bir ekip vardır. Sizin de o seçilmiş habere kattığınız yorum önemlidir. Yedi kişilik bir ekibim var. Onlar gündeme yoğunlaşıp, gündemi takip ederler. Önüme seçenekler gelir, ben de İzzet Çapa dokunuşunu katarak sunarım. Yorumunuz önemlidir ama arkadaki ekip de çok önemlidir.
 
● Gündem yaratmayı mı seviyorsunuz yoksa var olan gündemi kurcalamayı mı?
Gündemi kurcalamayı sevmiyorum çünkü onu herkes yapabiliyor. Herkes ormana bakarken o ormanın içindeki ağaca odaklanabilmek, herkes ağaca bakarken ağacın üzerindeki bir kovuğu görebilmek çok önemli. Sıcak magazini ya da sıcak gündemi takip etmeyi sevmiyorum. Şaşırtmayı severim. Bir olay gündemdeyse herkes oraya odaklanır ve irili ufaklı herkes yorum yapar. Dolayısıyla ben başka bir açıya, başka bir köşeye bakmaya çalışıyorum. Doğrudur yanlıştır, bilemem...
 
● Digital yayıncılık hakkında ne düşünüyorsunuz?
Dünya bunu kabul etmek zorunda. Ben bile kabul ettim ki, marjinal muhafazakar bir adamım. Yani değerlerini muhafaza eden insan anlamında söylüyorum. Kağıdın kokusunu isterim. Gazeteyi elimde tutmak isterim. Dokunmadan okuduğumu anlamam diyenlerdendim ama değişimin önünde hiçkimse duramıyor. Digital yayıncılık artık isteseniz de, istemeseniz de kabul etmemiz gereken bir gelişme.
 
● Sizce medya buna hazırlıklı mı?
Hayır. Türkiye’de öyle bir alt yapı olduğuna inanmıyorum. Eski jenerasyon ancak intibak edebilir bu aşamada da şöyle bir sorun çıkıyor. Bilgi ve deneyim sahibi insanlar genç kalamıyor ya da gençleşemiyor. Gençlerde de o bilgi ve birikim yok. İstisnalar hariç. Eski ve yeni aynı ortamda olunca da bir kuşak çatışması oluşuyor. Dolayısıyla Türkiye bu süreci zor geçecektir. Ancak yapacak da bir şey yok. Noel Baba bacada..
 
Neden kendinize ait digital bir portal kurmuyorsunuz?
Bunlar çok maliyetli işler. Hürriyet gibi bir yerde varsanız, o organizasyonun üstüne çıkabilecek alt yapınız, insanlara ulaşma gücünüz, kadrolaşmanız daha da zorlaşır. Sosyal Medya’da gücümüz var. Ama bu saatten sonra esas işim başkayken hobi diye başladığım bir işin beni içine alıp öğütmesine izin vermek istemiyorum. Bir işi de yapmış olmak için yapmayı sevmiyorum. Ben limon da satarsam, araba da satarsam hep değişik birşeyler yapmak, o heyecanı sonuna kadar yaşayarak yapmak isterim. Bunu yapabilecek beynim varsa da, cebim dolu değil. Türkçesi bu.
 
● Yerli ya da yabancı bir röportaj okuduğunuzda kıskançlık oluyor mu?
Çook. Mesela en son Ayşe Arman’ın yaptığı Nurgül Yeşilçay röportajını ben yapmak isterdim. Ama ben bu kadar iyisini yapamazdım. Başkası da yapamazdı. Benim kötü kıskançlığım yoktur. Haset kıskançlığı da sevmem. Ama ben niye düşünemedim, ben niye yapamadım demeyen insanın da başarılı olabileceğini düşünmüyorum.
 
● Basılı halde gördüğünüzde, Tamamdır İzzet, bu oldu” dediğiniz röportajınız hangisi?
Hiçbiri. Onu dediğim an, onu diyen insan kibirlenmiş demektir. Birincisi bunlar için henüz çok erken, ikincisi benim yaptığım işe verdiğim saatlerle, gerçek mesleği bu olanların ama başarılı olanların harcadığı saatler arasında dağlar var. Ve bu işi uzun yıllardır gerçekten çok başarıyla yapan insanların arasındayken, “bu oldu” demeyi saygısızlık olarak değerlendiririm.
 
