Gönül kimi severse, güzel odur, derler. Benimkisi de o
hesap. Savaşçı dizisinin ön
jeneriğinde Bülent İşbilen ismini gördüm ya o dizi benim için artık başka bir
yerdedir. Güzel giden bir işti (kendi adıma) Bülent İşbilen’in gelmesiyle daha
da anlamlandı. E nasıl anlamlanmasın? Hayatıma en güzel şekilde dokunan dizi
olan İlişki Durumu: Karışık’tan sonra
Berk Oktay ile Bülent İşbilen Hoca’yı izlemek benim için büyük keyif. Hımm… Neydi?... Çince’de kriz ve fırsat aynı
şekilde mi yazılıyordu? ^^ Neyse, durumdan ileri gelen memnuniyetimi bu
paragrafta bırakıp asıl konumuza dönmek istiyorum.
***
Hatırlayacak olursanız, bin bir zorlukla yakalanan
Nihat’ı polise teslim edilirken ani bir baskınla polis de asker de elinden
kaçırdı. Ayhan’ın vurulması da cabası! Yani dizi olmasa oturup düşüneceğim: Ülkenin
koskoca iki farklı kolluk kuvvetinin elinden bir adam nasıl kaçırılabilir? Neyse ki
izlediğim şey bir dizi ve hikâyenin daha heyecanlı işlenmesi için bu gerekli.
Terör örgütü içinde, izlemekten keyif aldığım tek
durum birbirlerine ölümüne güvenmemeleri. Tepegöz varken de aynı şeyleri
söylemiştim. Boşuna demiyorlar kişi, kendinden bilir işi diye. Örgütün
içindekilerde o hesap işte. Zor anlarda kendilerinin yaşamak için yapacakları
her şeyi karşılarındaki insanların da yapacaklarını düşünüyorlar. Düşündükçe
daha çok kuruyor, kurdukça daha çok sinirleniyorlar, sinirlendikçe daha çok
kötü oluyorlar. Şimdi kötü var; kötü var! Bunlar acımasız! Ama acımasızlık da
sadece örgüt mensuplarına özgü bir durum değil. Bu konuyu uzun uzun masaya
yatırmak istiyorum.
İnsanlık… Hepimiz çiğ süt emmişiz. Acımasızız!
İdeolojik düşüncemiz, cinsiyetimiz, eğitimimiz, aile yapımız, sevdiğimiz renk,
konuştuğumuz dil… ne olursa olsun ne o-lur-sa ol-sun acımasızız! Sadece
acımasızlığın esnekliği değişebiliyor. Ama öyleyiz işte. Peki, beni böyle
düşündürüp Savaşçı dizisinin yorumunda özellikle vurgulamamı gerektiren şey
nedir?
Hepimiz izledik ve gördük: Aslı’nın Nihat’ın kaçması
ile başlayan süreç, Nihat için Aslı’nın evinde devam etti. Bakınca Aslı’nın evi
örgütün karargahı gibi duruyordu. Yüzbaşı Kağan Bozok’un boynuna kılıç inerken
bile yüzü gözünün önüne gelen Aslı’nın evinde. Bu durumun ana haber
bültenlerine kadar çıkması hiç kimse için iyi olmadı. Başta Yüzbaşı Kağan Bozok
için. (Burada özelikle rütbesiyle veriyorum ki durumun vahameti daha net
anlaşılsın.) Evet, Aslı için vatanı için yanıp tutuşan bir kadın imajı asla
verilmedi. Aksine ilk bölümde anti-militarist duruşunu gördük. Kaldı ki Aslı-Kağan ilişkisinde beklentiler anti-militarist bir akademisyen ile bir Özel Kuvvetler subayının aşkı yönündeydi. Aslı'nın aşırı vatanperver birisi olmadığını Kubilay’dan teyit ettik. Üstelik terörist ya da terör örgütünün yanında da değildi.
Ama Yüzbaşı Kağan Bozok’un durumu
başka. Bu ülke için babasını şehit vermiş, her gün kelle koltuk yaşayan,
hapislere girip çıkmış bir adam o. Başta Serdar Üsteğmen olmak üzere Yüzbaşı
Kağan Bozok’tan, çoraplarını aşırdığı, annesine anne dediği Kağan’dan nasıl
şüphelenebilir? Hadi şüphelendi diyelim, acımasızız ya, daha sorgu sual, ifade
bitmeden Kağan ile bu konuyla ilgili nasıl konuşabilir? Aklım havsalam almadı. Sorsanız
herkes Yüzbaşı Kağan Bozok’a, Kağan’a kendinden daha çok güveniyor. Peki, neden
bu sorular, bu suçlayıcı bakışlar? Emdiğimiz çiğ sütü kussak, acımazlığımız da
gider mi bedenimizden?
Yazı devam ediyor...