Geçen
hafta, öykü yeni bir yola sapıyor diye düşünmüş ve doğru ilerlemesini
dilemiştim. Gerçekten de Tekin’deki değişikliğe bakınca yeni bir yola girdik
diye düşünüyorum.
Şahin’den
aldığı negatif kanla birden pozitife dönüp neye uğradığımızı şaşırttı, Tekin.
Kendisini vuranın Ali olmadığını söylemesini bekliyordum. Tekin, akıllı bir
adam olmasa da kendisi için neyin daha kötü olacağını sezecek kadar kurnaz.
Tekin için Seyit hem daha acil çözülmesi gereken bir sorun hem de Ali’ye göre
çok daha tehlikeli çünkü tıpkı Tekin gibi pis oynuyor ve üstelik onun bütün
açıklarını biliyor. Bu noktada suçu Ali’ye yıkmak bir şey kazandırmaz. Üstelik
polise ihbar eden kendisi olmasa da kayıtlardan gerçeğin ortaya çıkacağını
düşünmeyi akıl edebildi. ( Geçen hafta o kameralar neredeydi, hâlâ merak
etmiyor değilim )
Tekin’e
diğer tarafın kapısına gidip gelmek, yaramış görünüyor da bunun ne kadar kalıcı
ya da uzun süreli olacağını hep birlikte izleyeceğiz.

Yaraların
değil, sızlayan; tam göğsünün ortasına çöküp soluğunu kesen vicdanın.
Tekin,
Ali ve Derin cephesinde sular durulmuşken Aslı için fırtına şiddetlendi.
Sonunda annesine “Defol git!” demeyi akıl etmesine sevindim, ondan da öte “Bu
kadar biliyordun, kendin uygulasaydın bunları!” deyişi de acımasızca ama
doğruydu.
Abartılı
kahramanları sevmem ve Ebru abartıda çığır açıyor. Onun ve Yiğit’in neyi, niye
yaptıklarını sorgulamayı çoktan bıraktım zira sebep- sonuç bağlantısı
kurulmadan “Ebru, kötü bir kadın. Eh, hadi bi’ kötülük yapsın şimdi!” ya da
Yiğit “Ali’nin başını derde sokacak bir şey yaratsın; olmuyor mu iyi bari biraz
tehdit etsin Ali’yi!” mantığıyla yazılan gerçekçilikten tamamen uzak, işlevsiz
ve fazlasıyla iki boyutlu karakterler. 11 bölüm izledik; Ebru’yu geçtim, bana
biriniz Yiğit’in kişilik özelliklerini çıkarabilir mi? Ne diyeceğiz onun için?
“Sahtekâr, yalancı ve kötü” sıfatları dışında? Bunların da gerekçesini
bilmiyoruz. Niye böyle oldu belli değil; ne ister, ne hedefler, kısaca bu
dizide var oluş gerekçesi nedir, bilen var mı? Varsa bi’ zahmet beni de
aydınlatıversin.
Aslı’ya
gelince başta iyi yazılmış bir karakterdi, taaa ki “kötü kız”a evrilinceye
kadar. Alelacele, düşünüp tasarlanmadan birden kimlik değiştirince o da, ne
yazık ki, abartılı bir kimlik olup çıktı.
Ali’ye
kör kütük âşık olduğu ( niyeyse? ) ve Derin’i deli gibi kıskandığı dışında
Aslı’nın insan olarak pek bir özelliği kalmadı. Açıkçası ikide bir “ Ali’yi en
çok ben seviyorum. Ali benim hakkım!” cümlelerini işitip durmaktan da fena
hâlde gına geldi. Anladık, asıl derdi Derin’le. Bir defa olsun Derin’in elinden
bir şey alıp ona galip gelme hırsında ama el insaf! Yaş beş değil yani… Nerden
baksan ergenliğini tamamlamış görünüyor, oyuncağını kaptırmış çocuk gibi ter
ter tepinmesi, höykürerek ağlaması Aslı’yı ne inandırıcı ne de merhamet
uyandırıcı kılıyor.
