O hilal ki bir milletin ışığı, o yıldız ki pusulası…
Asıl işgal insanın içindedir. Duygular onu öyle bir esir alır ki yaşadığı ortam ne olursa olsun fark etmez. Savaşı kendiyle veren insanoğlu kendini yendiğinde kazanır gerçek zaferi ya da kendine yenilerek alır asıl mağlubiyeti. Bu yüzden özgürlük de esaret de bizim içimizde kazandığımız bir şeydir. Yaşadığı hayat çok güzel olmasına rağmen duygularında tutsak olduğu için ya da zihninin hapishanesinden çıkamadığı için köle olan binlerce insan vardır bu dünyada. Burayı anlayanlar için cennete dönüşmese de baş edilebilir olan dünya, anlamayanlar için ise cehennemdir zira. Kötülüğü içimizde nefrete dönüştürdüğümüzde bizi yakarak küle çeviren koca bir cehennem. İnsan bu yüzden duygularıyla baş etmeyi öğrenmeli ve onları değil kendini büyütmelidir. Yoksa onların boyunduruğunda yaşamak neredeyse kaçınılmazdır.
 
Yaşadıklarına karşı koyarak ya da boyun eğerek değil onları anlayarak ve kabul ederek büyür insan. O zaman ne geçmişin ateşinde kavrulur ne de geleceğin bilinmezinde kaybolur. Burayı tam anlamıyla idrak edebildiğinde savrulmadan ve de kaybolmadan anın içinde var olur. İşte çok büyük bir acının içinde canlı cenazeye dönüşmüş ve intikamın içinde körelmiş Veronika da böyle bir çıkmazın içinde hapsolup kalmış. Onun mutsuzluğunu çok güzel özetledi Leon. Acısı elbette çok büyük ama ne olursa olsun hayata karışıp kendini yaşamaya devam etmenin bir yolunu bulmalı. Diğer evladı annesinin yoksunluğu içinde yapayalnız büyümüş bu yüzden. Mateminden çıkamadığı için Leon’a da hakkıyla annelik yapamamış, ona daha bir sıkı sarılacakken tersine daha da bir uzaklaşmış. Kaybın suçunu yüklediği eşine olan öfkesine ve bunun sebebi olarak gördüğü Eşref’e olan nefretine öyle bir tutunmuş ki asıl tutunması gereken hayattan da, asıl bağlanması gereken evladından da kopmuş. Ne evli olabilmiş ne de aile. Ne eş olabilmiş ne de tam anlamıyla anne.

 
 
Azize ise içinde kopan fırtınalarla darmadağındı bu hafta. İçine içine haykırırken bizim yüreğimizi de paramparça etti. Uzun süredir hissettiği yalnızlık şimdi göğsünün tam üstüne oturmuş, onu daha bir nefessiz bırakmıştı. Aynada duygularına söz geçiremediği için kızıyor, tehdit ediyor ve gözdağı veriyordu kendine. Takındığı maskeyle ne kadar dik durmaya çalışırsa çalışsın, oynadığı oyun yüzünün her bir miliminde onu açıkça ele veriyordu. Bunu başka bir oyunun aktörü olan Cevdet ise, gerçeği haykıramamanın sessizliği içinde kıvranırken çok iyi biliyordu. O tüm hamlelerini vatanı için ince ince hesaplayarak yaparken Azize’ye yaptığı hamleyle herkesi bir anda şoka uğratıyordu. O kadar ustaca oynuyordu ki ondan şüphelenenler hem bu ustalığına şapka çıkartıyorlar hem de umutsuzca açık vereceği anı kolluyorlardı. Kader, vatanın akıbeti için Cevdet’ten yanaydı ama bu çok bilinmeyenli denklem karşısındaki Azize söz konusu olunca, durum o kadar parlak değildi. Zira aynı kader Azize’yi kurban etmişti. Şimdi ailesini terk eden Cevdet’in karşısında kadınlık gururu çiğnenen Azize ailesine daha bir sarılıyor, onlara “Bizim bizden başka kimsemiz yok.” diyordu. Öfkeye tutunmuş, öfkeyi çaresizliğine çare güçsüzlüğüne güç yaparak hayatta kalmaya çalışıyordu. Bir yanda İzmir’e geldiklerinden beri canlarıyla sınandığı üç evladı, diğer yanda İzmir’e ayak bastığından beri aklının almayacağı şeylerle sınandığı kocası. Yaşadığı onca hayal kırıklığına rağmen bir türlü vazgeçemediği bu adamdan şimdi daha bir incinerek vazgeçmek zorunda kalıyordu.

Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER