Bir yanımız tutsak, bir yanımız sürgün..
Toprağa karışacağını aklından çıkarmasın diye topraktan yaratılmış insan. Bir tarafıyla toprak kadar verimli, her şeyi yeşertebilecek kadar var ediciyken diğer tarafıyla her şeyi çürütebilecek kadar yok ediciymiş insan. Seçim insanınmış, kiminde bu ayrım çok belirginmiş kiminde ise gizliymiş. Kiminin tarafı sevgiyken kiminin tarafı kendiymiş. Kiminin aklı körken kiminin aklı fenermiş. Kimi duygularının esiriyken kimi içinde tam bir bireymiş. Kimi kendinden vazgeçercesine dünyayı mamur ederken, kimi kendinden başka hiç kimseye hizmet etmezmiş. Kimi bütün dünyayı ele geçirmek isterken, kimi tüm dünyayı elinin tersiyle itermiş. Var ederken de yok ederken de sebepler bulurmuş insan kendine. İyiliğine de kötülüğüne de dayanaklar yaparmış kendince. Yanlış da yapsa haklı çıkarırmış insan hiç yüksünmeden kendini. Haksız da olsa kılıf yaparmış gayet de kolayca çarpık fikirlerini. Nefretinin adına da sevgi dermiş, hem kendi kanarmış buna hem de başkalarını kandırırmış. Hem kendi inanırmış bu yalana hem de başkalarını inandırırmış. Tıpkı Azize’ye “Benimse tek vazifem sen oldun.” diyen Tevfik gibi.
 
Sevgi kuşatıcı bir duygudur ama yanlış ellere düşmeye görsün, bir o kadar da esir edicidir, kör edicidir. Sevgiyi sahip olmak zannedenlerle doludur dünya. Kimi sevgiyi istismar eder, kimi sevdiğini. İşte böyle hasta bir ruh Tevfik. Azize’ye olan sapkınca ilgisi ayakta tutmuş onu yıllarca. O iyi insan maskesiyle dolaşırken ortalıkta, biz onun kötülükte ne kadar ileri gidebileceğini gördük defalarca. Nasıl gözünü kırpmadan insan harcayıp, sonra da hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam edebildiğine şahit olduk ekran karşısında. Şimdi ise herkesin gözü önünde foyası ortaya çıkıyordu Tevfik’in. O milleti ipin ucuna gönderirken şimdi onun ipliği pazara çıkıyordu. Bizim düştüğü durumdan içimizin yağları erirken, o çok sevdiğini iddia ettiği Azize’yi rehin olarak alıyordu. Köşeye sıkışmanın onda yarattığı etkiyle, kendini garantiye almak için Azize’ye silah doğrultuyordu.
 
Sana o pusulayı bu dağın başında nasıl gönderdiğimi ben de bilmiyorum Vasilli?
 
İtirafların da en az senin kadar saçma Tevfik. Artık yolun sonuna geldin diye düşündük ama Charles yine yetişti imdadına. Ne de olsa kötülükte o dünya markası, sen de onun bu güzel vatandaki şubesisin. Siz el ele verip tuzaklar kurarken, iyiler de gönül gönüle vererek bozuyor bu tuzakları. Siz elinizden geleni ardınıza koymuyorken, ellerinden gelenin fazlası için çabalıyor bu vatan evlatları. Siz imkanlarınızı seferber ederken, imkansızlıklar içinde seferber oluyor bu ülkenin güzel insanları. Güçleriniz de gönülleriniz de eşit değil. Ama zaten savaş adaletsizlikler üzerinden çıkmaz mı? Kötüler birbirine taraf olmaz mı? Güç insanı ayartıp yoldan çıkartmaz mı?
 