● Lafı televizyona getirmek istiyorum. Malum biz bir televizyon içeriği üreten websitesiyiz. Sizce şu an televizyon ne durumda?
Ben çocukluğumdan beri iyi bir televizyon seyircisi olmadım. Aptal kutusu mantığında bakanlardanım. Saplantılı bir izleyici olmadım. Ama bunun yanı sıra aptal kutusu dediği yerde bazı işlere de saplantılı olarak takılabiliyorum. Hatta bir anım var. Bir gün televizyonda gözüm MedCezir’e takıldı. Sade bir televizyon seyircisi olarak izlediğim şey hakkında üç-beş laf ettim. Laflar da biraz ağırdı. Herhalde evren de bana ceza verdi. Ondan sonra oturdum her hafta MedCezir izledim. Hatta Serenay Sarıkaya ile karşılaştığımda da söyledim. “Nasıl bir ah ettiyseniz yazıdan sonra, her hafta sizi izliyorum” dedim. Bunun gibi başka izleme anılarım da var ama büyük resme bakınca iyi bir televizyon seyircisi değilim.
 
● Star sistemine ne diyorsunuz? Star olma yaşı olduça küçüldü.
Doğru olan bu. Ama hiçbir zaman yalnızca genç starlarla bu işin oturacağına inanmıyorum. Mutlaka deneyimli oyuncuların, tiyatro kökenli ya da eğitimli oyuncuların destek atması gerekir. Bunu zaten yapıyorlar. Sormadın ama söyleyeyim; ben reytinglere de inanmıyorum. Türkiye’deki reyting sistemi, birçok iyi yapımı hemen kenara atıyor. Mesela Kayıp diye bir dizi oynadı Kanal D’de. Bana göre Türk televizyonu için tasarlanmış en iyi işlerden biriydi. Onun yok olması reyting sisteminin yanlış olduğunun en önemli kanıtıdır. Bir de bana kızabilirler ama Türkiye’de dizi çekmeyi bilenlerin sayısı çok çok az.

En son The Blacklist izliyorum. Adamlar 40 dakikada sinema filmi yapıyor. Bizimkiler 1.5 saatte ya çocuğun baklavalarını gösteriyor, ya uzun uzun bitmeyen bakışlarını gösteriyor. Yani her hafta 140 dakika yol gidiyoruz, dönüp bakıyorsun hikaye bir arpa boyu ilerlememiş. Ama Poyraz Karayel’i apayrı tutuyorum. Senaryosundan, oyuncularına çekimlerine kadar özel bir iş. Gerçekten bir sinema filmi izler gibi izliyorum. Keşke daha kısa olsa da daha seri çekilebilse.. Mesela Güneşin Kızları gibi iyi başlayan bir dizinin tırnak içinde ergen dizisine dönüştürülüp yayından kaldırılması kimin hatasıdır? Dizi çekmenin matematiğini bildiklerine inanmıyorum. Asıl sorun burada. Bu gün 140 dakika diye sıkıntı var ama yarın diziler 40 dakika olsa daha “iyi” işler izlemeyeceğiz.
 
● Bu arada The Blacklist mi izliyorsunuz?
Bayılıyorum! Beni benden alıyor.
 
● Kırmızı çizgileriniz var mı?
Herkesin vardır. Benim terazimin adaletli olduğuna inanıyorum. Etik olmaya çalışıyorum. Çok kere röportaj esnasında karşımdaki kişi olmayacak bir cümle söylemiştir ve ben onu düzeltmişimdir. Çünkü bana röportaj veren kişi rahat olmalı, bana malzeme vermeli ama bunun için bedel ödememeli. Ben buna inanıyorum. Röportaj yaptığım kişilerin hiç biriyle sorun yaşamadım. Genellikle yazılarım yüzünden sıkıntı yaşıyorum. Ama orası benim yorum yaptığım öznel alanım. Acıtmadan, muhatabımın özeline girmeden istediğim yorumu yapabilirim. Ama röportajda bana güvenip kalbini açmış, hayatını açan insanlara zarar vermem, vermedim. Şimdi hangisini arasam yeniden röportaj yaparız. Bu uzun bir maraton.. Dolayısıyla röportaj yaptığım kişinin kırmızı çizgilerine saygı duyuyorum ve basmıyorum ama benim de kırmızı çizgilerim var ona basarlarsa o zaman da çöpe atıyorum.
 
