Kimsesiz mor dalgalarda yalnız
bir çiçekken el değmemiş topraklara savrulup, kök salan 1 adet Ömer İplikçi
bütün bedensel ve ruhsal sağlığınızı darmaduman edebilir. Seven kalbini istese
de bir türlü susturamayıp, doludizgin kendisini sevdasının kollarına atan 1
adet Defne Topal ise bir gecede 3 kilo vermenize sebebiyet verebilir.
Uçuşa geçmeye oldukça müsait nevi şahsına münhasır bünyesi, gidecek
hiçbir yeri olmayan Ömer İplikçi’nin bir gece ansızın kapısına dayanıp
ağlayacak bir omuz istemesini yüreğinde nasıl taşıyacağını bilemeyip
telaşlanabilir. Bulutların üzerinden seviye atlayıp cennetin ilk katına adım
atabilir, kalbinin odalarını paylaştığı sevgili Ömer’i ile yatağını ve kokusunu
hatta kahvaltı sofrasını paylaşabilir. Gel gör ki bütün bu mükemmeliyet içinde
sevgili Defne, bir parça kendine güveni eksiktir. Kendisine olan inançsızlığı
mı diyeyim artık, yoksa Ömer’i koyduğu yere bakınca kendini onun seviyesine
layık göremeyişinden midir bilinmez, ince bir cımbızla bütün konuşmadan en
olmayacak detayları çekip çıkarıp kendisine ok gibi sapladı. Yetmedi -tabii
yeter mi hiç!- avuç dolusu dikeni bir de Ömer’in kalbine savurdu. Ömer bir
hayli kırık dökükken yapılacak son şey böyle rest çekmekti, Defne. Git demek,
kal diye yalvarmanın aksine ne de kolay senin için. Gitme demeyi bu kadar geciktirmişken
ne de çabuk döndün sözünden öyle. Biz hala alışamadık ama Ömer alıştı herhalde
senin bu hallerine, baksana adam kalesine çekildi, açtı müziğini golf oynamaya
başladı. Passionis’ten gitmek zorunda oluşundan çok adamın aklını, kalbini sen
çorba ettin. Ah be safoz Defne! Hazır Passionis’ten söz açılmışken, bölümün beni
sinirden kudurtan yerlerini yazmaya hiç gönlüm el vermese de biraz bahsetmek
istiyorum. Lakin içimde daha fazla tutarsam çatlayacağım!

Bu adamı üzdüler Matmazel!
Bir yanda Sinan’ın zarar görmesine tahammül edemeyecek
olan Ömer İplikçi, bir yanda Ömer’i dibe çektikçe çekmeye çalışan ve daha
dakika bir demeden ceza sahasına girip gol atmaya hazırlanan, sevimli ama
mikrop Sinan Efendi! Kurtuldun prangalarından, mutlu musun bari şimdi? Kendini
hep boyunduruğu altında hissettiğin sözde kardeşin Ömer İplikçi’nin yeri bomboş
artık. Onsuz bir hiç olduğunu ne zaman kabulleneceksin acaba? Olaya objektif
bakılınca –ne kadar bakabilirim bilmiyorum çünkü Sinan’a aşırı öfkeliyim,
Sude’ye daha da öfkeliyim beklesin onun da sırası gelecek!- Ömer’in kaybettiği
çok bir şey yok aslında. Sonuçta tasarımcı olan, Sinan’ın deyimiyle bu işin
beyni, o. Nereye gitse kendini kabul ettirir -ki Ömer İplikçi’den bahsediyoruz
adam başlı başına bir marka zaten- ama
sanki o olmadan Passionis de bir o kadar kabul edilemez gibi geldi bana.
Passionis’i Passionis yapan Ömer’in hayata karşı duruşu, vizyonu efendime
söyleyeyim o külyutmaz ön yargılarıymış meğer. Yine de Koray’a hak vermeden
edemedim. Ömersiz Sinan’ı düşünmek zor ama Sinansız Ömer de bir o kadar zor.
Hatta öyle bir an geldi ki ben de Ömer gibi “Kendini mi seçti bu saf ya?” diye
düşünmeden edemedim. Çünkü o Koray Sargın, ondan her şey beklenir. Sude’ye göre
durum böyle değil tabii, Koray’ı dolduruşa getirdiğini düşünüyorum. Kendisi,
erkeğinin arkasında duran kadın imajını biraz fazla abarttı. Sinan’a verdiği
gazlar beni benden aldı. Yaptığını masumiyete taşıyamıyorum, bir türlü hak
veremiyorum, ihaneti kabullenemiyorum. Allah affetsin ben de böyleyim ne
yapalım?
Necmi ile Neriman da nihayet
şöyle bir ebeveyn gibi kızlarını artık kontrol etmeye başlayacaklarının
sinyalini verdiler çok şükür. Neriman, Ömer ve Defne’den sonra baya bir boşluğa
düşmüştü. Sinan ve Sude dosyasına atanması bence harika bir dönüş oldu. Aslında
biz Defne’ye deli falan diyoruz da, Defne’den ziyade Sude’de biraz annesinden
geldiğini düşündüğüm korkutucu bir delilik var. Ödül töreninden önce, ya da
Sinan’a numara çektiği geceden önce hazırlanırken Mine’ye yaptığı konuşmaları
hala aklımda. Değişik bir karakter anlayacağınız. Korkutuyor beni, o yüzden
öfkeme yenik düşüp ona fazla sayıp dökmeyeceğim. Koray gibi ellerimin arkasına
saklanıp izliyorum, uzaktan. Akıbeti ne olur kestirmek güç, izleyip göreceğiz
artık.