Azize ise yine kaptan kaba boşaldı bu bölüm. Yalnız Cevdet’in vatanperver olduğunu öğrendiğinden beri yaşadıkları o kadar etkilemiyor onu. İnsan en kötüsünü yaşadıysa eğer, diğer acılar ona baş edilebilir geliyor sonuçta. İşgalin ortasında her gün başka bir cehenneme uyanıyor çünkü Azize. Şimdi bu adamın yüzüne onun nasıl bir pislik olduğunu haykırıyor iğrenerek. Ona bu kadar inandığı için kendine kızıyor. Oysa denize düşen herkes sarıldığının yılan olduğunu bilmeyebilir. Tercih yaparken neyi tercih ettiğini anlayamayabilir ki Tevfik kuzu postuna iyi bürünen biriydi. Ama işte çekirgenin de bir sıçrama limiti vardı. Kuzu postunun yırtıldığı an bu andı.
 
Küçükken oynamak için sokağa salmadın anne beni, günlerdir onun acısını çıkarıyordum…
 
Karnında çocuğuyla sapkın bir adamın pençesinde de olsa korkmuyordu, ne Azize ne de onu arayan Cevdet. Defalarca evlatlarının canıyla sınanmış bu iki insan bu vatanın kurtulacağına o kadar inançlılar ki hiçbir şey onları yıldıramıyor, hiçbir şey onları vazgeçirtemiyor. Aynı ülkü için atan bu iki seven kalp, şimdi birbirlerinin amacından haberdar olmanın huzuruyla, birlikte hareket ediyorlardı. Tevfik sevdayı öğreneceğini zannededursun, onlar bunu dibine kadar yaşıyorlardı.  
 
Hasibe Ana bu hafta her hareketiyle gönlümüze taht kurdu. Şehri terk etme konusunda hiçbir soru sormadan Azize’ye destek vermesi çok takdire şayandı. Onca badireyi birbirlerine kenetlenerek aşmışlar zaten. Sorgunun, şüphenin yeri değildi, onun da deyimiyle takdir böyleydi. Ağzından çıkan sözlerle de mest etti bizi Hasibe Ana. Önce kendini sahipsiz hisseden Salih’e sahipsiz olmadığını ve arkasında bir millet olduğunu haber verdi. Sonra da bu vatanı kendine dert edinmiş koca yürekli bir adamdan bahsetti. Bu ülkeyi karanlık gecelerden aydınlık sabahlara ulaştırmak için gecesine gündüzüne katmış bu adama, yani Mustafa Kemal Paşa’ya güvenmesini söyledi. Umut verdi, umutları tükenmiş Salih’e.

 
 
Arkasından Veronika’ya giderek Yunan ordusunun yol açtığı katliamın sonuçlarını usulünce dile getirdi. Kurtuluşun herkesin kendince bir şeyler yapmasıyla mümkün olduğu bu günlerde hem Veronika’ya hem de Lucy’e duygusal bir ders verdi. Savaşın acımasız yüzünü bir kere daha çarptı onların suratına. Her ne kadar kadınların bu işle ilgisi olmasa da, zulmün sonuçlarını herkes bilmeliydi. Köşkte oturarak duruma üzülmek marifet değildi. Kendi yaşamını aynen sürdürerek edebiyat yapmak kolaydı sonuçta. Bazen hiçbir işe yaramayacağını düşünse de insan, yine de ses çıkarmalıydı. Attığı adımlar onu bi’ yere ulaştırmasa da insanlığını yapmaktan geri durmamalıydı. Nitekim gelinen nokta da Cevdet’in ailesinin bağışlanmasında Veronika ve Lucy’nin rol alacağını düşünüyorum ben. Bu hafta bunların işlenmesi boşuna değildi zira. Lucy belki de ilk defa Charles’la ilgili bir gerçeği duydu ki Chales’ın ona olan zaafını da göz önünde bulundurursak eğer, Cevdet’in ailesinin kurtuluşu için büyük etken olacağını düşünüyorum. Bugüne kadar öksürmekten bir adım öteye geçmemiş olan Lucy içinde yeni bir başlangıç olur. Bir insan işgalin ortasındaki bir şehri terk etmek istemiyorsa eğer adamakıllı bir işe yaramalı. Mademki bu kadar duygusal, mademki bu kadar duyarlı kanıtlasın kendini, işte ona kocaman bir fırsat. 

Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER