Biri Çolak'a sözlük alsın. Mukadderatın anlamını öğrensin!
Acıya sebep olan hatunu (aslında neler demek geçiyor içimden de burası yeri değil) uzun süre izlemeyiz inşallah. Sürekli şehit verirken kötülere bir şey olmaması sinir bozuyor. Kadın da ayrı bir gıcık zaten… Ebru Ünlü’yü de ayrıca tebrik etmiş olalım.

Çolak kadını çok sevdi. Çünkü vahşetten zevk alıyor. Defalarca dinledi Fatma'nın ölümünü. Her seferinde daha çok zevk aldı.  O sahnelerde tek ilgimi çeken Çolak’ın “ Bana kafası çalışan biri lazım, silah tutanlardan çok var” sözleriydi. Devlet kurma yalanlarıyla insanları nasıl kullandıklarını çok güzel anlatıyordu. Kendini özgürlük savaşçısı ilan eden sözde kahramanların aslında sadece piyon olduğunu bir iki cümle ile anlattılar. Anlayana elbette.



Çolak kendini kahraman ilan ettirmek için silah yardımı ve propaganda yapmaya başladı. Aşiret reislerinin içinde bir tek beyaz sakallı amcanın kafası çalışıyordu. Korkusuz amcam lafını esirgemedi. Gitti bir bir Erdem'e anlattı olanları. Özellikle amcanın “Türk Devleti maşa da sen değil misin?” sorusu on numara beş yıldızdı. Böyle ince ince laf sokmalı, esprili ama detay veren sahneler artmalı. Amca ortalığı nasıl karıştırdıklarını da iyi özetledi. “Sen ona, ben buna inanıyorum diye birbirlerini vurur insanlar yarın” lafı bugünün en temel sorunlarından. Bu ayrışmanın sonunun felaket olduğu da unutulmamalı. 

Çolak’ın propagandasından etkilenen köylüleri Yavuz Komutan ikna etti. Silahların yerini de öğrendi. İmha sahnesi de başarılıydı. Fakat… O cephaneyi yok ettikten sonra gerçekten o insanları korumasız mı bıraktılar? Bilmem kaç aydır Çolak’ın peşindeler. Köyü basacağını, o insanlara rahat vermeyeceğini 5 yaşındaki çocuk tahmin eder de Türk askeri nasıl edemedi? Köylüleri bataklıktan kurtarmak için bizimkiler canlarını hiçe sayıp atlayacaklar. Milli duygularım kabaracak, Türk askeri diyeceğim ama asker dizisi çekiliyorsa mantık hatalarının minimum düzeyde olması gerekir. Silahlı Kuvvetlerin böyle bir hata yapması olası bile değil.



Ateş’in uyanması cenaze nedeniyle kaynadı. Normaldir. Yine de gönül uyandığında başucunda bekleyen bir Nazlı ve Erdem görmek isterdi. Erdem ile Ateş konuşmasının son sahnelere kalmasına üzüldüm. Nazlı'nın evine dönüşü de gösterilmedi. Ona da üzüldüm. Yine bir şeyler saklıyorlar. Oysaki ben her şeyin ortaya çıkmasını istiyorum artık. Karakterlerin en büyük sorunu birbirleriyle konuşmaması ve hiçbir sırlarını birbirlerine dökmemesi… Sırf bu yüzden oldukları yerde sayıp duruyorlar.

Erdem Ateş’i affeder, Ateş timde kalır diye bekledim ama yine ters köşe oldum. Kızını vermeye razı ama o durumda time almıyor. Time alsa kızını vermiyor. Yani tam kırk satır mı, kırk katır mı durumuna getirdi Ateş’i. Maalesef Ateş’in neyi seçtiğini anlamadım. İki seçenekte de yurt dışına gitmek vardı. “Ben yurt dışına gidiyorum, Nazlı’yı üzmek istemem” dedi. Gidiyorum ve gelmeyeceğim dememiştir değil mi? Evlenmeyi kabul etmiş olsun lütfen. Ayrıca Ateş’in timde kalmasını nasıl sağlayacaklar hala meraklardayız. Bekliyoruz efenim. Son dakika golü atıp yollamazlar inşallah.


-Bu silahta kurusıkı zaten.
-Onu anladık zaten beyefendi. :))

Çaylak’a ayrılık konuşması yaptırmayın lütfen ya. Su’ya bir şey olursa en azından elinde mutlu zamanlarınız kalır. Misal Ali Haydar Fatma ile evlenmese Fatma yine aynı tarihte bir şekilde ölecekti. Ecel denen bir şey var çünkü. Ali Haydar'ın canı çok yansa da sevdiğinden çok büyük bir armağan kaldı ona. Ahmet Kartal…

Su’nun ailesi ne zaman gelecek derken geldiler. Kızın babası silahla gelmiş. Üstelik kurusıkı… Amcam sen askeri ne sandın? Gerçekten vuracak olsan normal silahla bile işin zor. Bak adamlar elindeki silaha dokunmadan anladılar ne olduğunu. Yine de saygısızlık etmediler. Adam da kızının gözyaşına dayanamayıp vazgeçti Allah’tan. Babalar ile kızlarının ilişkisi her zaman özeldir. Hem sinirli hem de kızına kıyamayan baba figürünü izlemek ve evlilik işinin hallolması, üstelik eğlenceli bir sahne yazılmış olması iyi geldi. 


Yazı devam ediyor.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER