Herkesin acısını yaşama biçimi farklıdır. Kimi, herkese göstere göstere, paylaşarak yaşar. Kimiyse içinde gizli saklı. Bense hep güzel şeylere sarılarak, bazen yok sayarak unutmaya çalışırım başıma kötü bir şey geldiğinde. Ülkemizde yaşanan tatsız olaylar, malum. Kelimelere dökmeye gerek yok. Bu yüzden, tüm hafta boyunca fragmanlara sarılıp bölümü bekledim. Ve kendime söz verdim, “Ne olursa olsun kötü şeylere takılmayıp güzel şeylere odaklanacağım.” diye. Bu yüzden, optimist bir yoruma başlıyorsunuz diye şimdiden uyarayım. Biz ne izledik, sen ne yazmışsın demeyin hiç.
Sürekli onun yanında olmayı istemek, ona dokunmak, hissetmeyi istemek, âşık olmanın yan etkilerindendir. Hele ki bir de bu âşık çiftimiz, bir türlü konuşmayı beceremeyen Defne ve Ömer ise bu istek daha da artıyor. Yalnız kalabildikleri ‘’dakikalar’’ da ne onlara ne bizlere yetiyor. Haftalardır bir konuşma lafıdır gidiyor ama bunlar ne konuşacak? Bir ilişkiye başlamak için, duyguları illa kelimelere mi dökmek lazım? ‘’Seni seviyorum.’’ demenin binbir çeşit yolu var. Ömer, Defne’nin duygularından emin. Kendi duygularıysa adeta bir çağlayan gibi akmakta… Önünde durabilene aşk olsun. Hem rahatlıkla söyleyebilirim ki bölümlerdir ilân-ı aşk ediyor Defne’ye. Çayını tek şekerli içtiğinden tut da bisküviyi neyli sevdiğine kadar her detayına hakim. Tüm bu detayları Defne anlamadı, orası ayrı konu. Şimdi ikisi de aşkın rüzgârına kapılıp savrulmaktayken niye birkaç kelimeye takılıp kaldılar, ben anlayamıyorum.
Sonra ben bir anlattım herkes koptu Defne...
Rüzgâra kapılmak, uçmak, ayakların yerden kesilmesi falan güzel duygular; ama ya bunu yaparken yalnızsan? Elinden kimse tutmuyorsa? Ya yere çakılırsan? Biraz temkinli olmanın, tek ayağının yere yakın durmasının kimseye zararı olmaz. Evet, kimden bahsettiği anladınız siz de: Sinan! En başından beri onun Defne’den etkilenmesini (Bence hala âşık değil.) çok doğal karşılamıştım, hatırlarsınız. Neriman’ın da dediği gibi Sinan, evin haşarı çocuğu. Her istediğini elde etmiş, bir eksiklik yaşamamış bugüne kadar. Defne, bugüne kadar Sindy bebek gibilerle büyümüş Sinan için, bez bebek gibi. Ona değişik gelen bir oyuncak… Hayatında ilk defa görüyor ve merak ediyor. “O da benim olsun!” isteği gibi görüyorum duygularını.
Bu söylediklerim asla kötü şeyler değil elbette. Sinan konusunda çok netim ben. Kötü bir ikinci adam olmayacak asla. Tek sorun, sonunda üzülecek olması. Ama bu hayal kırıklığı ona iyi gelecek. Sinan gibi, hiç büyümemiş bir erkek çocuğu tadında birinin büyümesine, olgunlaşmasına yardımı dokunacaktır ki gerçek aşkı bulduğunda kıymetini bilsin. Sude’nin ismi her bölüm daha çok zikredilmekte. Zaten tam da tahmin ettiğim gibi, Ömer abisinin en yakın arkadaşına tutulmuş. Küçük bir kızdan genç bir kadına dönüşüp Sinan’ı mutluluğa götürecek kişiyi, deli merak ediyorum. Salih Bademci mutlu adam rolü oynasın da içim rahat etsin artık…