Normalde en çok başlık bulmakta zorlanırım. Bu sefer öyle
olmadı. Hafız’ı bırakmamak için kaçmayan timin marş söylediği sahneye kadar o kadar
çok şey düşündüm ki. Bence en çok bu başlık uydu bölüme.
En baştan başlamak gerekirse geçen bölümü Hafız’ın vurulması
ve askerlerin esir düştüğü sahnede bırakmıştık. Sosyal medyadan takip
edebildiğim kadarıyla Eylem konusunda takınılan tavırdan -benim gibi- birçok
insan rahatsızdı. Bu nedenle Eylem’in “Ben bilmiyor muyum o gece neden odama
geldiğini ha? Vericiyi sen yerleştirdin. Çolak ile buluşacağımı biliyordunuz. Anlamadım
mı? Arkadaşınız için çok üzgünüm ama sorumlusu ben değilim.” şeklindeki savunması
yerinde oldu. Baştan beri bir askere yakışmayacak şekilde “Nasılsa Avrupa vatandaşı
ölmez” diyerek bir umursamama hali vardı. Hafız’ın vurulmasında Eylem tek suçlu
olarak gösterilemez.
Eylem’e Fethi’yi vurması söylendiğinde bunu yapamadı ve
namlu bu kez Eylem’e döndü. Fethi’nin her şeyi itiraf etmesini ve Eylem’i kurtarmasını
bir nevi özür olarak kabul ediyorum. Ayrıca bir askerin bir sivile zarar
gelmesindense kendi canını ortaya koyacağını da güzel anlatmışlardı. Fethi’nin “Çek
tetiği.” demesi sadece aşktan değildi. Eylem değil kim olursa olsun bu cümleyi
kurardı diye düşünüyorum.
Eylem’in yardım çabası sonuçsuz kalsa bile güzel sahneler
izlememiz açısından epey yardımcı oldu. Gerçi ben ondan böyle bir yardım atağı bile
beklemiyordum ya neyse. Eylem’in kırdığı ayna parçası sayesinde tim kurtuldu. Ama
Hafız ağır yaralı olduğundan önlerinde üç seçenek vardı. Birincisi Hafız’ı
bırakmak, ikincisi Hafız’ı da alıp çıkmaya çalışmak –ki büyük ihtimalle ölümüne
sebep olacaktı-, üçüncüsü ise adamlarını alamıyorlarsa onun yanında kalmak…
Türk askeri geride adam bırakmaz. Bu nedenle üçüncü seçeneği tercih ettiler. Ancak
bu tercih ne kadar milli duygularımı kabartıp beni duygulandırmış olsa dahi
yanlarında sivil varken böyle bir kararın nasıl alındığını anlamadım. En
azından içlerinden birinin Eylem’i dışarı çıkarmaya çalışması gerekmez miydi?

Ve beni en çok etkileyen marş sahnesi… Hala kulaklarımda
çınlıyor. En son teröristler bile susturamayacaklarını anlayıp geri adım
attılar. Fethi’nin saydığı isimler şu marşın yarattığı etkinin yanından
geçemezdi. Eylem’in yüz ifadesi ise ilk kez askerlere karşı yumuşamış olabilir.
Bu olaylar bakış açısını nasıl etkileyecek bilemiyorum ama eskisi gibi
teröristlerin özgürlük savaşçıları olduğu gibi yalanlara kanmaz diye umuyorum. Yarı
Türk olduğunu hatırlasa hiç fena olmayacak.
Fatma’nın telefonu alması, teröristin “Ali Haydar öldü” yalanına
verdiği tepki (söylenenlere hemen inanmaması) ve olanları Hafız’ın babasından
saklamaya çalışması ilk kez asker eşi olduğuna inandırdı beni. “Boşanmaya
çalışan oydu, adamı yarı yolda bırakacaktı.” diyecek olursanız; asker eşi olmak
ne demek biz bilmiyoruz derim. İnsanlar hayatı paylaşmak için evlenir. Ama sürekli
uzakta ve tehlikede olan bir adamla hayat mı paylaşılır yoksa onun da hayatını omuzlarına
alarak tek bedende iki kişi mi yaşanır emin değilim. Bu nedenle Fatma’yı
yargılamıyorum ben. Hele ki bunu Hafız bile yapmamışken. Erdem Yarbay’ın karısı
bile beş defa boşamaya kalkmış kocasını baksanıza. :)
Yazı devam ediyor...