● Çöpe atıyorum derken?
Yaptım. Mesela Poyraz Karayel setine gittim. Üstelik de bizim grubun dizisi. Ama İlker Kaleli’nin kendini Poyraz Karayel zannetmesinden dolayı o röportajı çöpe attım. Bana göre çok başarılı bir oyuncu, çok başarılı bir dizi ama herhalde İlker Bey hazım zorluğu yaşadığı için onun star havalarını kalemime yansıtamadım. Burçin Terzioğlu’nun tevazusu, Zülfikar rolünü oynayan Celil Nalçakan’ın, Taş Kafa ve Sefer’in sıcaklığı ile İlker Kaleli’nin hazımsızlığını yan yana koyunca yazdığım kaleme de saygısızlık olacaktı o yüzden Ayşegül ile Poyraz’ın olduğu kısmı çöpe attım.
 
● “Röportajlar değil de yorumlarımdan dolayı sorun yaşıyorum” dediniz oraya dönmek istiyorum.
Röportaj yaptığım birinin daha sonra dizisini, filmini izlerim ya da albümünü dinlerim ve beğenmeyebilirim. Ya da izlerim beğenirim ama sonra başka bir bölümde başka bir performans sergiler ve beğenmem. Röportaj yaptım diye bunu söylemeyecek miyim? Bu benim en doğal hakkım. Kişisel tercihimi belirtme hakkım var. Beğenmediğim zaman bunu yazarım. Bu bir seyirci olarak benim en doğal hakkım. Mesela filanca oyuncuyu beğenmediğimi söylemişim. Beğenmemişim, söylemişim. Ama aradan zaman geçer beğenmediğim oyuncu kendini geliştirir; şahane bir oyuncu olur o zaman onu da çekinmeden söylerim. Beni yanılttı derim.
 
● Yanıldığınız oldu mu hiç?
Evet. Başlangıçta Çağatay Ulusoy için  “Su akar oyuncu bakar” demiştim ama Çağatay oyunculuğunu çok geliştirdi. Ben bunu da söyledim, şapka çıkardım.
 
● Olumlu fikir beyan ettiğinizde sıkıntı yok ama olumsuz fikir beyan ettiğinizde bu sefer de sosyal medyada hayranların aşkın tepkileri meselesi var tabii.. En son 3 Adam’la ilgili yorumunuzda oldukça ateşli saldırılar yaşadınız…
Evet, 3 Adam ile röportaj yaptım. Çok iyi çocuklar. Ama bu, şu anlama gelmiyor. Çocukları sevdim tamam. O zaman ne yaparlarsa beğenmeliyim. Böyle bir gerçek yok. Yaptıkları programı beğenmek zorunda değilim. Röportaj verdiniz diye bunu beklerseniz o zaman bu da bir çeşit rüşvettir. Al gülüm, ver gülüm yapamazsınız. Şimdi ben bu saatten sonra oyunculuk yapmayacağıma, çıkıp televizyonda Show yapmayacağıma göre eleştirimin seyirci gözü olduğunu anlayacaklar. Kırılmayacaklar. Aksine, “bu adam da bunca senedir eğlence dünyasının içinde dur bakalım ne diyor” diyecekler ve belki eleştirinin içinden bir doğru süzecekler. Ben Tarkan’ın da albümünü eleştirdim. Bu benim yorumum. Siz buna katılmak zorunda değilsiniz. Ben de size katılmak zorunda değilim.
 
Gelelim hayranların tepkisine.. Birilerinin hayranı ben onların sevdiği kişiyi beğenmedim diye bana saldırıyorsa umurum olmaz. Yazı internete saat 13:30’da koyuluyor. Dakikası dolmadan 1000 hakaret, eleştiri geliyor. Yok daha neler! Ne zaman okudun da hakaret etmeye giriştin? Bakıyorsun çoğu fiks cümlelerle, aynı kelimelerle, aynı yerde imla/ yazım hatası yaparak, saldırıyor. Kopya gibi.. Hiçbir ünlünün aldığı olumsuz eleştiri karşısında bu kadar saygısız, bu kadar edepsiz, bu kadar ağır küfür edecek binlerce fanı olamaz. Bu ister yılların sanatçısı olsun isterse haceti yalıya inmemiş yeni birileri olsun değişmez. Bu kadar fanatik kitle varsa da on kişidir, hadi bilemedin 15 kişidir. Özetle jetonlu sosyal medya kullanıcılarının galiz tepkilerini ciddiye almıyorum.
 
