Eylem bu bölüm en sinir olduğum karakterdi. EyFet fanları
alınmasın ama ilişkileri kabak tadı vermeye başladı. Ateş’in arabada Eylem’e
söylediği her şey doğruydu. Eylem ise lolipopu elinden alındığı için
zır zır ağlayan üç yaşında kız çocuğu gibiydi. Fethi ile arkadaş diye askerin her işinin
içinden çıkması, her işlerine müdahale edip bozması kabul edilebilir değil.
Ajan olarak yetişen birinin duygularına kapılıp çok önemli bir tanığı öldürmesi
ve buna karşılık “ben de insanım” savunması yapması da kabul edilebilir
değildi. Madem duygularına bu kadar yenileceksin yanlış meslek yapıyorsun küçük
hanım. Elbette kolay demiyoruz yaşadıklarına. Ama Saffan sorgulansaydı daha
binlerce masumun hayatı kurtulabilirdi. Masum insanlar öldü diye o kadar üzülen
Eylem bunu da düşünmeliydi. Ayrıca bu kız yarı Türk olduğuna emin mi? Hiç
Türkiye’yi düşünerek hareket ettiğine tanık olmadık da?!
Eylem kampa geri dönebilmek için Fethi’ye Sancar'ı
öldürmeyeceğine dair söz verdi. Ama bu da yalanmış. Fethi’yi seviyor olabilir
ama Eylem’in sevgiden anladığı epey farklı olmalı. Şu ana kadar Fethi’yi
sürekli kandırdığına, zor durumda bıraktığına şahit oldum çünkü.
Tim'in Sancar'ı almak için paraşütlerle araziye atladığı bölüm
çok iyiydi. Merak ediyorum dublör kullanıldı mı acaba? Kendileri atlamışsa bayağı
değişik, eğlenceli ve aksiyonlu olmuştur. Konumuza dönersek; Fazıl'ın cesedini
bulan Sancar'ın Eylem’den şüphelenmediğini sanmıştım ama şüphelenmiş meğer. Sancar
Eylem’in kafasına silah dayandığında tim yetişti. El bombasının patlamasıyla Sancar
kaçtı. Ama Yavuz sayesinde yakalandı. Sancar'ın her şeyi anlatmaya karar
vermesi sayesinde Agah'ın robot resmi çizdirildi. O resmi görmeleri mümkün
olmayacak galiba. Siz ne dersiniz?
Fethi ve Eylem’e dair tek beğendiğim sahne tanışmaları oldu.
Birbirlerine aşıklar ama bir o kadar da tanımıyorlar aslında. Biz de bu vesile
ile haklarında daha çok şey öğreniriz hem. Keşanlı’nın operasyon sırasında Timi
anlattığı sahneyi ise şuraya bırakıyorum efendim. Resmi hesaptan bulamadım. Silinmez umarım.
- Adam kitap bile okuyor. O derece saçma bir insan.
Bu diyolog olmamış. Komik ama kitap okuma oranı ülkede bu kadar düşükken olmasa da olurdu.
Kulağındaki rahatsızlık yüzünden Ankara’ya gönderilen
Keşanlı’nın rahat durması beklenemezdi zaten. “Bir şeyi kırk kez söylersen
olurmuş” derler ya, gerçekten oldu. Keşanlı, "Su’yu kaçıralım" diye diye sonunda
yaptı. Baştan başlamak gerekirse; Su “Bir ömür merak etmeye razıyım” dedi. Ama
Çaylak, Su’yu düşündüğü için kabul etmedi. Bunun üzerine Su’yu istemeye
geleceklerini öğrendi. Gözlerimin dolduğu ikinci sahneydi. Yutkunamayan,
zorlukla “hayırlısı olsun” diyen Çaylak’a kızmak isterdim ama kıyamadım.
Keşanlı’da Feyzullah için çok üzülmüş olacak ki kaçırdı kızı.
Karabayır’a gelen Su’yu götürebileceği tek bir yer vardı. O
da Bahar'ın evi. Hesaplayamadıkları tek şey Yavuz’un orada olması oldu. Bu sayede
kahkaha krizi başlamış oldu. Önce Keşanlı ve Su, Feyzullah, Ateş ve Nazlı derken
ev yol geçen hanına döndü. Yavuz’un bunlarla işi çok gerçekten… Ameliyattan
kaçmak bunlarda, kız kaçırmak bunlarda, Yarbayın arkasından iş çevirmek
bunlarda… Hani “seni bekleyeyim mi” diyen Bahar'a “Yok bekleme. Ben oradan akıl
hastanesine geçerim” dedi ya. Adam haklı. Biraz daha bunların gönül ilişkisi
ile uğraşırsa delirecek.
Yazı devam ediyor..