Toprağa karışacağını aklından çıkarmasın diye topraktan
yaratılmış insan. Bir tarafıyla toprak kadar verimli, her şeyi yeşertebilecek
kadar var ediciyken diğer tarafıyla her şeyi çürütebilecek kadar yok ediciymiş
insan. Seçim insanınmış, kiminde bu ayrım çok belirginmiş kiminde ise
gizliymiş. Kiminin tarafı sevgiyken kiminin tarafı kendiymiş. Kiminin aklı
körken kiminin aklı fenermiş. Kimi duygularının esiriyken kimi içinde tam bir
bireymiş. Kimi kendinden vazgeçercesine dünyayı mamur ederken, kimi kendinden
başka hiç kimseye hizmet etmezmiş. Kimi bütün
dünyayı ele geçirmek isterken, kimi tüm dünyayı elinin tersiyle itermiş. Var
ederken de yok ederken de sebepler bulurmuş insan kendine. İyiliğine de
kötülüğüne de dayanaklar yaparmış kendince. Yanlış da yapsa haklı çıkarırmış insan
hiç yüksünmeden kendini. Haksız da olsa kılıf yaparmış gayet de kolayca çarpık fikirlerini.
Nefretinin adına da sevgi dermiş, hem kendi kanarmış buna hem de başkalarını
kandırırmış. Hem kendi inanırmış bu yalana hem de başkalarını inandırırmış.
Tıpkı Azize’ye “Benimse tek vazifem sen oldun.” diyen Tevfik gibi.
Sevgi kuşatıcı bir duygudur ama yanlış ellere düşmeye
görsün, bir o kadar da esir edicidir, kör edicidir. Sevgiyi sahip olmak zannedenlerle
doludur dünya. Kimi sevgiyi istismar eder, kimi sevdiğini. İşte böyle hasta bir
ruh Tevfik. Azize’ye olan sapkınca ilgisi ayakta tutmuş onu yıllarca. O iyi
insan maskesiyle dolaşırken ortalıkta, biz onun kötülükte ne kadar ileri
gidebileceğini gördük defalarca. Nasıl gözünü kırpmadan insan harcayıp, sonra
da hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam edebildiğine şahit olduk ekran
karşısında. Şimdi ise herkesin gözü önünde foyası ortaya çıkıyordu Tevfik’in. O
milleti ipin ucuna gönderirken şimdi onun ipliği pazara çıkıyordu. Bizim
düştüğü durumdan içimizin yağları erirken, o çok sevdiğini iddia ettiği Azize’yi
rehin olarak alıyordu. Köşeye sıkışmanın onda yarattığı etkiyle, kendini
garantiye almak için Azize’ye silah doğrultuyordu.
Sana o pusulayı bu dağın başında nasıl gönderdiğimi ben de
bilmiyorum Vasilli?
İtirafların da en az senin kadar saçma Tevfik. Artık yolun
sonuna geldin diye düşündük ama Charles yine yetişti imdadına. Ne de olsa
kötülükte o dünya markası, sen de onun bu güzel vatandaki şubesisin. Siz el ele
verip tuzaklar kurarken, iyiler de gönül gönüle vererek bozuyor bu tuzakları.
Siz elinizden geleni ardınıza koymuyorken, ellerinden gelenin fazlası için çabalıyor bu vatan evlatları. Siz
imkanlarınızı seferber ederken, imkansızlıklar içinde seferber oluyor bu
ülkenin güzel insanları. Güçleriniz de gönülleriniz de eşit değil. Ama zaten
savaş adaletsizlikler üzerinden çıkmaz mı? Kötüler birbirine taraf olmaz mı? Güç
insanı ayartıp yoldan çıkartmaz mı?
Azize ise yine kaptan kaba boşaldı bu bölüm. Yalnız Cevdet’in
vatanperver olduğunu öğrendiğinden beri yaşadıkları o kadar etkilemiyor onu.