Her
seçim bir vazgeçiştir ve her seçim biraz daha eksik bırakır seni!
Şimdi
gelelim bölümün ana çatışmasına: Seyit… Ne zaman ve niye bu kadar psikopat bir
kimliğe büründüğünü anlayamasam da buna çok da takılmıyorum, izninizle. Çünkü
öyle diz boyu mantıksızlık, öyle diz boyu boş vermişlik ve öyle diz boyu
“yaptık, oldu!” izledim ki bu akışta, Seyit’in psikopatlığıyla uğraşamayacağım.
Anladık,
Tekin’e kafayı taktı. Ona zarar verecek, intikam alacak. ( Neyin intikamıysa? )
Tekin’i öldürmeyi başaramadı, onu Derin’le vuracak. Tekin, kızını Ali’ye emanet
etti, güvende diye rahat rahat yatıyor yatağında. Seyit, 7/24 Ali ve Derin’i
takip ediyor ve Derin’i öldürecek. E, iyi de kardeşim; Derin, Nesrin’in evinden
çıktığında sen bahçede değil miydin? Vuraydın ya, ne bekliyorsun Aslı’nın
yanına girmesini? Hadi geçtim onu; debelenip kilidi kırdın içeriye sızdın,
Derin’le birlikte Aslı’yı da vurma kararı verdin, niye karşılarına geçip iki
saat masal anlatıyorsun? Vuracaksan vur! Tamam, çenene hâkim olamadın,
konuştukça konuştun o sırada da Nesrin geldi. İyi! Aslı’yı öldürmeyi göze
almıştın, niye Nesrin’i de vurmuyorsun? Ha iki ha üç… Ne fark eder ki? Nesrin’i
görünce tırsıp kaçtın ona da peki, elinde silah var arkadaşım, su tabancası
değil, Ali’nin yanındayken o kadar kuytu yerlerde gölge gibi peşlerindeyken
niye ikisini de vurmuyorsun?
Bora’yı
Derin’in yerini öğrenmek için tehdit ettiğinde kusura bakmayın ama dayanamadım
ve kahkahayı patlattım. “Kadın bir nefes ötemde!” diyor, Belgin için. Bak
Allah’ın işine, Belgin tesadüfen arabayla yanında kırmızı ışıkta bekliyor.
Hastanede kocasının yanındaki kadın niye arabada, onu da sorgulamayayım, akıl
sağlığım tehlikeye girmesin.
Kendini
Seyit’ten korumaktan aciz Bora, Belgin’e “Ben varken sana bir şey olmaz!”
delikanlılığı da yaptı ya, helal olsun; ne diyeyim? Ama elindeki Seyit’i
sarsakça kaçıran adam, elbette bir tehditle bilmediğini iddia ettiği Derin’in
yerini de yumurtlayıverecekti, öyle de oldu.
Pardon,
bir açıklama da Bora’nın evindeki sahne için alabilir miyim? Silah sesine
kapıya toplanan bir sürü insan, Seyit elinde silahla dışarı çıktıktan sonra
niye içeri girmediler de Bora, tek başınaydı? Az daha uğraşsalar Seyit’i
terminatör yapacaklarmış; yarım kaldı, yazık!
Hele
son sahne, gerçekten izlediğim bütün absürt komedileri yaya bıraktı. Saatlerce
kapıyı çalan Seyit’e mi bıçaklı adama abajur, DVD ve yastıkla saldıran Derin’e
mi güleyim? Bunu da aştım, bir yastık denk gelince elindeki bıçağı yere düşüren
Seyit’in kabadayılığına mı?
Gözünüzü
seveyim, yapmayın! Bunu 70’lerin acemi Türk sinemasında bile yapmadılar, yıl
2017... Amerikan filmlerini dizilerini geçtim biz ne ustalıkla hazırlanmış ve
çekilmiş kavga, cinayet sahneleri izledik yerli dizilerde. İzleyiciyi de geçtim,
bari bu kadar insanın ekmek yediği işe biraz özen gösterin.
Yazı devam ediyor..