Bu
bölüm, gerçekten severek izlediğim iki sekans vardı: İlki, Ali’nin Derin’i birlikte
olmaya iknaya çalışması diğeri de Derin ve Aslı yüzleşmesiydi. Özellikle
Ali’nin “Aile ne demek, seninle öğrenmek istiyorum, baba olmak ne demek
bilmiyorum ama hayallerim var!” deyişi tam yerinde, tam dozunda ve tam
tonundaydı. Buna karşılık Derin’in işi “ya biz ya o…” noktasına getirmesini de
anladım.(İnsanların böyle tercihe zorlanmasını hiç sevmesem de anladım, o
konuşma o sonucu doğururdu.) Aslı’nın perişan hâline katlanamayıp onunla
vedalaşmak isteyen Derin’i de doğru buldum. Hele o konuşmada “Yaralarımı hep
sen sardın ama şimdi en büyük yaramsın!” deyişine kelimenin tam anlamıyla
bayıldım. Baştan beri Aslı’nın sinsi ve kıskanç arkadaşlığı yanında Derin’in
dostluğu bana daha sahici gelmişti ve o dostluğun mezarı başında bu cümle,
gerçekten tam yerindeydi.
Bir
şehri bir kelimeyle benim üstüme yıkarken sustu içimdeki *
Bu
sahneleri yazıp çeken ekiple “Seyit hikâyesi”nin yaratıcılarının nasıl aynı
olabildiklerini aklım hiç almıyor, maalesef.
Bana
kalırsa bu öykünün bu tür gelip geçici ve abartılı aksiyonlara ihtiyacı yok.
Giderek geriye çekilen Rauf Anne’ye, Şahin- Ali ilişkisine ağırlık verin,
lezzet gelsin.
Bora,
henüz tam rengini ortaya koymayan bir karakter bana göre, onun altı biraz daha
dolsa merak ögesini o ayakta tutacak. Bora – Belgin – Tekin ilişkisinden iyi
bir çatışma çıkacak. Bora “Basmayın frenime, ben buradan alıp yürüyeyim.”
diyor, altı iyi doldurulursa öyküyü gerçekten zenginleştirecek. Rauf Anne’yi
kriz çözücü olarak arıyor gözlerim. Keşke köfte ekmek satan adam olmanın
dışında oradan aksa dizi. Yalvarıyorum Ebru, Yiğit ve lüzumsuz Seyit’le
oyalamayın artık bizi.
Bölüm
finaline bakılırsa haftaya yine Ali’nin sınavı var gibi duruyor. Tekin eski
hâline döner mi dönmez mi bilemem ama Ali, kendi içinde bu sınavı zor geçer.
Olayın geldiği noktaya hiç itirazım yok; sadece tutarlı, gerekçelendirilmiş ve
birbirine iyi bağlanmış sahneler istiyorum.
*
İşaretli tüm dizeler, Cem Adrian’a aittir.