İnsan en kötüsünü yaşadıysa eğer, diğer acılar ona baş edilebilir geliyor
sonuçta. İşgalin ortasında her gün başka bir cehenneme uyanıyor çünkü Azize. Şimdi
bu adamın yüzüne onun nasıl bir pislik olduğunu haykırıyor iğrenerek. Ona bu
kadar inandığı için kendine kızıyor. Oysa denize düşen herkes sarıldığının
yılan olduğunu bilmeyebilir. Tercih yaparken neyi tercih ettiğini
anlayamayabilir ki Tevfik kuzu postuna iyi bürünen biriydi. Ama işte çekirgenin
de bir sıçrama limiti vardı. Kuzu postunun yırtıldığı an bu andı.

Küçükken oynamak için sokağa salmadın anne beni, günlerdir
onun acısını çıkarıyordum…
Karnında çocuğuyla
sapkın bir adamın pençesinde de olsa korkmuyordu, ne Azize ne de onu arayan
Cevdet. Defalarca evlatlarının canıyla sınanmış bu iki insan bu vatanın
kurtulacağına o kadar inançlılar ki hiçbir şey onları yıldıramıyor, hiçbir şey
onları vazgeçirtemiyor. Aynı ülkü için atan bu iki seven kalp, şimdi
birbirlerinin amacından haberdar olmanın huzuruyla, birlikte hareket ediyorlardı.
Tevfik sevdayı öğreneceğini zannededursun, onlar bunu dibine kadar yaşıyorlardı.
Hasibe Ana bu hafta her hareketiyle gönlümüze taht kurdu. Şehri
terk etme konusunda hiçbir soru sormadan Azize’ye destek vermesi çok takdire
şayandı. Onca badireyi birbirlerine kenetlenerek aşmışlar zaten. Sorgunun,
şüphenin yeri değildi, onun da deyimiyle
takdir böyleydi. Ağzından çıkan sözlerle de mest etti bizi Hasibe Ana. Önce kendini
sahipsiz hisseden Salih’e sahipsiz olmadığını ve arkasında bir millet olduğunu
haber verdi. Sonra da bu vatanı kendine dert edinmiş koca yürekli bir adamdan
bahsetti. Bu ülkeyi karanlık gecelerden aydınlık sabahlara ulaştırmak için
gecesine gündüzüne katmış bu adama, yani Mustafa Kemal Paşa’ya güvenmesini
söyledi. Umut verdi, umutları tükenmiş Salih’e.
Arkasından Veronika’ya giderek Yunan ordusunun yol açtığı
katliamın sonuçlarını usulünce dile getirdi. Kurtuluşun herkesin kendince bir
şeyler yapmasıyla mümkün olduğu bu günlerde hem Veronika’ya hem de Lucy’e duygusal
bir ders verdi. Savaşın acımasız yüzünü bir kere daha çarptı onların suratına. Her
ne kadar kadınların bu işle ilgisi olmasa da, zulmün sonuçlarını herkes
bilmeliydi. Köşkte oturarak duruma üzülmek marifet değildi. Kendi yaşamını
aynen sürdürerek edebiyat yapmak kolaydı sonuçta. Bazen hiçbir işe
yaramayacağını düşünse de insan, yine de ses çıkarmalıydı. Attığı adımlar onu
bi’ yere ulaştırmasa da insanlığını yapmaktan geri durmamalıydı. Nitekim
gelinen nokta da Cevdet’in ailesinin bağışlanmasında Veronika ve Lucy’nin rol
alacağını düşünüyorum ben. Bu hafta bunların işlenmesi boşuna değildi zira. Lucy
belki de ilk defa Charles’la ilgili bir gerçeği duydu ki Chales’ın ona olan
zaafını da göz önünde bulundurursak eğer, Cevdet’in ailesinin kurtuluşu için büyük
etken olacağını düşünüyorum. Bugüne kadar öksürmekten bir adım öteye geçmemiş
olan Lucy içinde yeni bir başlangıç olur. Bir insan işgalin ortasındaki bir
şehri terk etmek istemiyorsa eğer adamakıllı bir işe yaramalı. Mademki bu kadar
duygusal, mademki bu kadar duyarlı kanıtlasın kendini, işte ona kocaman bir fırsat.
Yazı devam ediyor..