● Madem buraya geldik o zaman sormadan geçmeyeyim. Türkiye’deki menajerlik sistemini nasıl buluyorsunuz?
Ortada bir “sistem” yok. Olaylar facia boyutunda.. Oyuncuları 1970’lerin Yeşilçam yıldızı kafasına sokup, onları dokunulmaz kılmaya çalışıyorlar ki bu hatadır. Yönetmeyi bilmiyorsun demektir. Bir şirketin vizyonunu sahibi belirler, müdürler de belirlenmiş hedeflere ulaşmanın yolunu gösterir, şirketi yönetir. Bizdeki menajerler vizyon sahibi değiller. Mesela bana göre Türkiye’nin en iyi kadın oyuncularının peş peşe televizyon projeleri yayından kalkıyorsa o markaları yöneten kişinin yeterliliğini sorgulamak gerekir.
 
● Kim onlar mesela?
Mesela Nurgül Yeşilçay ve Hande Ataizi.. Bir tanesi Türkiye’de en beğendiğim kadın oyuncu, diğeri çok yakın arkadaşım. Bana göre sahip oldukları yeteneği parlatmayı, pazarlamayı, yönetmeyi bilmeyen ellerde oldukları için hata üzerine hata yapıyorlar. Dünya starı olabilecek kalitede ve yetenekte iki kadının bu gün işleri yayından kalkıyor. Ama sen şirketini yönetmesi için görevlendirdiğin kişiye çay servisi de yaptırırsan daha önemli işlerin eksik kalmasını göze alacaksın.
 
● Bu oyuncuyu halktan soyutluyorlar ve bu kafa 70’lerde kaldı” kısmına dönmek istiyorum. Oyun yeteneği zannedildiği kadar görece değil, gayet de ölçülebilen bir şey. Dolayısıyla acaba bir kısmını da kısıtlı rol kabiliyeti olduğu için çok dokunulur olursa ekranda yarattığı karakter zarar görür diye mi geri çekiyorlar?
Birçok oyuncuda bu var. Televizyona çıkmamalarının nedeni, canlı yayın kabul etmemelerinin, yüz yüze röportaj yapmak istememelerinin bir nedeni de bu. Bir paket yaratıyorlar. Yaratılan paketin içi boş. Ne hikayesi var, ne birikimi var, ne yeteneği var. O zaman menajer haklı olarak buna temas ettirmeyebilir. Buna saygı duyarım. Ama demin bahsettiğim çaptaki starların dokunulmazlık iddiasıyla halktan uzak tutulması yanlış yönetildiği işaret eder. Bir star bu benim seçimim de diyebilir. Şöyle örnek vereyim eğer siz yemek yapmayı, toz almayı, ev işi yapmayı bilirseniz, evinizde bu işleri yapmakla vazifeli insanı doğru yönetirsiniz ondan ne isteyeceğinizi bilirsiniz ama siz yemek yapmayı bilmiyorsanız o zaman işte bu işleri yapmakla vazifelendirdiğiniz insan sizi yönetir.
 
● Son olarak, dünyaya baktığınızda şöhreti iyi idare ettiğini düşündüğünüz kim var?
O kadar çok isim var ki hangisini sayayım? Türkiye’de söhreti iyi yönettiğine, markasını iyi yöneten kim var dersen Gülben Ergen var. Demet Akalın var. Çünkü onlar yemek yapmasını da, toz almasını da, ütü yapmayı da bildikleri için kaliteli hizmet almayı biliyorlar. Dolayısıyla da kimsenin kuklası olmuyorlar. Sanatçı marka kavramını gerçekten öğrenmiş mi yoksa ağzına mı dolamış, buna iyi bakmak lazım. Sen marka olabilirsin. Markanı nasıl yöneteceğini biliyor musun? Biliyorsan sorun yok o zaman doğru insanları seçer markanı emanet edersin. Hangi oyuncunun oyuncu koçu var? Ivana Chubbuck İstanbul’a geldiğinde onunla röportaj yaptım kadın hala dünya starı isimlere proje bazlı oyuncu koçluğu yapıyor. Bizde oyuncu koçu dedin mi sadece “yeni” oyunculara mahsus sanıyorlar ve hakaret zannediyorlar. Nasıl besleneceksin, nasıl gelişeceksin?
 
 


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER